28 Şubat 2013 Perşembe

Güvenliğimizin İhlali

   İlk güvenlik ihlalim 95 senesi küçük kızımız ateşlenmiş, Manisa'dan Bornova'ya çocuk doktorumuza  gelmiştik, en işlek caddesine arabayı park ettik, çantamı montumun bebek battaniyesinin altında bırakmıştım. Geri döndük kelebek camı kırmışlar, anlamadık önce sonra ayıldık çantam gitmiş.

   Tam orada, aynı hafta iki arkadaşımızın da arabasına aynı şey olmuş. Polis "çantan boş olarak geri gelir" dediğinde. Karakolda bağırmıştım " yahu çantam da deri neden gelsin geriye " diye. Biz eve dönene kadar aradılar çantayı karakolun bahçesine atmışlar "içinde nüfusun varmış " ne sölemedin diye fırça yedik.Giden dönmedi .Sokaktaki güvenlik ve seni koruması gerekenlerden daha güçlü olan hırsızlarla ilk tanışmamızdır.

   İş yerin de  saf su şişesine dönüştürdüğümüz şişelerin içine, pasaklı dağınık Kimya mühendisinin sülfürük asit şişesini unutması ve bende onu yarısına su koyduğum yere, su diye döktüğümde tabanca gibi patlayıp, ellerimi üzerimde ki tüm giysilerimi, ayakkabılarımı delik deşik yakması, "ya gözüme gelseydi" diye kafayı yemem  iş güvenliğimin  ihlalidir.

   Yine küçük kızım ateşli annemin kucağında kızım eczaneden ateş düşürücü aldık. Trafik lambalarının önünden kalkacakken, sarı ışığı kaçırmasın diye gelen kamyon benim tampona takıp sürükleyip kaçmaya çalıştı. Bu da şöför olarak trafikteki güvenliğimin ihlali olarak tarihimdeki yerlerini aldılar. 

   Bunlar üst üste geldi o yıl ve benim zaten yaralı olan güven alanıma büyük darbe vurdu. Darma dağın olduğumdan toparlanamadığımdan  ilk kez psikiyatriste o zaman gittim . Doktor "her biri tek başına travmadır, sen yine de iyi dayanmışsın yardımsız atlatmak zordur" .Bir kadın için  çantasının çalınması ve evine hırsız girmesi tecavüze eş değer bir travmadır demişti. Depresyon ilaçlarını ilk kez o zaman yutmuştum, ne kadar tedavi olduğum tartışılır .Hayatım boyunca hiç kimseye dibine kadar GÜVEN duymadım ben zaten .

  Salı günü İstanbul'da yaşayan büyük kızımızın evine hırsız girmiş. Baba hemen atladı gitti . Benim eski travmalarım hortladı, artık  başa çıkmayı bilsem de . Üzerime yağanları önleyemiyorum. Çocuğumun güvenliği darbelendi diye, dün durup durup ağladım. 

   Küçücük banyo penceresinden girmiş, cüce değilse küçücük bir çocuk olmalı , hayli ince olması şart yüksek tavanlı duvarlara ayak basacak yerler kazımışlar epey uğraşılmış girmek için. Ne varsa almışlar çantalara koyup  iple aşağıya sallamış. 

   En çok hard diskine üzüldü içi yanmış yavrumun. Tüm seyahatlerinin fotoları, filminin kamera arkası fotoları içindeydi. Anılarını çaldılar, tam da buradan vuruldu, yarası geçmez sadece kabuk bağlar.Keşke ulaşılabilse de geri satsalar. İzmir'de olsa belki bulunur hırsıza ulaşım yolu ama Beyoğlu kaosun göbeği imkansız .

   Bu kadar olayın içinde en çok bu işi yapanın çocuk olduğunu düşündüğüm anda "ay yüksek tavan üçüncü kat bir düşse ölürdüüü" diye hırsız çocuğa üzüldüm. Küçük kızım da "kapitalizmin vahşileşmesi işte bu, inşallah fakir biridir çalan,  çetelere çalıştırılan çocuklardan değildir" dedi .Büyüğün yorumlarını bilmiyorum, haklı olarak çok öfkeli, polise de çok zor ulaşmışlar, defalarca arayarak ulaşılamaması da güvenlik darbesini katladı.

    Ülke olarak, her gün basın yoluyla bize ulaşan güvenlik ihlallerinden, mutsuz, huzursuz, korku içinde yaşayan  insanlara dönüştük. Adaletin yaşamın hiç bir alanında güveni sağlayamaması, kaosu felakete dönüştürüyor . Başımıza gelen küçük ihlaller o yüzden bizi daha derinden çarpıyor. Yaşamımızın hiç bir alanında "güvende" değiliz duygusuyla vuruyor.

