27 Kasım 2013 Çarşamba

Aşkın Cinsiyeti Olmaz

   Boynum ağrıyo, asılınca iyi gelir diye sahildeki sağlıklı yaşam zımbırtılarına gittim. Baktım güneş vuruyo kedi gibi yayıldım banka bisikletim dibimde. Güneş iyi geliyo yumdum azcık gözlerimi de. Yanıma birisi oturunca açtım baktım genç, güzel, ince uzun bir kız.

   Kısacık sapsarı saçları ve enfes bir yol bisikleti var altında. Yanına koydu bisikletini gülümsedi. İkimizde güneşte oturan kedi olduk sessizce. Sona ben "ne güzel bir bisiklet" dedim "benim değil arkadaşımın, benim de var ama İstanbul'da" dedi.

   Mırıl mırıl konuşmaya başladık dereden tepeden. Prestijli bir işi varmış, iyi eğitimler almış, rahat bir hayatı olmuş. Aşk için gelmiş İzmir'e vedalaşıyorlarmış. Aşk da İstanbul'da yaşıyormuş, ama İzmir'liymiş gitmeden, şehrine vedaya gelmiş, son anlara kadar beraber olmak için buradaymış o da. 

   Aşksa vedalaşılıyorsa çok üzülürüm "çözümü yok mu ?"  dedim. Yok o Amerika'ya gidecek işi gereği uzun yıllar  kalacak, ben işimi seviyorum bırakamam, o ülkede var olmaya çalışmam aşkımızı kötü sonlandırır, dedi.

    Ben de ona, çocuksuz olarak devam eden hayatımın yeni dönemini anlattım, yaşlanmaya başlamaktan, hayattan konuştuk, bisikletçi veletlerimden söz ettim, arada kahkahalar attık. 

   Beraber denize bakarak hüzünle sustuk. Anlattığı aşkın romantik, çıkarsız, keyif dolu oluşu, ayrılığa karar verme nedenlerindeki netlik (ki artık herkes kendi yoluna gidecek de dedi) hüznü katmerledi. Güneş batmaya başladı hava serinledi, ayaklandık evlerimize dönmek için. 

   Döndü bana "size sarılabilirmiyim" dedi. Kocaman sarıldık bunları aşmış donanımdasınız ondan söyleyeceğim "aşkım da bir kadın" dedi. Gülümsedi ben de gülümsedim. Bindi bisikletine süzülerek uçtu gitti.

   Bindim bisikletime hem gidiyorum hem düşünüyorum,  sihirli dünyalara taşıyor beni bu iki teker. Bisikletli olmasak böyle hızlı ve derin sohbete kapı açmak imkansızdır.

   Adını sormadım, aşkının kadın olması beni ilgilendirmedi, geride kısacık bir anı, derin bir iz bıraktı, bir de hüzün. Hayat çok korkunç ve yalnızlık vahşi. Umarım bunu anlayıp başka bir çıkış yaratırlar kendilerine yeniden kavuşurlar ben diledim. 

   Yahu evrenin kıyağına bakın, canlı film sundu bana, kesin ödül almıştır bu film :))
   

   

20 Kasım 2013 Çarşamba

Ölüm

   Biliyorum başlığa bakınca "noluyo laaan" demişsinizdir. Yok be kendimi öldürmeyi falan düşünmüyom. Dün akşam koşa koşa "Meditasyon ve Felsefe" konulu dostumuzun hazırladığı neşeli bir seminere katıldım.

   Oradan Cinatı'mıza geldik bir sürü veledim sardı sarmaladı beni sevgi ile, kahkahalarla şahane muhabbet ettik. Orada o halde görseydiğniz halimi daha da çok şaşardınız şu anda yazdıklarıma, bende şaştım sonraki duygularıma. 

   Yani hayatım boktan değil çok şükür. İç huzurunu anlattı meditasyoncu anlatıcı. Şahane iç huzuru dinamiklerimi oturtmuşum, onu da gördüm anlatılanlardan. Uzun ince, emekle yürünen yoldur HUZURun yolu.

   Gece yattım yatağıma gayet huzurla ve ansızın iki damla yaş aktı gözümden. Kendi ölümümü düşündüm gözyaşlarımla, o anda gidiyorum gibi hızla vedalaştım her şeyle. Hem şaşırdım ağlayışıma, hem hiç bir beklentimin kalmaması garip geldi.

   Bu satırlarıma bir sürü insan şaşacaktır, beni "ne güzel hayat dolusun" diye severler. Oysa ben "hayat boşuyum" hiçliğe bakıyorum çok zaman. 

    Küçük kızım üniversiteye başlasın, ayakları üzerinde sağlam durduğunu göreyim, o zaman "hazırım hadi gidelim" diye pazarlık yapmıştım yıllar önce. Sanırım o zaman da olduğumu düşünüyorum. Görevimi tamamladım gibi geliyor galiba.

    Siz hiç kendi ölümünüzü düşünürmüsünüz zaman zaman? Kendinize bak şu da tamamlansın hazırım dermisiniz? İnsanlar çok korkuyorlar ölümden, cenazelerde daha çok kendileri için ağlıyorlar gibi gelir bana (yakınlar hariç).

