14 Aralık 2014 Pazar

Bir Bisiklet Aldım Sokağa Çıktım

   İzmir'e küçük kızımızın lise öğrenimi için gelmiştik, öğrenim bitince Manisa'ya geri dönecektik.Ev bulunup yerleştik okullar açıldı. Kızımız okula, eşim işine, ben ev de, hayatımız başladı rutinin de dönmeye. Doğduğum yerden ilk kez ayrılmıştım 47 yaşım daydım. Her zaman spor ufak da olsa hayatımız da olmuştur. Yürüyüş, trekking severek yaptık eşim Manisa'dan gelir bisiklet derneğinin etkinliklerine katılırdı. Ben lise de bırakmıştım bisikleti.

   Bir yıl yalnızlıktan aklımı bozdum buralar da "hayalet gibiyim kimse beni görmüyor" diye ağlıyordum. Hala buradaki büyük şehir yalnızlığı beni çok üzer. Bisiklet yolunu yürüyüşlerim sırasın da görmüştü de cesaret edemezdim eğer mahalle fotoğraf sanatçımız Coşkun Timurel olmasaydı. Bir gün eşim kızım Coşkun çıktık bisiklet binmeye 3 km de 5  kez dinlenince moralim bozulmuştu dost Coşkun çok destek verdi "yürü yaparsın yavaş yavaş açılırsın" diye.

   Bir hafta sonu zorlaya zorlaya gittiğimiz (zorlanan benim eşim iyidir bisiklette) Kaklıç köyün de denk geldiğimiz Egepedal bisiklet grubuna katıldık onların destekleri ile o yaz sürekli binince kas yapım güçlendi, özgüvenim arttı, mesafeleri daha rahat gitmeye başladım. Yavaş yavaş şehrin için de de korkusuzca gidip gelir oldum. Tüm bisiklet gruplarıyla tanıştık, uzun tur olan Gökova bisiklet turuna, Kapadokya bisiklet festivallerine katıldık. Görmediğimiz coğrafyalarda çok az masrafla ağırlandık, ülkemizin her yerinden bir sürü bisikletçi dostlar edindik.

   Bisikletli aktivist grup olan Karşı Bisikletle yanlışlara bisikletle tepki koymalara koştuk.Trafik de biz de varız diye her ay yapılan bisikletli sokak eylemi olan Critical Mass'in kurucuları arasında yer aldık.

   Karşıyaka bisiklet için çok uygun bir semt, her yere bisikletle gidiyoruz, bakkala, manava, dostlara, ulaşım aracımızdır. Otobüs paraları cebimizde, sağlığımız bedenimiz de kalıyor. Kapı önün de duran arabamız kullanılmamaktan kuş tuvaletine döndü :)

   Ömrüme yüzlerce genç katıldı varlıklarından bahar yağıyor, onları "veletlerim", bir yığın da güzel ruhluyaşdaşım yağdı,  onları da "velet ruhlularım" diye severim.Sadece 5 yılda bu şehir de kendimize yeni dostlar edinmemizin, yaşadığımız hayatın bu kadar güzelleşmesi, sağlıklı keyifli olmamızın tek nedeni "BİSİKLET"dir. Bisikletin hayatımıza kattıklarından dolayı Manisa'da ki evimizi sattık ve buraya dönmemek üzere yerleştik. 

   BİR BİSİKLET ALIN SOKAĞA ÇIKIN BIRAKIN HAYATINIZA GÜZELLİKLER DOLUŞSUN.

   Bu gün bloğumun ikinci yılı, sonsuza dek teşekkür edeceğim blog kurucum Mehmet Yakın'ı da hayatıma bisiklet gönderdi. Nice yazmalı bisikletli yıllarımız olsun blogcuğum :)  

20 Kasım 2014 Perşembe

Kendini Beğenmiş Bisikletçiler, Solcular, Sanatseverler

   Gürkan Genç'in bir paylaşımının altına "de" ayrı yazılır demiş bi densiz, o da kibarca sittir lan demiş. Yahu delikanlı dünyayı geziyor kas gücüyle, sen hala de de da da mısın yuh kere yuh. Sabah sabah deliriverdim beynime hücum edenlerle. Du anlatam size de muhabbet olsun :)

   Çalıştığım yıllar da sağlam solcularla çalıştım tamam emretmezler, iş paylaşımında adildirler, ast üst takmazlar herkes çalışırdı. Musmutlu çalıştım, ama bir duvarları vardı arkadaş içimi kuruturdu o duvar, senin okuduğun kitabı, izlediğin filmi, gazeteni hep küçümserler öyle teorik bakarlar dı ki hayata, benim gibi düz kafalar iki dakkada sıkılırdık onlardan. 
Hala teorik solculardan sıkılırım bugünkü siyasi durumda payları olduğunu düşünürüm onların o "herşey bizim beynimiz de" diye bizi ötelemenin getirisidir şu anlar.

   Benim hayatın içinde varoluşum, yaşam tarzım, düşüncelerim de fraksiyonsuz solcudur, şimdiler de yine kategorilediler tatlı su solculuğundan Atatürk'çülüğe rütbe verdiler sağolsunlar :)

   Bir de bisikletçi versiyonu var bunların, yaptıkları kilometrelerin onları Tanrı katına taşıdıklarını zannediyorlar. Valla bak abartmıyom, seni kilometren kadar ciddiye alıyorlar. Giyim, kuşam, bisikletin markası, hepsi rütbe hele hele kilitli pedala geçmemişsen "ayyyy iğrençsinnn zavallısııınn" bakışları vardır. Bunlarla inanılmaz dalga geçerim sivri dilimden nasiplerini alırlar.

   O bisiklet festivallerine kötü bisikletlerle terleyince kurumayan giysilerle gelip aslanlar gibi pedal basıp savaşçı gibi turu tamamlayanlara büyük hayranlık duyarım. İki kişiyle laflamıştık Gökova bisiklet turun da onlarla ilk konuşanmışız (turun 3. günü düşünün) kimse tanışmamış laflamamış taaa Samsun'dan gelmişler sessizce pedal bastılar sessizce gittiler. Rütbeli hindiler de ortalarda kabara kabara geziyorlar dı. 

   Kıçımın bisikletçileri, ayyy bi de bunların kadın olanları varrrr Allam Allam arkana bakmadan kaç, her biri İngiliz Kraliyet ailesinden anasını seveyim. Bekar olanlarına erkekler sokulamaz bile herkese aşşaa tabaka olarak bakıyorlar yapayalnız geçiyor oysa ömürleri farkında bile değiller.

   Kendi çapım da bisiklete biniyorum gittiğim yer hep aynı Kaklıç köy kahvesi, azcık spor yapıyorum ve en çok da eğlenmek için bisiklete biniyorum, EĞLENİYORUM arkadaş. Bisiklet günlük yaşam da daha çok kullanılsın diye de sokak aktivislerindenim o kaa hepsi.

   Çok şahane insanlar da var heryer de olduğu gibi mütevazi, yaptığı turları laf geçmedikçe anlatmayan, anlatırken "sen de yapabilirsin" duygusunu damardan verenler. Hayranlıkla izliyorum onları sağlıkla yaşasınlar.

   Kendini beğenmiş sanatseverler en korkunçları hiç bir şeylerini paylaşmazlar gel şu filme gidelim al bak şu kitabı oku asla demezler. Okudukları kitabı öyle bir anlatır ki sanki o yazmış ve sennn okusan bileee anlayamazsınnn gibi gibi duygularla anlatırlar herşeyi. Korkarsın "yaaa ben de şöle bi film izlemiştimm" desen anında aşağılar filmini. Laynn aşağılayacak kadar izlemişin ya denyo, sevme ama ezikleme de. Bunlar da kimseyle paylaşmadan yapayalnız yaşarlar. 

   Her yıl yüzlerce film izlerim, elime geçen her kitabı okurum, dergi gazete mizah dergileri takip ederim taaa çoçukluğumdan beri hem de. Ama en büyük keyfimdir Kaklıç köy kahvesin deki yaşlıların anılarını dinlemek.

   Sabah sabah hepsi resmi geçit yaptı zihnim de, tanıdıklarımı da anmış oldum. Mütevazi olun abartmayın sittirik işlerinizi, çok ciddiye almayın yaptıklarınızı. 
Tüm o kilometreler, kitaplar, filmler, siyasi duruşunuz, ruhunuza ne kattı, dönün oraya odaklanın, yamuklarınızı görün, ruhunuzun zenaatçisi olun yontun, arının, temizlenin yeniden, ruhunuzu güzel bir esere dönüştürün. İnanın bunu yaptığınız da hayatınız değişecek siz daha neşeli, hayattan keyif alan keyif veren ölümden korkmayan bilge insanlara dönüşeceksiniz...   