   Hayatın bu güven kısmı hepimizi çok yormuştur, yormaya devam edecektir, sonsuz sayıda anı vardır bu konuda hepimizde. Yaralarımızı tedavi edip devam edeceğiz yaşamaya, izi hiç silinmeyecek, her başka olayda onlarda sızlayacak ne yazık ki .  

   Arkadaş biz valla ne güzel insanlarız ya , kafamız da fazla güzel . "Çok başarılı bir çalışma,  sağ salim soydun, aman çocuumm sana bişi olmasınnn"  deyip madalya takacak insanlarız :)

       

21 Şubat 2013 Perşembe

Bizim Dişçilerimiz

   Dün sabah kahvaltısı için Gülay'ımla Alsancak'ta buluştuk. SGK'nın kordonda lokali varmış manzara şahane temiz şık bi yer kahvaltılıkları on numara değil kurum kimlik kartınızla giriliyo bilginiz olsun. Sokağa çıkmanın bana zor geldiği zamanlardayım. 

   Ama Gülay için çıktım beni Manisa'dan geldiğim bu şehirdeki (ev bulmam da onun desteği olmadan imkansızdı ) beş yılımda dostluğuyla hiç yalnız bırakmadı. Sadece benim için geldi defalarca, saatlerce dinledi sohbet etti moral verdi, yeri özeldir gönlüm de . 

   Havada güneşlikti yürüyüşler yaptık, mağazaları didikledik, saatlerce hiç durmadan konuştuk. Onu bindirdim otobüse erken gidince, dişçilerimiz de yakında bi uğrayıp belki uygunlarsa bi baksınlar protezim oynuyo deyip çaldım kapılarını.

  On beş yıllık dişçilerimiz Ümran ve Kaan evliler, birlikte çok iyi bir ekipler.  Sohbetleri şahanedir, sosyal sorumluluk duyguları geniş, aydınlık yüzlü çağdaş bir çift güzel insan .Yemekler yerdik birlikte çok güldük daha da çok gülelim inşallah.

   Ege 3 Sıla 12 yaşındaymış tanıştığımızda . Biz Manisa'dan onlara gezmeye gelir gibi süslenir püslenir gelirdik. Çocuklarımızın bu gün dişçi korkusu yoksa, tamamen onların eseridir. Hala ne yapacaklarını uzun uzun anlatırlar, tır tır edecek zır zır edecek diye aletlerin seslerini taklit ediyorlar çok da başarılılar, harbiden tiyatro da yapıyorlar vallaa . 

   Benim dişe o anlık boşlukta baktı sökülmesi lazım, köprü kırılabilir, alttaki diş kopa bilir.Diye uzun uzun anlattı hep anlatırlar, korku filmi gibi hafiften bir müzik çalmaya başlar içinde, gerilirsin. Tamam aç dedim, kasıldım, açtı çok  şükür kırılmadı köprü ,yırttım. Birinci aşamayı atlattım."Dolgusuz bırakılamaz" dedi, işi de çok yoğun "git üç saat sona gel" dedi .  

   Çıktım bir saat dolaştım, sona Cinatı'na uğradım, bi kahve içtim Ahmet'imi özlemişim sohbet ettik. Orayı o kadar evimiz gibi hissetmişiz ki, hesabı ödemeden ayrıldım kafaya bak , Sona öderim ama kendime çok şaştım :)

    Geldim geri,içerisi kalabalık, elemanları Orkide'yle de lafladık. Gencecikti, yıllar içinde  evlendi, anne oldu, işine ara vermişti, bebeği büyüttü döndü.Ben bu uzun yıllara dayanan yakınlığı seviyorum dişçimden cevizcime balıkçıma domatesçime kadar. Ara bi boşluğun da Ümran'la süt içip lafladık süt içilen dişçi ne güzel demi :)

    Oturdum koltuğa, yine anlattı, "diş kötü görünüyor açarım, muhtemelen kanal tedavisine gider", haydaa gerilim müziği tempo arttırarak beyni doldurdu. Dayanamadım "yahu aynı Şerif gibisin, önceden tüm olumsuzlukları anlatıp, eşşeğimi kaybettiriyorsun, sona da bulunca deli gibi seviniyom. Baştan bu kadar olumsuzluk anlatma "dedim. Gerildim rahatladım, gerildim rahatladım . Eşşek itina ile kaybedilip bulundu. Erkek milleti anam bunların hepsi bu model :)

   Dişimin sinirleri bir süre daha idare edecek güçte çıktı, doldurdu . Protezimi geçici taktı, çıktım vedalaşıp. Eve gelmek için vapur saatine de yanlış bakınca yarım saatte orada kaybettim. Eve geldiğimde saat 21 di, 12 saat sokakta kalmışım senelerdir bu kadar uzun dışarıda kalmamıştım.  