   Bu yıl çok arkadaş kaybettik, ondandır belkide tüm bu duygulanmalar. Çok fazla yasa maruz kaldım. Yaşıtlarımız gitti hep her gün yaslı birisiyle görüştüm şu sıralar. Ülke de sıkkın, herkes mutsuz. Seminer sırasında genç güzel bir kadın bomba gibi patladı "kapitalizm beni her gün mutsuz ediyor" diye. Öfkeli ve çok huzursuz, işte orada parantez açıp iç huzurunu daha çok anlattı meditasyoncu.

   Bir de "boş yuva sendromu" var, çocuklar büyüyüp evden gittiklerinde annelerin girdiği depresyonun adı bu. Ona mı girdim acaba yahu :) 

   Bisiklete biniyorum, yeni dost grupları kuruyorum. Neşem de hüzünüm de denge de, ama bu günlerde az konuşmak az gülmek istiyorum. Yüzüm asık, çok iyiyim rolü yapmak da istemiyorum. Bir süre de böyle gitsin bakalım. 

   Haaa veletlerimle kudururken görürseniz "ne lan bu halin hani ölümü düşünüyodun" demeyin onlarla her zaman delirebilme damarım hazırda bekler :)))   

17 Kasım 2013 Pazar

Öfkeyle Harmandalı Oynamak

   Dr. Herriet Lerner'in "Öfke Dansı" kitabı vardır. Özeti şöyledir ; Öfkelerinizi tanıyın, yüzleşin, kanka olun, hatta mümkünse güzelce dans edin, başarırsanız daha güzel insan olursunuz diyor. 

   Biz Türk'üz, öyle sittinsitesi delirdiğimiz, zaman zaman harlayıp, bazen küllendirdiğimiz ÖFKEmizle şakkadak dans falan edemeyiz. Yakın temas ne la şöle uzaktan çiftetelli yok yok onda da kıç baş çok oynuyo. Harmandalı iyi bak ağır ağır oynanabilir, fonda çökertme falan çalabilir.

   Bu aralar o kadar çok öfkeye tanığım ki, sanırım bu kendimi çözmekten kaynaklanıyor, çözünce daha net görüyorsun karşındakini (sadece deli öfkelerimi çözdüm he, bi sürü şey daha var arızalı) Çıplak kablo gibi herkesin öfkesi  çarpar oldu. Zaman zaman çok yorucu oluyor, öfkelilerden kaçıp kendimi korumaya alıyorum. Evimden çıkmaz oluyorum, daha neşeli insanlarda boşa takıyorum vitesi.

    En azılı öfkeler baba, anne, boşanılan eş, terk eden sevgiliye, nassı yakıyor varyaaa acı biber değmiş gibi bulaşıp kavuruyor insanı :(

   Hep derim yaşarken hesaplaşın, öfkelendiğin ölürse öfken elinde seni yakan kor gibi kalıyorsun. O zaman onu ne yapacağını bilemeyince sıyırmanın ucunda habire dağlanıyorsun.

   Acısız öfkeler daha çok tahammülsüzlükten kaynaklanıyor. Onu sevmem bunu sevmem insanlarında çoktur bunlardan. Kedi seven kedi sevmeyeni sevmez. Sağcı solcuyu sevmez, dindar ateisti sevmez. Evli bekarı bekar evliyi sevmez diyeeee uzar gider konular.

   Ben babamdan nefret ederdim (içimdeki doyurulmamış şefkatin suçlusudur) ona duyduğum öfkenin dizgini yoktu, ne küfrederdim ki ona off off .Gerçekte hiç kükremedim, bağırıp çağırmadım, kavga etmedim o kadar ilişkisizdik. Şakkadak gitti adam, kala kaldım elimde öfkemle, inançlıyım gidene sövemem de. İlk büyük depresyonumun startıdır. 

   Ondan sona maşallah vizesiz ülke gibi oldu ruhum, her tür depresyon elini kolunu sallaya sallaya girer çıkar oldu. İlaçlı tedavi, grup terapisi, bünyeyi alkole bandırma, dine sığınma, alternatif tıp, gibi her tür atraksiyonun şefi oldum. Hala çalışıyom, müdür olcam diye :)

   Babamı affetmem çok uzun sürdü, (bak direk baba yazdığımı fark ettim ki, baba demem o affedişten sonradır) affettim çünkü; Bana hiç bir faydası olmadı öfkenin, tersine senelerce üzdü hırpaladı içimdeki uçurumu büyüttü. Affetmek ruhumu rahatlattı, içimi acıtmayı bıraktı öfkem, hafifledim onu anınca sinirlenmeler bitti. 