2 Kasım 2014 Pazar

İzmir Doğançay Mezarlığı

   Bu gün ansızın giden bir mahalle komşumuzu yolcu ettik. Koşa koşa gittim Bostanlı camisine araba bulursam mezarlığa da giderim demiştim. Buldum bir araba iki genç ve bir dostumuz muhabbetle yola çıktık. 

   Yolda başka cenaze arabasının arkasına düşmüşüz, yakaladık bizimkileri arkasından takiple geldik Doğançay'a. Nasıl olduysa yine başka cenaze arabasının arkasında kaybolduk mezarlıkta, numaraları var arabaların ama küçük görünmüyor, (çok mu zor takip eden arabaların göreceği ışıklı yapmak o numaraları) tlf edildi ulaştığımız da imam okumaya başlamış bile, adam hızlandırılmış film gibi okuyor hiç bişi anlaşılmıyor. İnanılmaz hızla defnediliyor yere çökülür duanın bir yerin de, imam çökemez ki, çökse kalkamaz şişmanlıktan, o ayakta cemaatte ayakta. 

   Herkes tlflarla olduğu yeri tarif ediyor, bir sürü araba kaybolmuş tam bir kaos ve karmaşa yaşadı görebildiğim dört cenaze sahipleri. Herkesinkiler kaybolmuş bağırış çağırış  huşusuz bir telaşla hızla bitirildi dini seramoni, koşa koşa araçlara binildi. Biz çıkarken yine kayboluyordu başkaları. İzmir marşıyla girip İzmir marşıyla terk ettik ortamı.

 Şakkadak oyuncular değişiyor hemen yan tarafta oynanıyor aynı hızla aynı skeçler.Hüzünlü bir komedi de vardı,sigara içenler, acaip giyimli kadınlar, kıkır kıkır gülüşenler, laflayanlar, tırsıp geri de duranlar.

   Oysa hava şahaneydi orada daha fazla vakit geçirilebilir di insana huşu vermeli, koşarak kaçma duygusu değil. 

   Manisa'da başarıldı bu işler insanlara tabure, helva ekmek, su, güneş şemsiyeleri veriyor görevliler, belediye güzellikler yapıyor acılı insanlara tabureleri son insan gidene dek toplamıyorlar. Uzun uzun oturuyor herkes, laflıyor, helva ekmeğini yiyor, suyunu içiyor, sonra yavaş yavaş ayrılıyorlar. Çok başarılılar her işlem aynı yerde yapılıyor, tek kuruş alınmadan, insanlara muazzam hassasiyetle davranılıyor. Demek olabiliyor ki Manisa yaptı. Sen İzmir sen, neden acılı insanına, son yolculuğun da olana böyle bir şeyi reva görüyorsun yahu :(  

   Ben yarın yine oralar da olacağım başka bir dostumuzun babasına güle güle diyeceğiz. 
Hayatın bu tarafı da var ürkmeyin böyle günlerde mutlaka mutlaka yanlarında olun. "Kötü gün dostluğu" en unutulmayanıdır, birgün yaşayınca derinden anlar herkes bunu.

   Bir kadın gördüm 1914 doğmuş 2014 gitmiş vayyy be net 100 yaş içimiz ferahlasın da hep erkekler erken gitmiş ayol bu pafta da. 

   Tırsmayın hemen böyle şeylerden, sordum ben bisiklet binenleri geç alıyoz abla dediler hadi hadi pedalları döndürelim :D

28 Ekim 2014 Salı

Çok Çektim Uzun Boyumdan

   Ömrümce hiç bir fayda sağlamadı bana uzun boy, bir tek Şerif uzun boyluyum diye evlenmiş benimle ayol bu bile boşanma sebebi sayılır zekana, mizah duyguna falan de demi :)

   Manisa İzmir arası seyahatlerde yoksulluktan annem bana bilet parası ödemesin diye ön koltuğun altına bacaklarımı "sok sok" diye zorlardı. Bedenim ince narin görüntüden çocuk görünüp yırtıyom ama, boy kızlara göre uzun arkadaş naparsan yap daha fazla sokamazsın. En fenası da büyük abim Edremit'te ortanca Foça'da yaptı askerliklerini onlara da yalnızlıktan sürükler götürürdü beni. Otobüs tutar ana kucağın da 9-10 yaşında seyahat ediyosun korkunçtu yahu.

   İlkokulda boyum uzun diye trampet takımına soktular bir gayretle çalıyom büyülenirim müzik aleti çalanlara herkes balkona bak balkona bak (ritmi bilir benim kuşak) çalıyo ben Ankara'nın bağları inanılmaz uyumsuzluk, oradan borozana verdiler millet "dodot dodot"  çalıyo benim ciğer minnak "fiiiiii"  diye zor ses çıkıyo, koca davulu verdiler çok ağır gidemem ben bunla dedim. (Müzik kulağım ve yeteneğim olmadığını ilkokulda öğretmenler de, çok üzülerek olsa da, ben de kabul ettim.)

   Çok sinirlendi öğretmen, kararlı da ama koyacak bir yere, yürüyüşçüler uzundan kısaya gider boy sıralaması yine en başta ben, ayaklarım uymakta zorlanıyo provalarda zorrrrla uyardım resmi geçitte sallardım herkes  sağ sağ adım ben sol sol adım :)

   Aynı düzen de aynı denemeleri ortaokul da da yaptılar yine yürüyüş başına dikildim hatta bi de başkan olurdum en orta da tek ne sıkıntılı iş grubu idare edicen "sağ sağ sağ pezevenkler sağ" diye de tempo verirlerdi erkeklerin grup (erkek kız ayrımıydık yav biz bak öyleydik galiba) :)

    Ortaokulda enfeksiyonların sıklığından işitme sorunlarım yoğunlaşmıştı sınıfın en önünde oturuyorum sınıfa ilk kez giren öğretmen yalı kazığı gibi bana şaşkın bakar arkaya geç derdi. Hadi bakam açıkla "ben işitemiyom arkada kulak sorunum var" diye. Arkadaş benim bu çıkıp çıkıp laf söylemelerim oralarda başlamış daha ha :)

   Geldim liseye ilk sene öğretmen bakıyo seçiyo direk bana "sen gel Türk bayrağını taşıyacaksın" Allaahhh sıçtık dedim, bayraklar genelde torpilli çocuklara taşıtılır, ama lisede direk boya bakıyolar. "Hocam valla ağır o taşıyamam ben "dedim inanmadı. 

   Tutuşturdu elime bayrağı, direğini tam göbeğime de ortaladı, dengeledi, bıraktı beni ben başladım bir sağa uçuyom bir sola uçuyom bağırıyom da "hocammm tutun beniii" okul yerlere yatıyo gülmekten. Aldılar bayrağı ama fenalaştım, lan etekliyim can hıraş ondan bağırıyom düşsem göt baş açılcek, erkek lisesinden karmaya dönen Endüstri mesleğin ikinci mezunlarındanım hepsi erkek ohooo mezuniyete kadar kurtulamazdım dillerinden. 

   Bitmedi daha çilem ah ah okul bayrağını verdi bu seferde o diğerinden hafif ama yol uzun taşıyamam (ağır zatürreler geçirmiş narin bi tipim yav o zamanlar, hala narinim demi demi :P ) ağlıyacam ama gözlerim doldu. Neyse yırttım yine yürüyüş başındayım bereket başkan değilim.Zaten ilk sene sonrası hep hastalandım deyip gitmedim bayramlara gıcık olurum. Soğukta titretilen çocuklara cencen konuşan kolontorlara oralardan beri deliririm bayram değil işkence herkese.

   Tüm lise boyunca oğlanlar arkamdan "Safinazz, Temellll" diye bağırdılar. "Sulak yer de mi büyüdün anam sen" " fasulye sırığı" "uzun uzun kavaklar dökülüyor yapraklar" diye aşağılayıcı laf atmalara maruz kaldım tüm gençliğim de. Arkadaş ergen erkekler de çok acımasızdı o zamanlar, şimdiki kızların cadılığa evrilmeleri o yıllardan demek ki, alayınızı maymun ediyor o Zeynalarım aferin onlara.