   Günün dört mevsim havası, dönerken titredim resmen. Üzüldüm de diş başıma uzun iş çıkacak diye.Dizim ağrıyor, acaip yorgunum, üşüyorum, kıpırdayamadım gece boyunca. Benim yaşıtlarım zımba gibi çalışıyorlar hala, ben bir günde devrildim. 

   Kendimi beğenmedim ev kadını da değilim öyle on numara , altın günü bile yorucu sıkıcı gelir. Nolcak benim sonum. Huzur evine kaç yaşında alıyolar lan, alırlar mı beni ki. Valla oradan başka bi tek yer kalıyo selvilerin altı , off  erken demi daha oraları için, hadi bee söleyin "erken erken "deyin :)   



   

19 Şubat 2013 Salı

İkinci Bahar Hakları

   Bundan 40 yıl önce insanlar bir kere evlenir, kocan ölse, boşansan evlenmek yakışık almazdı, ayıplanırdı. Hele çocukları varsa kadının "boyunca çocukları var" denir cık cıklanırdı.

   Erkek karısı ölürse çocuklarına bakacak kimsesi yoksa evlendirilir. Ama derin hüzün olurdu o evlerde. Çocuklar sessiz, kadın kahkahasız olurdu. Aklımda böyle kalmış çocukluğumdan . Hatta en çarpıcı iki evlilik mıh gibi kaldı aklımda.

    Biri gelin geldiği mutlu olduğu koca ailesiyle yaşayan sokak bilmeyen güzel kadındı bir de oğlu olmuştu huzur içinde yaşıyorlardı. Erkek 3. yıllarında trafik kazasında öldü. 2 yaşındaki bebekle bir daha o evden ayrılmadı. Oğlunu büyüttü Doktor oldu oğlu . O boylu boslu kadının hayatı üç yıllık evlilikle bitti.

   Diğeriyse kaynana beğenip seçip aldı o da dalyan gibi çok güzel kızdı, ne düğünler yapıldı oy oy. Damat evi 5-6 ay sona terketti "sen kendin için aldın gelini sizi başbaşa bırakıyorum " deyip çıktı gitti. O gidiş asla dönmedi boşanmadı da anasının onaylamadığı sevgilisine dönmüş, ölünceye kadar onunla kaldı. Valla ayrılmadı hiç Vacidanımla gelin, çocuğu da olmamıştı. Vacidanım öldükten sona, oğul da göçünce, evlendi diye duydum gelini umarım mutludur .Paramıydı sorun yoksa başka nedenler mi vardı hiç öğrenemedik.

   Annemle babam korkunç bir evliliği 33 yıl sonra bitirmişlerdi. En küçük çocuk bendim 17 yaşımdaydım. Hepimiz annem ile yaşadık . Babam, ninemin dedemin evine dönmüştü. Evlendi o daha sonra.

   Annem evlenmedi, aklından bile geçirmedi. Güzel bir kadındı.Daha 50 yaşındaydı. Bu akşamki dizide ikinci baharında, aşık olup evlenen kadını görünce, anneme ışınlandım . Çok isterdim bir kere aşık olup, derin muhabbet edeceği, bir erkekle geçseydi ömrünün son yılları. Kaç kez "izin ver kendine, sev birini evlen git, bu oğlanların sorunları bitmez" demiştim .

   Tuaf bir yanıtı olmuştu "başkasının yorganları altına giremem bu yaştan sonra" demişti. Yatağına değil yorganına, bu akşam düştü bu aklıma çok hüzünlendim .Bir yandan 40 yılda çok şeyin değiştiğini fark ettim. Dalga geçiyoruz evlenme proğramları ile ama, orta yaş üzeri yaşlılar daha çok evlenmek istiyor. Bu beni mutlu ediyor, kendilerine yeni bir hayat kurmaya ortaya çıkıyorlar.

   Umarım benim annemde platonik bile olsa aşık olmuştur, içini hoplatan çıkmıştır, bilmediğim bir yaşanmışlığı olmuştur.Keşke dobra dobra yaşayabilseydi keşke.İkinci bahar yaşayanlar arttıkça mutlu oluyorum. 

   Hayatlarının mutsuz gidişatına dur diyen herkesi takdir ediyorum, yeni hayat inşaa edenlere hayranım. Çocukluğumda birde esprisi vardı cuma namazından dönen erkekler dul analarına, imam dedi üç kere sormak zorundayım deyip "ana koca istiyon mu? Ana koca istiyon mu? Ana koca istiyon mu ? diye sorarlardı. Anne de zevzek, amannn deli derdi . Kahkahalar kopardı 
   
    Siz de ananız dulsa sorun bu cuma, çok sevapmış valla öyle derlerdi :))

17 Şubat 2013 Pazar

Anneliğin Dayanılır Ağırlığı

  Küçük kızımız geçen yıl öss'den alabileceği puanı, sınav sırasında girdiği stresten alamayınca. Çok kararlı bir duruşla tekrar gireceğim dedi. Bir çok iyi üniversiteye girebilecekken, " yüreğimin götürebileceği yer " için çabalıyacağım dedi.Bir sürü eş dostla biz de, " bu boktan sistem için bir daha yıpranma, gir işte bir okula" dedik.