   Affedin gitsin her öfke kaç tane sağlıklı hücremizi öldürüyor acaba? Ben o hücreler için ne kadar km pedal çevirdim kim bilir? Heba etmem arkadaş cimriyim o konuda :) 

   Şu anda bir meydan da, büyük bir kalabalıkla öfke olmaktan çıkardığımız bir şey için hep beraber Harmandalı oynadığımızı hayal ettim, amma muhteşem olurrrr sırıtıım bi an. Ya tamam müzik konusunda oylama yaparız, ama konu uzar gelin he deyin, Harmandalı iyidir iyidir :))  

11 Kasım 2013 Pazartesi

Can Sıkıntısı

   Geçen gün bir yerde okudum, ki okuduklarım seyrettiklerim çok zor kalır ezberimde. Ahhh hepsi kalsa aklımda varyaaa, amma entel olurdum be, yeri geldiğinde şak diye alıntı çıkartanlara hayranımdır.

   Schopenhauer demiş; İnsanoğlu doğduğu andan itibaren gelecek kaygısıyla boğuşur, tüm çabası geleceğini garanti altına almaktır. Bir şekilde gelecek kaygısı olmayan insanın artık tek derdi CAN SIKINTISIdır. 

   Çok etkilendim bu sözlerden, başka gözle izlemeye başladım çevremi. Tüm yaptığımız can sıkıntısını gidermeye yönelik, spor, eğlence, seyahat, sanat. Bir kadın bisikletçi  çıldırmış halde şöyle dedi. "Bir ayda 1900 km yol yaptım, evim tertemiz, her şeyleri yıkadım pakladım ama hala içimde  düz duvarlara çıkacak, dağlara tırmanacak, aylarca yollara çıkacağım güç var." 

   İçindeki üzerine üzerine gelen can sıkıntısından kaçma paniğini derinden hissettim. Mutsuzluk can sıkıntısının kankası, beraber takılır onlar. İşleri güçleri seni yere sermektir.

   Bu arada zenginlere de çok üzüldüm ayol, ne büyük can sıkıntısı içindeler hepsi, aklım fikrin onlarda :)

   Benim babaannem (nine derdik hepimiz, babanne de ne yav) kocaman bir evde geçirdi çok uzun yıllarını. Her gün rutin işini yaptı, çok çok az sokağa çıktı, sokağa penceresi bile yoktu evin, akşam üstleri bir karış araladığı kapıdan, sokağı izlerdi bir kaç saat. Ne kadar görünürse geçenler artık, saniyelik kısa film gibi adeta.Tv falan olmayan yıllar radyosu da yoktu düşünün bi. Sık sık ninemi düşünür oldum bu günlerde ve içindeki ağır huzurlu duruşu kendime rehber seçtim.

   Napıyosun dediler mi "duruyorum" diyorum, şaşırıyorlar sokağa çık şunu yap bunu yap diye bir sürü şey öneriyorlar. önerilenin çoğuda kendi can sıkıntılarında kullandıkları savaş aletleri bence. Azcık bisiklet biniyorum, kitap okuyorum, her gün 1-2 film izliyorum, gazetelere göz atıyorum, sessiz sakin yaşıyorum. Çocukken de böyleydim ben, kitap ve filmler yeterde artardı.

   Hafta sonları kahvaltı bitince planımız yoksa Şerif can sıkıntısı çökecek diye dehşetle "hehh napcaz şimdi" diyor. Adama da hiper aktif çocuk velisi gibi habire proğram yapacaz haa "laynnn al bisikletini git şırk kendinide rahatla düş yakamdan" der oldum. Bu bisikletler olmasa ne halt yiyecekmişiz bilmiyom gare :)

   Emekli olunca yaşayacağınız büyük şoka hazırlanın, ön hazırlık yapın, hazırlanmazsanız "hehhh napcaz şimdi" "boku yedim" uçurumlarına düşersiniz. Benim size tek tavsiyem mutlu olacağınız hobiler bulun, "bir bisiklet al sokağa çık hayatın değişsin" (slogan benim imalatım, kaynak göstermeden çalana çarparım :)  gösterilen kaynak da oldum ya ben peheyy ) 

   En büyük tavsiyem de öyleceee durun, sadece durun, saatlerce akan sokağı, çarşıyı, doğayı, bir şeyi izleyin işte kıpraşmadan öylece, boş boş da bakınabilirsiniz çok tavsiye etmesem de, izlediklerinizin anlamları olsun bari. Napıyomuşuz hep beraber tekrarlayalım DURUYORUZ.

   Diyeceksiniz ki "senin canın hiç sıkılmıyor mu?" sıkıldığı zaman yazıyom facee, bi sürü veledim, velet ruhlu arkadaşım  geyiğin kralı ile açıyolar içimi hepiniz iyi ki varsınız...

   Bu yazımı yazmaya başladığımda, 31 ekim öğleden sonra, Nuray tlf etti "koş Akın'a bişi olmuş" dedi. Fırladım evden oysa o anda Akın " hadi bana eyvallah" demiş bile. Şokum hala devam ediyor, bu yılki beşinci arkadaşımız yürüdü gitti. Hepsi orta yaşlarında aniden, arkalarında kendilerine aşık kızlarını, hala seven eşlerini bırakarak gittiler. Yarım kalan yazımı ancak bugün tamamlaya bildim.

   Hayat kısa kuşlar uçuyor ...