    Kızlarımı mümkün olduğu kadar, kendileri istemedikçe göndermedim o bayramlara, okula kendim gidip hastaydı dedim. Bayramlar yıllardır bu berbatlıkta, aynı militaristlikte,  düzenli rap rapla, çok konuşan müdürlerle, zonzon adamlarla kutlanıyor hiç değişmedi yav.

   Kısacası çok çektim boyumdan çok, hala duymak için önlere sokulduğum her yer de boyumdan utanırım.Çok çektim boyumdan çookk, raflara uzanma, perde takma dışında da bir avantasını görmedim heee.

   Gönlümüzün bayramlarını kutlayalım hep beraber sevgiyle saygıyla kardeşçe barışla.

     Bu yazıyı yazmama vesile, bir dostumun yavrusunun asil karşı duruşu sebep oldu buradan okuyun Maya'mı da tşkler Maya'cım dünya barışı sizlerin elinde...
http://www.greekturkish.com/turkish/sinifta-resmigecit-krizi/...


21 Ekim 2014 Salı

Sadece Sen Olduğun İçin Sevsinler

Dün kendi ruhumda bir çıkıntı yakaladım üzerinde uzunca bir süre düşündüm. Kimbilir ilk kez kim kırdı içimdeki camdan kalbi ki artık dikiş tutmaz olmuş o yaram (yara olduğunu yeni farkettim daha). Zamanla yamarım o patlak lastiği mi.

   Ne zaman bir sevdiğim beni arasa, ya da konuşsak, bir araya gelsek kendim için sanıp uçarım mutlu olurum. Sonra bir bakarım ki uzun bir giriş taksimiymiş o durumlar, bir isteği için, bir sorunu için, ya da sadece çöpünü dökmek içinmiş seninle oluşu. Kadınlar daha ustalar bu konuda her seferin de yutmuşumdur.

   Akşam eşimin kuzeni aradı rahatsızlığımı sordu "sona da ben aslında kombi alıcaz onu danışcaktım" dedi. İçimde kırılan dalı fark ettiğimde direk daldım dalın ardından ruhuma.

   Çıkardığım şaşırttı beni, bana böyle davrananları nasıl kategorize ettiğimi gördüm. Onları duygusuz bulup, yok edilmeliler deyip, nasıl itina ile seri katil sessizliğiyle hayatımdan öldürüp attığımı gördüm. Anlatmaya çalıştığım ( sadece sevdiklerime anlatırım) anlamıyorlarsa benzin döküp her anısını nasıl yaktıp delete tuşuna bastığımı gördüm.

   Neden böyle yapıyorum acaba? İçimdeki sevmeye doyurulmamış çocukta mı sorun, yoksa sevgisiz çıkar üzerine yaşanan günümüz de mi sorun? Onu bulmak için bir profesyonel dost çıkar umarım. 

   Sevdiğini ifade edemeyen bir ailede büyüdüm babam, abilerim, annem, eşim, kızlarım beni hiç güzel sözcüklerle sevmediler, ağız dolusu söylenmiş bana dair bir cümle duymadım. Ha sözcüklerin dışında kazı yapar gibi araştırıp bulduklarınla yetinirsen çokk iyiler çok. Sanırım buralardan geliyor bozukluğum, onları atamayınca geri kalanı talan ediyorum. Bana tutunanı direk parçalayıp atıyorum. 

    Attıklarım genelde bana değil daha çok başkalarına olumsuz davranmış kişiler oluyor. Naif insanlara haksızlık edenleri çöpe atıyorum. 

   Ama hiç vazgeçmedikleri mi de gördüm, onlar ruhu güzel çıkarsız seven ve beni incittiklerinin farkında olmayanlar. Uzağıma atarım onları, ama hayatımdan sonsuza dek çıkmazlar bir yanda nadasa yatarlar, sevgimi esirgerim saygımda dururlar. 

   Sadece ben olduğum için, barındırdığım ruh için sevilmek istiyorum (yüksek sesle söyledim). Ve bunu sözcüklerle duymak istiyorum. İyi günüm de kötü günümde iki güzel sözle sevildiğimi hissetmek istiyorum "yok öyle insan mı diyorsunuz" yüreğim de çöplük değil. Kitaplar, filmler,spor,tanımadığım insanlarla ayak üstü anlık muhabbetler yeterli yaşamam için, gerisi bi s..... olsun kendi boktan hayatlarına...

25 Eylül 2014 Perşembe

Kahvehaneler

Semt kahvehanelerine kadınlar oturmaz doğduğum şehir de. Erkeklere ait arenadır orası. 17 yaşıma kadar üç kahvenin yanyana olduğu küçük meydanda sokakta oynadım. En sonun da "koskoca kız oldun hala mı sokakta oynuyosun?" diye beni azarlayan yaşlı sevimsizi "sana ne be sen mi veriyosun ekmeği mi yemeği mi sokaklarda fingirdeyeyim mi oynuyosam sana ne zararı var" diye deli gibi çemkirmiştim. "Anaa anaa aynı anası gibi" diye söylenen adamı susturmuştum. 
Annemin ön tanınma kimliği "badanacı Melahat", mahalle lakabı "kavgacı Melahat" dı. Haksızlığa gelemez çocukları için kaplan kesilirdi tüm kavga sebepleri çocuklarıydı en son torunu için mahallede bir kadını dövmüş yıllar sona anlatmışlardı onu da anlatarım bi gün :) Babamın ilgisizliğinden dellendiğin de muhabbet özlemiyle "gitcem kahveye Şevkiye gibi (kahvede oturan tek kadın emekli başkatip Şevkiye'di) adamlarla dertleşcem derdi.

   Bu şehrin en baygın olduğum yerlerinden biri de kadınlar kahvelerde oturuyor. Köy kahvesin de ise tek ben oluyorum bisikletçilere alıştılar onun rahatlığıyla arada gider takılırım. Kemal babamla kaklıç muhabbetleri şahanedir. 
Oturduğum semtte de bir çay ocağına abone oldum bu günler de ama muhabbet etmiyom orada. Kahvaltımı evde hazırlıyom, şahane çay, yığınla gazete eşliğin de 1.5 saat takılıyom kahvemi de içip evime dönüyom.

   Tuaf tepkiler geliyo etrafımdan paylaşayım istedim sizinle de. Arkadaş sinekli köy kahvesi (hadi ona bisikletle gidiyom diye takdir edin de) alt tarafı, üst tarafı esnaf çay ocağı. Sanki Katmanduya yayan gidiyom :) 
1- Çok canımız çekiyo Kaklıç'ı merak ediyoz arabayla gidip çay içcez.(belediye otobüsünlen gidin de macera olsun bari)
2- Biz de emekli olunca böyle sabah kahvaltıları yapcaz.(mezarda emekliliği bekleme hafta sonu yap arkadaşım)
3- Bi gün de evinde kahvaltı yap (en çok buna şaşırdım eve kapanmamdan mutlu olacak).
4-Çok takdir ediyom seni (bu yaştan sona japonca öğrendim, Afrika'da gönüllü çalışıyom sanki) sadece ağırr ağırr gazete okuyom yav :)
5- Yaşlı şahanem (ki oturmaz öyle yerlere diye düşünürdüm) ben de geleceğim o kahveye seninle) dedi. Kızı okuyo beni o söylemiş.
6-Neşelileri de var " bayılıyorum sanaa içim açılıyo tek başına gittiğin kahvaltılarına hastayım" manyaksporlar :)
7-"Bi gün ben de takılıcam sana" (o bi gün hiç gelmez doğuştan ruh tembelleridirler.)

   İlk tespitlerim du bakam daha neler çıkıcak . Geçen de muhtemelen beni görüp hazırlanıp gelmiş bi abi (çünkü bi tek ben evde domatesimi biberimi doğrayıp hazırlıyom) Obsesyon domates bibeberden belli zaten ayrı ayrı kaplara doğranmış. Önce "sehpa da yiyemem" dedi masa getirtti, masaya sandalyeye uymadı rahat edemedi, sandalye değiştirdi yine olmadı. Ben yan sehpadayım bana baktı çekeyim istiyo sehpamı "sığmıyo da sandalye " diye mırıldandı bana. Öylece baktım kıpırdamadım. "Bu masayı alabilirsiniz" dedi garsona masa eski yerine gitti. Yiyemiyo öylece kaldı.