   Direndi, üzüldü, içi acıdı çok zaman. Aynı gücü kendinde bulamayan başarılı arkadaşları attı kendini bir yerlere, o red etti kendi yolunu çizdi, takdir ediyorum çok.Geçen yıl çok sert geçtiği için. Ben yokum bu yıl senin için o kadar kendimden vaz geçmeyeceğim demiştim. O da bende seni sıkmayacağım demişti.

   Hafta içi beş gün dersane de, sabah gidiyor çok kez akşamlara kadar ders çalışıyorlar. Grupları çok uyumlu, zevkle, gerilmeden çalışıyorlar. Bana da yansıyor bu, geçen yıldan daha huzurluyuz.

   Kendimden vaz geçmemek de ne lan, sanki her gece dışarı çıkan, acaip aksiyonlu hayatı olan bir insanımda diye, gülüyorum bazen kendime.

   Yapamıyorum onu bırakıp evde, dışarı çıkamıyorum. Haftanın üç günüde evde testler çözülüyor.Kahvaltıyı beraber yapıyoruz, sonra o bir posta kapanıyor odasına. Ara verip geliyor, terapi gibi Türk kahvemizi muhabbetle içiyoruz. Bir daha kapanıyor akşam üzeri , patlamış mısır, pudingli kek, az tv az internet. 

   Uzun bir akşam yemeği yiyoruz orada babaya devrediyorum, ben yemekte sessiz oluyorum çok zaman, dinlenir gibi. Hop bir daha odasına kapanıyor, sonra uyuyor. Şimdiiii bu kuzumun sevgilisi yok, fıtır fıttır gezmesi yok, eller havaya yaşamı yok, ders çalış diye baskı yapmıyoruz. Tüm sorumluklarını üstlenmiş, hayatına asılan üzgün yorgun çocuğumu bırakıp, kendi keyfimi yaşamaya gidemiyorum. Gidemeeemmm. 

   Gitsem gittiğim yerde mutlu olamam, seneye istesem de olmayacak, uçacak yuvadan.Kendime göre içim, ancak böyle huzurlu oluyor. Hani büyük kızım gelse ya, yaşasak ya böle ambianslar. At gibi koşuyo kendi hayatında.Yüzüne hasretim, bu da uçacak kendi hayatına, yaşa işte sona ne yaşayacaksan. Bi çok dostum anlayamıyor benim bu, onlara göre aşırı sorumluluk duygumu.Her insan kendi ruhuna göre dizayn ettiği hayatı yaşıyor, tam anlamak zordur. 

   Ben doğuştan anaç ruhluyum, kendim çocukken bile eteğimde, hep mahallenin veletleri olurdu.Bisikletin tepesinde bile, genç veletlerime  anaçım, bar bar bağırırım "kaskın nerdeee, o ananın ne emekle büyüttüğü kafayı koruyacaksınız " diye . 
  
  Geçen de rüyasında öldüğümü görmüş kızım, ağlayarak uyanmış, çok etkilendim, üzüldüm diye anlattı.Ben annemi kaybettikten sonra yaşamıştım, böyle rüyadan ağlayarak uyanmayı. Çok şaşırdım ve üzüldüm çok erken yaşıyor kayıp duygusunu.  Şu anda tüm gün duygusal ihtiyacı olan her şey tek bende. Biz öyle kalabalık sülaleli insanlar değiliz, kimsemiz yok. 

   O yüzden komple animasyon olmaya uğraşıyom, bu gün önce radyoyu açtım uyansın diye, ayılsın diye de açtım " Ankara'nın bağları büklüm büklüm yolları " diye şakkada şakkada oynuyorum. Deliriyor nereden buluyorsun, sabah sabah bu neşeyi diyor. Videoya çekti galiba, valla kıçı çıkık eşofmanla nete koymasa bari beni ayol .

  Lan evde hiç kimse neşeli uyanmıyor öldürdüler benim de içimi heee, evlada animasyon ayağına, kendimi de test ediyom. Anaaa ölmemiş sanki leeeeyn hoppa " ne zaman sarhoş oldum da kaldıramıyom kollarıııı" :))

   Haftanın beş sabahı boşum, iki gün spora gitmeye çalışıyom, bazen bir arkadaşla kahvaltı yapıyom. O kadar da vaz geçmiş değilim, havalar da güzelleştikçe, daha çok çıkarım sabahları sokağa. Benim için insanı olan sokakta hayat var...

   

15 Şubat 2013 Cuma

Sevginin Ucunu Kaçıranlar

  Bizim apartmanda ki Orhan beyi anlatmış olmam lazım du bi özet geçem. 89 yaşında devlet bankasından emekli, kedisi Oğluşla yalnız yaşıyan, entelektüel, dev kütüphaneli, klasik müzik konserleri makara bantlara kayıtlı. Tüm gün okuyan, yazan çizen,sürekli opera ve konser müzikleri dinleyen, sessiz sakin bi güzel insan.

  İlk tanıştığımız gün balkondan seslenmiştim "Merhaba biz yeni taşındık Semra ben" demiştim. O önce önüne bakmış sonra başını kaldırıp (karşı altımızda yaşıyor) " ama ben yalnız yaşıyorum" dedi. Ne diyo diye düşündüm bi an. "Eeee nolcak biz de üç kişi yaşıyoz" dedim.Yalnız yaşadığı için kimse girip çıkmıyormuş, söyledi sonra .

  Tanışmamızı hiç unutmaz, her bir araya gelişimiz de anlatır. Beni o günden beri sevdiğini, değer verdiğini, çağdaş aydın bir insan olduğumu söyler. Çok nadiren uğrar kahve içerim.

  Bir akşam hastaneye götürdüler. Ertesi gün uğradım sohbet ettik bronşiti, kalbi var, kışlar yoruyor onu. O günden sonra benim evde Öss muhabbetinden içim darlandığından, kimselere üretim fazlası verecek, moralim olmadığından, herkesle azaltılmış ilişki modundayım.

   Geçen akşam üstü bisikletten dönüyom, apartmanın hayat dolu yaşlı kızları yakaladılar beni aidatı çıkarıver yukarıya diye, kapı önü laklakı yapıoz. Orhan bey de çıkıyo "Merhaba  sizin aidatı da vereyim mi ?" diye sordum. 

Yukarı beraber çıktık. Verdi parayı hiç yüzüme bakmıyor ama. "Sizi bilmeden kırdım mı, neden yüzüme bakmıyosunuz ?" Dedimmm haydaaa bir giydirdi bana off offf offf ağzına geleni söylüyo, bağırarak ama, bakıcısı da çıktı kapıya. Onu tam altı aydır  hiç aramıyormuşum, sormuyormuşum, kırıldımsa özür dilemesini bilirmiş, balkondan ona seslenmiyormuşum (balkona da çıkmıyorum lan beeeen ). 

  Makinalı tüfek gibi saydırmaya başladı, o arada bakıcısı çıktı kapıya, onu içeriye çekmeye çalışıyor, o girmemeye çalışıyor. Ukraynalı hoş bir kadın özür diliyor, o bağırıyor, olaya bak akşam akşam . Yahu bisikletten gelmişim ruhumun ayarlarını anca düzeltmişim.Cık cık olay yeri komiseriyim sanki, ya da çılgın paratoneri var ben de he .

   Eski ben laynnnnnnn diye bir başlardım,  stratejik bir savaşla, yerle bir ederdim karşımdakini. Grup terapisi gördüm ya uslandım, silahlarımı şiddet görmedikçe kullanmam. İlk  seansta "alanını korumayı " öğretmişti  doktorumuz. Onu hiç unutmam derin nefes alıp başladım .


    " Sizzz  önce BENİM BİR YÜZÜME BAKIN  lütfen konuşurken, ki bu aşağılamaya girer. Size bir kötülük yapmadım, ne yaşadığım hakkında fikriniz yok, sormuyorsunuz da, ve ben size bana BAĞIRMA HAKKINI VERMİYORUM (büyük harfli yerler de sesim yükseldi, diğerlerinde normale dönen, bir güfte ekleyin okurkene) 

  İki gün sona yine iniyom bisikletle arkamdan biri bi dakka bi dakka ALOOO diye bağırdı bi kat inmiştim, elimde bisiklet geri dönemem, bana olsa ismimle seslenilir dedim yürüdüm gittim.

  Dün akşam üstü tlf. panik ve  ağlamaklı bir ses barbar bağırıyor "lütfen Semranım beni affedin, dün kapınıza geldim yoktunuz, lütfen yalvarıyorum size affedin beni" gevşemiş filim bakıyodum, anaaam çıplak kablodan yüksek gerilim verilmiş gibi zıpladım. Yine makinalı tüfek gibi affetmemi söylüyor üzgünüm, diyor. Allaaam yaaa Yeşilçam film repliği gibi konuşuyo yaş 89 ama maşallah jargon zımba :)

   "Önce sakin olun affedecek bişi yok unuttum bile ben" diyerek sakinleştirdim. Haydaaa yine giydirdi " haklıyım ama ben size öyle yapmakta size çok değer veriyorum ben" dedi. "Değerin çokluğu, hoş görünüzü de çoğaltmalı" dedim. Neyse karşılıklı sevgi saygı temennileriyle barış sağlandı.