    Sakin sakin gazetemizi okuyan biz kahvenin sessiz halaycıları onu izlemeye başladık, adam panik atak eşiğine geldi. " Layyynn iki lokma şey yicen ortalığı birbirine kattın haaa" diye çığlık atasım geldi. Tam o arada karşıdaki meyhanenin bi masasındaki kadınlar kalktı da, koşarak oraya yerleşti abim. Ve bize kocaman bir zafer gülümsemesiyle tek tek baktı sanki insanlık adına büyük bir iş başardı. Sona unuttum dakkada adamı yahu keşke izleseydim onun kahvaltısı da evlere şenlik kısa filmdir kesin, gazeteye dalınca dünyayı unutuyom.

   Şimdi güzel bir film var belim de tutuluk evde mi yapsam kahvaltımı.Yoksa hazırlıksız börek alıp direk kahveye mi gitsem, ikisi de zor geliyo ya du bakam napcam. Çocukları yuvadan uçmuş emekli sayıklamaları işte. Siz çalışın hadi hadi benim maaş sizden yatıyo. Yürüyerek Katmanduya kaç günde gidilir acaba? Katmandu kahveleri nasıldır? Türkçe gazte varmıdır? diye altyazı geçti zihnim. Çocuk düşleri gibi altyazılar geçen zihnimi öptüm... 

17 Eylül 2014 Çarşamba

Yemeklerini Yediklerim

   Epeydir içimden geçse de parmaklarımdan dökülmedi yazacaklarım. Geçen de bir ev partisin de çok mutlu olduğum da söylediğim laf başlık oldu buraya. Bir daha ki ben de toplaşmaya davet edilecekler "yemeklerini yediklerim" olacaklar demiştim.

   Benim için sofralar ibadetin en büyük arenasıdır. Yemekleri yapanlara, o yediklerimizi yetiştirenlere, evlere ulaştıranlara, bedenime, herşeyin sahibine, uzun uzun şükrederim ve derin keyif alırım.

   Baba tarafım tatardır benim ilk büyük sofraları çok az da olsa onlarla yaşadım. Sonrasın da Şerif'in anneanne evin de enfes sofralar kurulmasın da hem yardımcı oldum hem çok büyük mutlulukla paylaştım. İlk muhabbetli sofra mutluluklarımı Fatoş ve Özkan'ın sofraların da tattım, Özkan Şerif ben aynı iş yerin de cumartesiler dahil çalıştık. Fatoş öğretmen di "ben tatildeyim siz bize gelin" der kocaman sofralar kurardı, 03 lere kadar keyifle yer içer sohbet ederdik. Masa donatma adına çok şeyi Fatoştan öğrenmişimdir ben, minnetle anıyorum yaşadıklarımızı.

   Sonraları iş arkadaşlarımızdan oluşan kalabalık bir topluluğa yemekler verdik Şerif'le evimiz de. Bulaşık makinamızın olmadığı yıllardı. İki gün boyunca meze hazırlar evi temizler "bazı mezeleri sen sen yap, sıcaklar bizden" deyip sazlı şarkılı muhabbetli şahane geceler yaşadık. Tüm bulaşıkları mutfağa yığar, camlarını açık bırakıp işe gider, akşamına dağ gibi bulaşığı Şerif'le hiç de gerilmeden yıkardık. 

   Obsesyonlu kadınlara delirmemin başlangıç yeridir o geceler. Lan herkesin neşeyle söyleştiği anda, bu gerilikler yavaş yavaş masadan bulaşıkları götürür yıkar kurular kaldırılardı. Onca bırakınlarım işe yaramaz, sert bir şekilde oturtursam kasılıp ortamı "bitsin de gidelime " boğarlar, en sonun da dayanamaz dağılırdık. Yeter deyip kaldırdım o yemekleri o daralıklar yüzünden.

   Yıllar sonra biz o geceleri çok özlüyoruz, yeniden topla bizi diye yalvaran geriliklere "yapın yemekleri ben toplarım milleti" dedim. Sonrasın da tekrarlanmadı "özledikkkk"  lafları. Çünkü onların evleri kirlenmesin,yorulmasınlar diye, "tabağım yetmez, masam yok sandalyem eksik, çok yoğunum, çocuklar engel" diye uzayıp giden tır dolusu bahaneleri vardır daima, ama sen çağır koşa koşa gelirler. 

   Bostanlı'ya geldiğim de küçük toplaşmalarımı da bisikletçilere, ama ilk büyük toplaşmamı turlarını izlediğim bisikletçi veledime yapmıştım. Son toplaşmamı da bisikletçi bir gruba yaptım.

 Büyük keyifle günlerce hazırlandılar herkes bişi yapıp getirdi yendi içildi çok ama çok mutlu oldular. Bir kaçkez de büyük kahvaltılar yaptık sonrasın da. Her seferin de "biz de de toplaşalım" dendi ama kimse de toplaşılmadı. Yukarı da ki tırlar girdi devreye. O grup bir daha toplaşmadı zaten.

İçlerinden biri "haftaya sendemiyiz yine" dedi, "neden ben de olasınız?", "eee hep sen de toplaşıyoz ya" dedi. Kahkahalar koptu, (aslında son derece iyi duygularla söyledi biliyorum) tamam bizim salon büyük, toplaşmaya daha uygun ama; organizasyon şirketmiyim restoranmıyım lan ben :)

   En unutulmazı 16 kişi tam pansiyon konaklamalısıydı. Akşam yemeği, uyku tulumlarınızı matlarınızı getirin laaan yeterli yorgan yok (kıştı) dediğim yatmalı, sabah kahvaltılı şahane bir toplaşma yaşadık. 

  Şu anda sadece bir veledim evin de enfes partiler veriyor (hem de erkek tek başına yapıyor tüm hazırlığı), şahane sofralar kuruyor enfes müziklerle unutulmaz anlar yaşatıyor önümden bulaşıkları alıp yıkamıyor, gerilip durmuyor, muhabetle o da misafirmiş gibi eğleniyor.

   Benim önümden tabakları hızla alan servis elemanlarına çemkirmişliğim çoktur. Biz uzun sofraların baygınları, sevmeyiz "yiyin gidin lan" diye bekleşenleri, o mekana o evlere bir daha çok zor sokuluruz.

   Şart değil muazzam sofralar kurmanız, enfes yemekler yapmanız (olsa iyi olur o ayrı :P ), balçık gibi bir makarna yap (paketin üzerin de yazan dakka kadar kaynat len balçıklaştırma sen yine de), yanında bir marul salatası, en ucuzundan bir de şarap aç, çokca gülümse mutlu ol tüm bunları yaparken yoksa anlaşılıyo negatif enerji yüklenen herşeyden. Yere bir gazete ser, kağıt tabakta bardakta ver, ama "yap ulan yap emek harca". Kendine de bize de "ne mutlu olduk o gece" anıları ekle.

   He bir de bu yemeklere elini kolunu sallayarak gelen, delirmiş gibi yiyip,içip sittir olup gidenler var direk zehirleyesim gelir onları. Varlıklarının hiç bir anlamı yok mutlu da olmuyorlar ha, kapat ahıra koy yemlerini sularını aha o konseptte takılıyorlar hayatta.Benim etrafım da az sayıdalar ve asla soframa vize alamazlar. 

   Sonraki yemeği yapacak ruh ve kıçım ne zaman olur bilmiyorum ama konseptin ana fikri "yemeklerini yediklerim" olacak, ne kaa ekmek o kaa küfte yıllarına geçtim gare, ite kaka zorla sokanlara "yürü git len" desem de, geçtim.

    Bu saatten sona davet edecekler hişttt sen len sen "sence ben gelirmiyim?" hele hele balçık gibi makarna ve ucuz şarap,gazte üstüne, imkansız be bebişim :D

   

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Yaşlanmak


Fotoğraf: Me
  

Aynaya sık bakan biri değilim, bedenimle ilişkimi keseli çok oldu. Sağlıklı yaşamak dışında ilgimi de çekmez. Kendine bakan süslü kadınları çok beğenirim. Kızlarıma bakımı öğrettim, bakıyorum bazen sade ve bakımlı olmayı beceriyorlar, görevimi yapmış olmanın huzurunu duyuyorum onlara baktığım da.

   Laptopu kucağıma çekip açma düğmesine basıp beklerken ekran ayna görevini üstleniyor açılana kadar. Bu gün kendime baktım uzun uzun, yüzümü inceledim, yaşlanan sarkmaya başlayan hatlarımı ellerimle sevdim.Kendimi bazen unutuyorum fizik olarak, ruhum hep önceliğim olduğundan sanırım. 