  Bu aralar üstüme sık sık böyle bombalar atılıyor, lan beni nolurrrr nolurrrr "normal boyutlar da SEVİN, anasını satiim, bu ÇOK kısmının giydirme kısmı da çok oluyo. Bakın kendi  alanımı koruyorum. Kendi karmaşanızın çöpünü bana dökmeyiniz.Sevginizin ucunu kaçırmayınız, sıkı tutun ısırıyo sona :P

  Hatta herkesi normal sevin yahu, kim bana "seni çok seviyorum" dese, oradan anında buharlaşmak istiyorum, öyle de tırstım he :) Haziran sonuna kadar Öss nedeniyle kapalıyım, sonrasında uzun süre tadilatta oliciim, yokum yokum anlıceeniz. He beni anlamla sevenleriniz kesmeyin irtibatı besleniyorum sizlerden.

   Geçen de  Mehtap bana "sen herkesi çok seviyorsun, benim olamıyacak kadar çok sevenin var, ama ben seni böyle de çok seviyorum" dedi. Müthiş bir özgür bırakan, koşulsuz, kesintisiz, beklentisiz sevme şeklidir bu bayıldım...  



      

14 Şubat 2013 Perşembe

Şekerim Zera

  Çocukluğumun en renkli en kötülük barındırmayan insanıydı. Sevdiği insanlara hitabının başına "şekerim"i eklediğinden lakabı "şekerim Zera" olmuştu. Zehra mahalle jargonunda yuvarlanınca Zera olur.


  Arabacı Mazlum agayla evliydi, çocuğu olmadığı için bir oğlan bebeği evlat edinmişler, sevgiyle büyütmüşlerdi. Bir evleri vardı, ama garibandılar. Mazlum aga sert yüzü gülmez  bir adamdı, sık sık döverdi kadıncığı. Mahalleli müdahale eder korurdu Zera'yı. Onca ah Mazlumu erken göçürttü. Valla sevinmiştik adamın gidişine, kurtuldu kadın diye, Zera'yı herkes severdi.

  Kurban bayramının fanatiğiydi. Buzdolabı olmadığından, etler hemen yenip biterdi. Annemle iyi anlaşırlardı, başlardı sormaya "Melaat kurban ne zaman abam ? " Bu soru on bir ay boyunca defalarca anneme sorulur. Annemde sabırla ne kadar kaldığını sölerdi. Yanıt hep aynıydı Zera'da. " Kurban gelse de et yesek Melaat, içim kurudu bu ,orospu patlıcanı yemekten " der, başlardı patlıcan yemeklerini saymaya.   Hakkatten ne çok patlıcan yeriz ayol biz Ege'liler.

   Yıllar sona onu Uşağın dağ köylerinden bir çobanla evlendirdiler. İbraam abide şahane bir adamdı, odun kırıp baktı onları. Ve nasıl güzel bir aşk yaşadılar, elele göz  göze . Ayıbımıza gelirdi utanırdık, onların bize çekinmeden yansıyan aşklarından. O zamanlar öyle rahatça yaşanmazdı sevgiler, ondan şaşırırdık da.

  Kız Zaraaa diye severdi İbraam abi onu, anamda babamda görmemiştim öyle güzel sevgi. O yüzden sıkça giderdim evlerine, sofralarına otururdum, tüp alamadığından odun ateşinde pişerdi yemekleri, çayları ,orospu patlıcan bile kebap gibi gelirdi bana :) 

   Uzun sürmedi, beş yıl gibi kaldı aklımda. Zera bir akşam fazla yediği makarnadan fenalaştı, hastaneye kaldırılana kadar gitti. Sanırım kalpten gitti. Tüm mahalle çok üzüldü. En çok İbraam abi, oğlan çekti gitti, evi de sattı. İbraam  evden tek kuruş almadan ayrıldı, dağlarına çobanlığa döndü. Duydum ki bir daha hiç evlenmemiş, zaten ilk evliliğiydi Zera. Beş yıl sona o da göçmüş gitmiş. 

  Yaşadıkları o beş yıllık aşk da, müthiş mutlu ve huzurlu yaşadılar. En büyük sevincim o olmuştur, onları her anışımda gülümserim.  

   O güzelim yer evini alanlar mütayitten üç daire aldılar. Lan senin hayat gibi, kader gibi içine edeyim. Ha o insanlar o dairelerde mutlu mesut, uzun yıllar yaşasaylardı ya .Hayaliydi Zera'nın "evi mütayite verecem bi dairesine seni oturtucam abam" derdi anneme, öyle de gönlü zengindi.

  Sevdiklerine kendi duasıyla şöyle derdi " Hamza babam sana binnn binlikkk versinn " Hamza baba da kim hala bilmem :) 

  Bana da Semral diyen tek insan dı. Bir arkadaşımın yazlığında anlattım bunları, çok andık onu. Sabah kalktım, arkadaşımın annesi rahmetli oldu o da, Hidayet teyzem Kuran okuyo "şekerim Zera'ya Yasin okudum" dedi .Onlar da her patlıcan yemeğinde anarlarmış şekerimi.

  İnsan iki kere ölür, bir bedenen, bir de seni anan son insan öldüğünde, ben yaşadıkça anacağım sevdiklerimi. Zera unutulamaz zaten, her yaz orospu patlıcanlarda göz kırpar bana ...

7 Şubat 2013 Perşembe

Başım Hüzünden Öfkeli

   Mahalle balıkçısı İsmail abi bağırıyodu, yetişene kadar arka mahalleye geçmiş.Telefon ettim "barbun varmı ?" Diye "dönüyom on dakkaya, şahane barbun var" dedi aldım bi kilo , ben balkonda o beş kat aşağıda ekonomiyi de konuştuk. Kimse 25 tl lik barbunu almıyomuş, herkes sardalya yiyomuş. Sebepse "kredi kartlarından borç batağında hepsi" dedi.  Bi kilo bize çok gelse de aldım, çektim balkondan .

  Kızımız mezede istedi bi  her şeyi hazır ettim. Mahalle kuaförü kapalıdı alış veriş dönüşü "neden kapadın iyimisin?". dedim.Kızı gelmiş okulundan kafa tatili yapmış, ne güzel dedim. O da "sizin altınızdaki komşu ağırlaşmış ha" dedi . Bi an kim ya , kime noldu? oldum .Apartmanda yaşlı nüfus yoğun.Şefik beyden söz ediyormuş. 

   Şahane adamdır, kökten Atatürkçü emekli Albay Şefik beyim, akciğer kanseriyle harpteydi, "iyi gidiyor " diyorlardı. Kızı ilaçlarla koşuyomuş, berber Engin sormuş noldu diye kızı da " ağrıları çoğaldı serum la ağrı kesiciyi  verecekler " demiş. 

  Yer altımdan kaydı.Çok ama çok üzüldüm, o baba daha torun sahibi olmadı, daha genç 50 li yaşlarında, kızlarına aşık, o anda o kızını düşünmek beni mahvetti.

   Ben annemin son günlerinde, bilinci gittiğinde, ziyaretçi kabul etmemiştim. Onlarda etmiyorlar,çok iyi anlıyorum. Bu gece  rakımızı  Şefik Ordu için içtik. Adam doğuştan askerdi soyadı bile Ordu. Sohbetlerimiz olmuştu, balyoz harekatına üzgündü gidişattan öfkeliydi.Umarım umarım yırtar,iyileşir.

   Giden gidiyor da, kalan mahvoluyor. Ben 41 yaşımda kaybettim annemi, o yaşımda bozulan dengem 50 yaşımda anca azcık düzeldi, ne kadar düzeldiği tartışmalı. Kızlarına içim gitti.Göz yaşlarım akıyor şu anda, onları düşünerek
   .
  Eski yöneticimiz, iyi olsaydı parayı ben toplucaktım ,o idare edicekti, apartmanı, anlaşamadığı bir sevimsiz vardı  apartmanda iki oldular.O yüzden bırakmıştı yöneticiliği ki, herkes söylüyor yaptıklarıyla apartman şahane olmuş.
  
   Sevdiğin insanın gidişini izlemek, düşmanıma vermesin derim. Rakıda, balıkda, bende, şu anda karmakarışığız. Şefik bey bisikletimize izin veren yöneticimiz, apartman sakinleri öyle demişti "sevildiğinizi bilin, herkesin evine çıkarın bisikletinizi derdi. Bir size izin verdi" demişlerdi. Mtb aşağıya bağlı ağır diye zor geliyo çıkarmak, diğerleri yukarı da .

  Beş yıldır bu apartmanda oturma sebebimizdi. Umarım savaşından zaferle çıkar . Ben çözümün elimde olmadığı, çaresiz anlara, hüzünle beraber, acaip öfkeleniyorum neye faydası varsa, şu anda da öyleyim. Şefik beye, çaresizliğe hüzünlü ve öfkeliyim ... 

Her Yerde Muhabbet Yaratırım

Mavişehir sports spor salonuna kızım üye olunca, çok küçük bir farkla bende üye oldum.Dizime plates önermişti doktor.Başladım gidip gelmeye devasa güzel bir tesis yok yok. Her şey var ama kesinlikle ruhu yok enerjisi yok. Sporunu yapıp çıkıyorsun. Hamsterlerin çemberde dönmeleri gibi korkunç bir ruhsuzlukla spor yapılıyor.