   Yaşlanmak acaip yav aynadaki bene şaşırıyorum, inanılmaz geliyor. İçim aynı dururken bedenimin değişimine nadiren bakakalıyorum. Bu gün de şaştım bayağı yaşlanmışım dedim. Boynumdaki deri sarkmaya başlamış, gözaltlarım şişmiş, aklarım demiyeyim karası kalmamış saçlarım, kaşım da iki tek beyaz gördüm (gayette iyi yaşıma göre). Ama hiç hüzünlenmedim, yorumsuzca baktım çokça şaşarak bir laptop ekranı açılışı sırasın da yaşadıklarım da acaip :)

   Paylaşayım istedim sizinle neler düşünüyosunuz bedeninizle ilgili. Kavgalı mı, küs mü, mutlumusunuz kendine dair bir şeyler anlatmaktan keyif alan çok az insan var etrafım da. Oysa ben hayatta en çok kendini anlatan insanların fanatiği olmuşumdur.

   En sevdiğim kitaplar, filmler, sanatın değişik dalları kendine aitse direk vurulur kalırım. Kendinden kaçarak yaşıyor çoğu insan, ben bazen ayna tutarım kendilerine ve o insanlar beni hiç sevmezler, sessizce çıkar giderler hayatımdan. 

   Yaşlanmaktan korkmuyorum, umarım her yaşımız da başka keyifler bekliyordur bizleri. 
Annemin yaşama felsefelerini gittikçe daha derin anlayıp, felsefem edinir oldum son yıllarda. Sokakta oturur du, caddenin karşısındaki kaldırım ona uzak gelmeye başlayıp apartmanının karşı kaldırımına oturduğu gün "yaşlandım yahu" demişti. Bizim evi uzaktan gördüğü kaldırıma gitmekte zorlandığı (4-5 adımdı arası oysa), çok hüzünlense de, diğer kaldırımda kurdu tezgahını hemen. Uzatıp mızmızlanmazdı hiç.Etrafın da çocuklar, gelene geçene bulaşarak, yanına çökenle sohbet ederek, bir avuç çiğdem (çekirdek) maltepe sigarası, arada kahveden getirttiği çayıyla keyifler yaratırdı.

 Öyle olalım bizler de, bizi gerçekten derin seven insanlarla yaşlanalım hayatın her anın tadını bulmadadır tüm usta oluşun inceliği...  

   Not: Fotoyu kendim çektim laptop ekranına yansıyan bana bunları yazdıran andaki ben :)

30 Haziran 2014 Pazartesi

Çocukluğumun 3 Fotosundan Biridir



Çocukluğumdan üç fotom var biri bebeklik biri 3 yaş bir de bu 5-6 yaşlarında olmalıyım. Ne zaman elime geçip baksam buradaki küçük kıza içim sızlar kocaman bir "kıyamaammm" geçer içinden. 

   Terlikler küçük, ceket kollarım, pijama paçam, elbise boyum hepsi kısa. Naif, sessiz sık sık hastalanan öldü ölcek bir çocuk olarak büyüdüm ben.Annem hep söylerdi bazen de ağlardı anlatırken. Hiç ağlamazmışım, en az alt bezi kullandığım çocuğumdun, (altı ayda bitmiş ayol kıçımın terbiyesi), hiç üzmedin beni derdi.Hala kimseyi üzmeden yaşamaya uğraşıyorum, bu dünyaya zarar vermeden yaşamaya kafa patlatıyorum. 

   Bak şimdi anımsadım da, tam da bu yaşlarımdaydım annem evlere badana boya işlerine başlamıştı. Beni bırakacak insan olmadığı için, hem de kendine güvence (yabancı evlere gidiyosun zor iştir) yanında götürürdü. Elalemin evin de mantosunu yere serer beni üstüne oturturdu. Saatlerce hiç kalkmaz, hiç mızıldanmaz, insanların evlerini kurcalamazdım.

   O evlerde iyi insanla kötü insanın farkını öğrendim ben. İyi insan "aaa Melihanım olmaz öle der alır beni koltuğa koyar, önüme habire bişiler getirirlerdi, şeker, kitap, oyuncak, bisküviler evde yaşıtım varsa onunla oynamaya teşvik ederlerdi. Öğle yemekleri ziyafet gibi olurdu. Çoğu beni lisedeyken bile çağırırlardı, "gelsin çocuk da burada yesin öğle yemeğini" diye, okuyo oluşumu takdir ederlerdi.Bu günkü insan oluşumda payları vardır. Hepsine minnettarım.

   Bir de kötü insanlar vardı, manto üzerinde oturmamı görmezden gelip, oracıkda uyurdum annem hırkasını örterdi üzerime. Onlara asla gitmezdi bir daha annem iki kat para verseler, yalvarsalar bile. Bana ola ki biri inceden bir laf söylesin, şırak diye işi bırakır, fırçalarını yıkamaya başlar feryat figan eden evin kadınına da "daha iyi yürekli, merhametli insan olmasını öğren" der, yarım yövmiyesini almadan çıkar giderdik. 
Delikanlı duruşun hası annemdeydi. Hiç boyun eğmedi sisteme. Oradan gelmedir duruşum, hiç kimseye ceket iliklemedim, makamları, mal mülk, bisikletin üzerinde "şu kadar km yaptım"cıları sallamayışımın geçmişi ustamdandır. 

   O zengin evlerinde hiç bir şeye özenmedim, bir tek kitaplıklarına bayılırdım "vayy bee bu kadar kitap için çok zengin olmalılar" diye iç geçirirdim. Yıllarca açtılar bana kitaplıklarını, aldım okudum iade ettim.Onların çocuklarıyla arkadaş oldum, o evler de güzel karşılandım uğurlandım. Annemin kahramanımın duruşunun kaymağıdır bunlar.
   
   Lisede açıldım canlandım izcilikle, okulun enerjisiyle bu günkü manyak halimin temelleri atılıp inşaat başladı, ve halen devam ediyor. Akıllılıktan bir fayda görmedim, sorumluluğu, hüznü çok . Delilik boşverrr dedirtiyor, kahkahalar getiriyor, daha da delireceğim veletlerimle ömrüm oldukça :) 

   Dip not: Yazdıklarımı hüzünle okumayın, sakın bana üzülmeyesiniz. Ben çok şanslı bir insanım, hayatıma doluşan iyi yürekli, sevmesini bilen insanlarla payıma düşen ömrü mutlu yaşıyorum, yaşamaya da uğraşıyorum. Her zaman toz pembe olmuyor ama, her renkle rengarenk olunur zaten ki...

27 Haziran 2014 Cuma

Eski Bir Mektup

Kitaplığı yerleştiriyorum bu sabah yavaş yavaş. Önce trafik kazasında çok erken kaybettiğimiz dostumuz Serpil'e eşinin çıkardığı kitaba daldım "Ölüm Sana Yakışmadı" karıştırdım sayfalarını anıları deşeledi sayfalar, usulca rafa yerleştirdim.
   
   Bu kitap ingilizcemi diye sayfaları karıştırdığım,ingilizce bi kaç kitabı yanyana koyam dedim di. İçinden büyük kızımızın aylardır aradığımız nüfusu çıktı. Bakmasam asla bulunamazdı. Hemen mesaj attım ona :) Deli sevindi "sabah gidip yenisini çıkaracaktıııım, ilan verecektimmm" diye çığlıklar attı :)

   Fakir Baykurt'un bir kitabının arasından beyaz kağıtlar uzanmış minnacık ucu görünüyordu, tuttum çektim. Okumaya başladım gözlerim doldu, şiirde akmaya başladı. Du şunu facee yazayım da veletlerim okur dedim. Sonra duygularımı eklesem dedim. Yazıya dönüştü aklımdan geçenler. 

   Uzun yıllar aynı laboratuvar da beraber çalıştığım iş arkadaşım, derin dostum, Gülgün'üm  doğum günü armağanı olarak upuzun bir mektup yazmış bana. 08 ocak 1999 saat 22.30 tarihi düşmüş. Tanışmamızdan itibaren bana hissettiklerini yaşadıklarımızla özetlemiş. İçinde bir sürü derin duygu barındıran 4 sayfalık iç döküş. Aldığımda da çok duygulanmıştım ama 15 yıl sonra okuduğum bu sabah daha ince duygu seli döküldü üzerime.

   Ne şanslı insanım ben, hep derin ve özel sevdiler beni sıradan sevgileri sevmem zaten, derinliğin tutkunuyumdur. Hayatımın her dönemine yol gösterici insanlar doluştu, durmadan da doluşmaya devam ediyor.