İlk kez gittiğimde, plates salonunda mezar taşı gibi minderlerine oturmuş hocayı bekleyen, yaşdaşlarım ve azcık gence selam verdim. Öleee bakıyolar yahu selam verdim vermicekseniz de gülümseyin bari diye bağırdım. Çıt yok odun gibi bakıyolar. Bir arkadaş otur kızım zorla selamlamazlar dedi :)

Bu hafta yine dayanamadım "arkadaşlar gülümsemiyorsunuz yaptığınız spor hücrelerinize ulaşmaz, dönün yanınızdaki insanlara selam verin, kocaman gülümseyin" dedim okullar tatil diye gençler çoktu, onlar kıkırdadılar, bana bakıp kocaman gülümsediler. Benim kuşak duvar anasını satiim . Tam o sırada plates hocası geldi, inanılmaz enerjik, güzel gülen, işini titiz yapan biri, noluyo dedi onada söledim "haklısın" dedi.

Ders bitiminde İsviçre'den dönüş yapmış bir arkadaş "ben de aynı durumdan çok rahatsızım" dedi. İşte dedim üç kişi olduk biz çoğalırız zamanla. Onlarda mezarlıklarında selviler gibi hışırdasınlar (lisede bir hocamızın lafıydı anlayan var mı, anlamayan var mı? Çıt çıkmazdı "selvileriniz hışırdıyo yine " derdi).

O arkadaşın gazıyla ertelediğim sulu kısıma girdik. Buhar, sauna, jakuzi, havuz bölümü. İlk buhara girdim, tabii her girilen yerin bir raconu var, bilmeyince minik sorunlar yaşıyosun. Oturulan mermerler yıkanıp lastikle suyu alınıyormuş, gördüm başkasından bende  yaptım. Onu atlattım. Saunaya girdim, bir karı koca, bir yaşlıca hanım, bir bey, kümeste sıralanan tavuklar gibi dizilmişler, bi tavukta ben aldım yerimi. 

Kapıda bir yazı var gözlükler dışarı da kaldı okumaya çalışıyom uzaktan, o arada terledim heee "havluyla girin" yazıyo. Layn bunu girmeden önce yazsanıza demi . Hadi çıktım aldım havlumu, o arada yaşlıca hanım gülümsedi "ilk kez geldiğim belli oluyo" demi dedim. Sona çiftten kadın terlikle girilmiyo, dedi yeniyim sobelenip duruyom dedim , hadi terlikleri de dışarda bıraktık.Basamak basamak oturulan yerlerde, sıcaklıkta artıyomuş, onu çıkınca sölediler.İkinci basamakta hızlı piştim de :)

Sona dışarıda tanıştım yaşlıca hanımın adı Latife'ymiş, çok keyifli kendiyle barışık, kadınla iki dakkada sohbet edip kahkahalarla gülmeye başladık. İsviçre'li dayanamadı karşıdan geldi, muhabbet var diye. Çiftten kadın da yandan dinliyo du, dayanamadı o da katıldı, sandalyeleri çevirdik birbirimize, muhabbet şamata başladı.

Karı koca benim yüzümden kapışmışlar, kulaklarımda tıkaçla girdim ben, sölemiş duymadım. Adam "ben varken söleme çıkayım sona söle" diyormuş. Erkekler sevmez  böle şeyleri, kadın da duyuramadım da sana diyor,  kahkahalarla konuşuyoz. Kocaları kaçıştı, hiç sokulmadı yanımıza zaten :))

Şerif'e anlatıyom orayıda karıştırmışsın dedi. Yahu ne karıştırması, muhabbet kurduk işte, o da nefret eder böle şeylerden .

Nereye gitsem oralı gibi olabileceğimi çok kez test ettim, oldukça başarılıyım. Ama Bostanlı'da çok zaman aldı bu, insanlar dışa açık görünselerde, çok kapalı ve yalnızlaşıp içe dönmüşler.

Ama her zaman gülümsemeye, muhabbete, kompleksiz insana, kendiyle barışıklara, anlatacak hikayeleri olanlara, 7 den 77 ye herkes sokulur . Onların hep etrafında gençler, keyifli insanlar olur.Ben de onları napar yapar bulurum, sokulurum, anılarımda yer açarım hepsine.

Hayatınızda bu anlamda anı bırakmış, insanları aklınızdan geçirerek selamlayın, o kişinin bir anısını anlatın birilerine. Bu ruhu taşıyanlarrr, benim hayatımda hep olun, yenilerini tanıyacak olma umudu hayatımı  güzelleştiriyor...