    ÖZETLE
      Senden bir şey kalsın bende
      Gelirken de giderken de
      Benden bir şeyler al götür
      Bir çiçek olsun yakanda
      Bir duygu olsun için de
      Ya da cebinde bir kitabım
      Çok küçük bir şeyler işte
      İstemezsen kaldırıp atmak için

      Olduğu gibi taşıma değiştir
      Sende benden ne kaldıysa 
      Hatta beni de 
      Sonu gelir diye korkma 
         İnsan değiştirerek değişir
      Çekinme biter diye 

      Ya çok kolaydı ya çok güçtü sevmek
      Kimseler öğretmedi bize bunu
      Biz kendimiz öğrendik ne kadar öğrendiysek...

   Zamanımızın hızlı tüketim dostluklarından başkadır derin ruh dostlukları, çok az insana nasip olur. Teşekkürler hayat ömrüme doldurduğun derin dostlarım için, beni derin seven yüreğinizden öperim...

   Dip not şairini bilmiyorum öğrenince ekleyeceğim :) 

22 Haziran 2014 Pazar

Annemsiz 12 yıl Yaşamışım

   22 Haziran 2002 annemin gittiği tarihtir. Yine bir dünya kupasıydı ve o gün Türkiye dünya üçüncüsü olmuştu annem "beni yolcu etmeye kim gelir ki? Kimimiz kimsemiz yok şöyle coşkulu gitmek isterim" derdi. (bakın dileyin isteyin oluyor) Finalin coşkusuyla deliren Manisa'nın kortejine düştük,  davullar zurnalarla gitti annem.Görüntünün olası içeriÄŸi: 2 kiÅŸi, gülümseyen insanlar, oturan insanlar, çocuk ve yakın çekim

   Araba kullanmakta ısrar etmiştim, annemin son yolculuk arabasının arkasın da ki arabadayım, hem kullanıyorum, hem ağlıyorum, hem bar bar bağırıyorum "annemmmm Manisa uğurluyor seniii, hem de en sevdiğin gençlerinle" diye. (Şu anda fark ettim gençleri sevmek genetik len biz de)  

   Uzun yıllar kendime gelememiştim, sadece annemi değil, en yakın dostumu, hayat gurumu, yaşama enerjime katkıyı, her bozuk yerime desteğimi, pişirilip gönderilen yemeklerimi, sarmaları dolmaları, bayram baklavalarını, tüm sokak haberlerimi, kesintisiz mizah akışını, dertleşmecimi, umut ettiricimi, ne yaparsam yapayım severcimi, içtiğim kahvemi bakılan falla hayaller kurdurucumu da kaybetmiştim, hepsi beraber gitti onunla o anda.

   Upuzun onsuz yıllar da nasıl yaşayacağımı çok zaman bilemedim, her türlü yardımı aldım, az normalle yaşıyordum. İzmir'e taşınırken, geri dönmek üzere gelmemize rağmen, onu orada bıraktım diye çok ağlamıştım. 

   Tam 6 yıl sürdü onsuz sepsessiz yıllarım. Sonra İzmir, bisikletle, veletlerimle, hayatıma doluşan şahane yaşdaşlarımla annemle giden herşeyi, yavaş yavaş hayatıma nakşetti, yeniden bir hayat verdi bana. Her sarılıp öpen dostumdan annem sıcaklığı, her beraber kahve içtiğimden annem neşesi, her fırlama gencimden annem keyfi, her kahkahadan annem güzelliği, her kurulan sofralardan annem şefkati, akıyor üzerime.

    Hayattan ne dilediğinize dikkat edin, ben bunları diledim ve oluyor, akmaya devam etmesini de diliyorum. 

   Ev topluyorum geçen gün tek kişilik bazanın içine girdim (kayıkta gibiyim de hee :) ) boşalttıklarımı düzenliyorum. Birden orada olduğunu hissettim kocaman bir enerji ile. Son yılların da ben iş yaparken gelir, kapı ağzına yere oturur "at ben katlıyayım annem" derdi. Verilecekleri ayırırdık, çekmeceleri dolapları onun muhabbetiyle sıkılıp darlanmadan düzenlerdim. 

  O an da da orada olduğunu hissettim, birden deli gibi ağlamaya başladım "çok özledim annem ben seni" diye. Ağladım ağladım sona da başladım gülmeye, "lan biri görse boş bazanın içine girmiş ağlamak için, hepten sıyırmış kadın" diyecekler :)) 

   Az önce ağbimi aradım anneme gidiyormuş, bu yaşadığımı anlatırken ağlıyordum yine, o da ağlamaya başladı "birinin mezar taşına çöktüm bak şimdi" dedi. "Karşılıksız sevgi ve şefkatin büyüğünü, güveni onda yaşadık biz, ondandır çok özlememiz" dedi. 

   "Hakkat laaan bizim babamız da gitti, hiç aklımıza gelmiyor bile adam" dedim. İçimiz de ne bir hüzün ne bir öfke sanki babasız doğduk la biz. Vayy Meryem ana da anamızmış, hehehe ben noluyom kesin bi azizlik var anam biz de  :P

   Annemize "gitti" diyoruz biz dilimiz varmıyor hala, ama babamıza "öldü" dedik hep. Annemle boşanmışlar dı, yaşarken gitmişti zaten iki kere gidilmez ki. 

   Bu dünyaya bıraktıklarımız önemli, babamız aklımıza bile gelmeyip, annemizi her gün özleme nedenimiz de kocaman bir duruş var. Bu gün bu "DURUŞU" düşünün, kendinize bakın ne var ne yok, içiniz de, dışınıza saçtıklarınız da diye. Dünyaya saçtıklarınızın, sizi özletecek şeyler olmasına emek harcayın.

   Anneniz yaşıyorsa benim için bu gün onu arayın, yakınsa gidin öpün, onu sevdiğinizi söyleyin. Babanıza ben karışmam arkadaş, bilmediğim coğrafya orası :)     

19 Haziran 2014 Perşembe

Aşkın Düğünü Böyle Oluyor



  

Ben düğünleri sevmem, zulüm gelir bana o yapaylığın dibinin çıktığı seramonilere katılmak. Hep yüksek gerilim hatlı bi kaç arıza zehir eder o düğünleri. Şöyle bir bakın geçmişteki  yakın düğünlerinize hak vereceksiniz bana. 

   Biz düğün yapmadık Şerif ile evlenirken, yakın dostlarımız Özkan ve Fatoş evlerinin salonunu boşaltmıştı bizim için. Mezelerimizi kendimiz yapmış, gelenler içkilerini almıştı, bir arkadaşımız plakçıydı Cevdet (böyle meslek vardı yahu) müzikleri o yapmıştı. Elli kişilik arkadaş grubumuzla çok da güzel eğlenmiştik, muhafazakar Manisa için değişik olmuştuk. Yağmur vardı polisler geldi gürültü var diye, onlar bile takılmıştı bir süre hoşlarına gidip. 

Kızlarımı da iyi işlemişim ki geçen de büyük "anne düğün hayalin yoktur umarım bizim için" dedi, "kendime istememişim evlencenizi söyleyin yeter" dedim ama böyle düğünleri olsun ayol :) 

   En sevdiğim veletlerimden Ahmet'ime hayali Cinat'ı AŞK getirdi. Onu anlattığım yazımı buradan okuyabilirsiniz http://semraninsultanligi.blogspot.com.tr/2013/01/ahmet-ve-hayali-cinati.html. Aşkı bir sülün dansçı, kızımız oldu, içimize sızdı usulca, hepimize kendini sevdirdi sessizce. Oğlumun gözlerin de aşka musluk taktı akıp duruyor, onlardan akana baktıkça direk gözlerim doluyor. 

   Gerçek aşkın şakşakçısıyım, amigosuyum, ponpon kızıyım, aktivistiyim. Kızlarıma da böyle demişimdir "sadece gerçek aşkların peşinden gidin". Sevişmeli hoşlanmaların destekçisiyim. "Sevişin kimseyi yaralamadan, üzmeden, incitmeden" diye de kendimi tutamaz yaşım nasihati yaparım :)  

   Bu aşka düğün yaptık bizim komün ailemiz grubumuzla. Herkes muhteşem bir organizeyle çalıştı, film platosu kurduk Urla Demircili koyuna (hepimizin çok sevdiği bir yerdir) Biz 8 kişi cuma akşamından gittik, dolunay geceleri yapar olduk ayda bir, onu da orada yaşadık. Denizli dolunayla ruhumuzu temizledik, beş saat uykuyla zımba gibi kalkıp kocaman kahvaltılar yaptık.

   Cumartesi öğleden itibaren oluk oluk insan akmaya başladı. Balonlar şişti süslendi ortam,çadırlar kuruldu, orkestra bayıldığımız "Sugar Muzika" grubu geldi kurdu aletlerini. Mangallar yandı. Roman göçebe sülalesi gibi olduk, mahalle kurduk bir kaç saatte.

  Gelinle damadı sahilde karşıladık, aynı an da minik bir planörle foto çekerek akrobasi yapıp bizlere çığlıklar attırarak güzellik yaptı, dostumuzun dostu Hakan Çetinkaya. Şiir ilk dizelerini yazmaya başladı biz gökyüzünü izlerken.

   Nikah gün batımındaydı, ellerimiz de meşalelerle kortej kurduk, o anlarda hep film çekiyoruz gibi hissettim.(aşağıdaki foto Şehzadem Mehmet Yakın'a aittir) 

Gelinimiz başındaki çiçeklerle uçuşan melek gibiydi. Olci şiir okudu, Serhat kaptan nikahlarını denizin için de kıydı, aşkın seyir defteri hazırlamışlar onu imzaladılar. Biz izleyenler mestten huşu içindeydik, çok acaip bir andı, evren cıvıldadı aşk karşısın da sanki. (Aşağıdaki foto bir Cem Yatman çekimidir anılarımızın bekçisine emekleri için tşkler.)

   Yemekler yendiii vee müzik başladı hiç oturmadan tam beş saat aralıksız, jandarma gelene kadar danslar edildi "Sugar" çalınca göbekler bolca atılır daima. Ahmet çok mutluydu, gelinimiz uçuştu durdu aşkla. Davetlilerin bu kadar mutlu olduğu ender düğünlerden biriydi, arkadaşımız Heves bir ara hem göbek atıp hem bağırıyordu "çok eğleniyorum çok eğleniyorum" diye. Fırat "kendi düğünümde oynamadım ben bu kadar" derken de göbek atıyordu :)

   Şerif'i gece boyu takip edemedim, sona fotolardan gördüm  ayol adamın karşılıklı göbek atmadığı kimse kalmamış, altı kişilik erkek göbekçiler listesi yaptı Nadire ona girdi ilk sıradan, düşünün artık :)

   Hep ince detaylar düşünmüş birisi, hep beraber de gerçekleşmesini sağladık. Her davetli bir plaj çakılına bir şeyler karaladı onları bir esere dönüştürecek çiftimiz...  

   Gece yüzün üzerindeydik net sayıyı öğrenemedim, sabaha kalanlar 80 kişi dediler kahvaltılar yapıldı. Herkesin ortak dediği "çok özlemişiz çadırlı kamplarımızı sık sık toplanalım bu yaz". Her yıl geleneksel "Demircili Şenliği" yapmaya karar verdik. Seneye Nadireler "3. evlilik yılımızı bura da kutlayalım" dediler.

Bir rüya da figürandık AŞK oskar aldı...

13 Haziran 2014 Cuma

Değişim Sana Minnettarım

   2008 yılında geldik bu şehre kızımız liseyi burada okusun gidip gelmesin Manisa'ya diye. Bir yıl çok üzüldüm ağladım kimsesizlikten. Sonra yavaş yavaş hayatım değişti hemde müthiş güzellikle. Fotoğraf sanatçısı dostum Coşkun ilk arkadaşımdır bu şehir de, bisiklete onun teşviğiyle bindim ben ve değişimin başlama düdüğü oldu "bisiklet". 

   Hayatıma yağan her insan beraberinde bir yığın şey taşıdılar bana. Armağanlar, sanat, kültür, inanç, keyif, kahkaha, güven, dostluk, şefkat, merhamet ve durmadan akan SEVGİ. Bir dostum "sana herkes dokunmak istiyor koşup sarılıyorlar" dedi. Çünkü ben hayattan onu diledim "yüreği güzel insanlar beni sevsinler ve sarılsınlar". 

   Her gün başka bir değişimi kucaklıyorum, her gün evren mesajlarını bırakıyor usulca gözlerimden ömrüme. Görüyorum, hissediyorum, tşk ediyorum. Işıkla donanmış gibiyim, her tanıştığım insan bir ışık ekliyor ruhuma, hep bir şeyler anlatıyorlar, insana, hayata, sanata, kendi ruhlarına,  yolculuklarına dair, mestim ömrümün denjbenglerinden :)

   İçimi temizledikçe, arındıkça, kendimi hayata bıraktıkça, gördüm ki daha çok korunuyorum, daha çok sarıp sarmalanıyorum ve yalnız değilim. Bu bir ruhsal yolculuktur niyet ettiğiniz an değişim başlıyor.Deneyin, isteyin, uğraşın armağanlarınızın yağdığını göreceksiniz.

"Laynnn sen neden gülüyon çarparım haaa kıçınla gülüyon görüyom" Böyle zart diye çıkan Manisa'lı yanım duruyor koruyorum onu benim en sağlam yanım o, yoksa uçup gideceğim, siz her yerinizle gülerkene :) 

   Bu yazı bir tür teşekkürdür hayatıma giren herkese ve kattıklarına. Ve heyecanla ömrüme yeni katılacakları bekliyorum, bana seyahatler, yeni yerler, yeni duygular, değişimin muhteşemliğini getirecekler, biliyorum ve bekliyorum. İzmirrrr tşklerr, veletlerimmm ruhu velet dostlarım tşklerr ve en çok da HAYAT sana tşkler...  

20 Mayıs 2014 Salı

Kendini Fotolayanların Patolojisi

Bu durumdan daha önce bahsetmiş olmalıyım bilenler okumasın bi daha. Modern yaşamın "Agora"sı der bi veledim facebuğa, he oradan işte habire akıyor borsa durumu gibi fotolar, röntgenci ruhumuza gıda niyetine.

   Çok kalabalıklara girer çıkar oldum son yıllarda, gözlem gücüm kulaklarımın eksikliğinden çok gelişmiştir. Müthiş bir hızla gözler, birleştirir, dudak okur, beden dili anlarım. Ama bu kendini fotolayanları anlayamıyorum. 
Valla bak art niyetsizce onlar anlatsınlar sabahlara kadar büyük bir merak ve zevkle dinler bilgilendirme için de minnettar olurum.

   Herhangi bir tura gitmiş arkadaş, paso kendini çekmiş, iyide lan orası neresi o bile belli değil. Ne çıktın dağa tepeye otur evinde mis gibi kanapende ohhh çek kendini yorulma masrafa girme.

    Bir de bunlar yurt dışına gitmişleri var evlerden ırak, arkadaki şehre dair tek done yok, ve hep çok eğlendik suratlı tipler. Bazen kabus görürüm, Kutsal İtalya'ma böyle birileri ve bir de ilave teyze ruhlu biriyle gitmişim, durmadan zorla fotoluyo beni elleeeeh diye uyanıyom :)  

  Bir de paso börtü böcek çalı çırpı dağ tepe çekenler var emeğine günah arkadaşım, sen onları kendine albümler yap otur ara sıra yadet "ne güzel di lan o börtü, aha şu kaya ne enfesti" de ama ben bilmesem mutsuz olmam inan ki .

   Yediğini içtiğini fotolayanları daha önce yazmıştım, yediklerinin çıkış kapısını yayınlarsa diye tırsmış haldeyim zaten. 

   Sülalesini yayınlayanlar, sende yaz güzelim üzerine paylaşımının, "anaanemm dedoşuumm amucamm" falan diye "kim lan bunlar" dedirtme. He ben zaten paso ananızın yaşına bakıp dananızın yaşına bakıp, giden anam hiç tanıyamadığım ananem dedemle kıyaslayıp "yuh hala mı yaşıyo lan bunlarınkiler" diyom. Bu engel olamadığım bir mekanizma içimde, sevdiklerin gidince kuruluyor izin almadan şak diye ruhuna.

   Diyeceksin ki "senin beğendiğin fotolama nassı bişi". Gezdiği yerleri sana kadrajına sığdırıp, oradan duyguyu da aktarıp, naif bi kaç kareye de kendini sokanın hastasıyım. O konuda hayranı olduğum bi kaç kişi var.

   "Eeee sultanım sende bakma yaaaa" deme bana, facede gazete gibi okumadığın haberin de başlığına gözün kayıyo istemeden. Yoksa röntgenciliğin pezosu face her daim pazarlama kıyaklarıyla dürtüyo olsa da frenim var henüz. Kimsenin sayfasına girip bakmam, ne akarsa o anda onu görüyom, "vallaaa anaa neden inanmıyon lan yalan sölemem ben" :)

  Şimdi bu yazıyı okuyup, delikanlı gibi "ben bunlardanım ruhumun haritasına da vakıfım gel annatcem" diyeni dinlemeye hazırım...

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Hıdırellez Bahane İllede Veletlerim Şahane

   Bu gün Hıdırellez neşe, umut, keyif, dilek, şamata zamanı. Bakıyorum yaşdaşlarımdan çıt yok, hepsi hareketsiz hep bir dürtme hadi hadi demen gereken ağır vasıta kamyon gibiler. Kamyon çalışsa bile çekme halatı, takoz, ilk yardım çantan her daim hazır be nazır olacak. Seni yorup duracaklar mız mız mız diye.

   Ve bu ağır vasıtalar "illede veletlerim" lafıma gıcık oluyorlar. Hatta hızını alamayıp beni facelerinden silenler çıktı, çok sevindim aman uzaklaşsınlar sessizcene benden :)

   Bak bu akşam üstü bir veledim beni film galasına götürüyor, başka bir veledim kordonda roman müzikleriyle göbekler attıracak. Bir diğeri yarın koyacak arabasına dağ tepe sarma dolma kahkaha neşe dolaştıracak. Bunların hepsi benim çocuğum yaşındalar, gencecikler sevgi dolular.
Siz yaşdaşlarım anca küsün, trip atın, kıçınızı dönün, uzmanlık alanlarınıza bakın yav, ananızı sevdiklerim :) 

   Celal Bayar Üniv. hastanesinde asansördeyiz 4 tane doktor adayı genç iki yaşlı bi ben (orta yaşlıyım ayol ben ) bi kadın bindi "ayyy ben basamam habire elektrik çarpıyo beniiii" dedi. "kaça çıkcanız ben basam" dedim bastım ve açıkladım. "Bu hastaneden kaynaklı herkese oluyo herkes birbirine deyse bile çarpılıyo normal bişi" dedim. 

   Yaşlılardan biri uzman edasıyla kadına söver gibi ve  bağırarak bişiler söledi, kendince açıklama yapıyor "lan sanki asansör değil aya füze gönderiyoz alt tarafı bir düğmeye basıcan piçus" da dedim içimden (iyiki düşüncelerimiz alt yazılı değil yav). Saçmalama der gibi de bana değdi ucundan lafı. "söyleminiz doğru bile olsa uslubunuz ne kadar döver gibi" dedim. Gençlerden biri de o ara nazikçe bir açıklama yaptı. Döndüm onlara "hayranım siz gençlere, olamadık sizler gibi" dedim. Adam "bu yüzden çocuklarımla da dalaşıyoz" dedi bi de.
"Normaldir, ben gençlerle kapışmam onları severim ve hayranım" dedim.

   Gençler çıkarken bir ağızdan "biz de sizin gibilere hayranız az da olsanız" dediler ve çıktılar. "hehehe yine zekayla kodular laflarını" dedim. Adam mosmor bi daha sesi çıkmadı.

 Ya ya yaşdaşlarım böle böle işte "geldi bahar ayları gevşer gönül yayları" diye de çirkinleşeceğim sizlere :) Gevşeyin biraz, sokağa çıkın birilerine hadi deyin, daha az beklentili olun, daha çok sevin. Evren sizi o kadar çok ödüllendiriyor ki hayatınızı değiştiriyor güzele doğru. Neyse ben gidip süsleneyim izban en arka vagonda kıkırdaşıcaz şahane veledimle film galasına giderkene :)) 

   Hıdırellez bu gün, dilek dileyin, daha gevşek ruh için üç beş de göbek atın dilek gerçekleşmesini hızlandırıyomuş. Üç şarkı durmadan göbek ise direk üç günde şırakkadak olduruyomuş dilekleri :))
Benim dileğim ise, ruhum yaşlanmasın, sağlıkla veletlerimle bedenim yaşlansın :) Şerif kıskanır şimdi "olm sende varsın bizlerle ya" :P  

21 Nisan 2014 Pazartesi

Tanımadığınız İnsanlarla Aynı Odada Uyumak

   İnsan tanımadığı kişilerle hayatın acaip anlarında aynı odada kalır. Hastane, hapishane, yatılı okul, kamplı turlarda, düğün dernek gecelemelerinde. Hepsi de mecburiyettendir kimse tercih etmez bunu.

   Biz en son Gökova bisiklet turunda açıkta kalan Mehtap'a gel bizimle uyu demiştik. Sevişmedik laaan sadece uyuduk aklınıza ilk geleni hissettim :) İki odalıydı kaldığımız oda :)

   Abim 62 yaşında ilk kez hastanelik oldu ameliyat geçirdi. Operasyon gecesi bende kaldım onun yanında. Akşam boş olan yan yatağa roman baba kız geldiler. Ertesi gün ameliyat olacaktı baba. Beraber anında kaynaşıp ailemiş gibi horul horul uyuduk bir tek Erdinç abi (baba) sabaha kadar uyumadı. Ne zaman gözümü açsam geziniyodu. Bir aydır böyleymiş böbrek taşı varmış. 

   Bende sinüzitlerimden dertliyim bu ara orada doktorada gösterdim ikinci posta ilaç başlandı. Kulaklarımı da enfekte ettiğinden kulaklarım tıkandı söylenenleri anlamakta çok güçlük çektim. O güzelim kız Asiye bana kulak oldu. Sonradan öğrendim ki annesi de sağır dilsizmiş çok doğal bir şekilde bana tercümanlık yaptı.

   Ertesi gün laparoskopi ile ameliyat geçirdi Erdinç abi adam müthiş güçlü dakkada ayıldı zerre şikayet yok neşeli neşeli cıvıldadı kurtuldum diye. Hepimiz sevindik atlattın dedik, doktor gelip anlattı alamamışlar kırılmamış taş. Onbeş gün sonraya tekrar ameliyat olacak. Mezbaha gibi hastane ameliyatlara beşer onar alıyorlar. Prostat ve böbrek taşının bu kadar yaygın olduğunu bilmezdim.

   Aile olduk çıktık, apar topar yatırmışlar üst baş götürdüm ertesi gün, yiyecek hepsine taşıdım abimden ayırmadım. Sülalesi geldi tanıştım hepsiyle sık sık bunalıma giren bizlerin gidip onlarla bir kaç ay yaşaması şart arkadaş. Nasıl pozitif bakış nasıl sevmek nasıl saymaktır yahu. Karısı boylu boslu hamarat güzel bir kadın, Erdinç abi nohut kadar adam, karısına aşık çok belli 17 yıldır evliler üç kızları var biri bebek daha. İşaretle her şeyi anlattı karısına sevgi odayı doldurdu. 

   Siz Bret Piti Adrina Lima'yı, zengin kocayı, güzel kadını, bekleyenler, asla böyle bir şey yaşayamayacaksınız, bu mutluluğu tadamayacaksınız. Parasız da mutlu olunur ben bunu çoktandır biliyorum siz de öğrenin. Dünyaya bakışınızı değiştirmedikçe mutsuzluğunuz bakidir.

   Bana verilen ilaçlardan Arvales diye bir bok var. Sakın sakın kullanmayın!!! Bana daha önce de verilmişti boyun ağrım için az daha midemi delecekti atmıştım çöpe. Hafıza zayıflığından anımsamayınca adını tekrar içtim Prospektüsünü okurken Şerif "okuma ya sona içmiyosun iyi olmak için içeceksin" dedi. Ben de bırakmıştım okumayı siz siz olun okuyun arkadaş. Ağız içi yaraları yaparsa hemen bırakın ilacı yazıyormuş, yaralara rağmen 3 gün içince en sonunda bir ishal patlattı. Perişan oldum, dün yataktan kalkamadım. Klasik tıpa zaten ilaç anlamında güvenim sarsıktır tüy dikti yaşadıklarım. 

   Bu aralar hastane, ilaç, doktor ve sık sık Manisa var gündemimde. Altı yıldır gitmediğim kadar gittim Manisa'ya, acaip büyümüş güzelleşmiş düzenli görünüyor dışarıdan, dağları muhteşem. Hastane müthiş eleman yetersizliği korkunç boyutlarda olsa da, hemşire ve doktorlar çok çalışkanlar.

   Ama ben yine de İzmir'e her geri dönüşümde sevgiliye kavuşur gibi mutlu olduğumu farkettim, şehri sevdiğim kadar bana bu şehri sevdiren dostlarımın varlığından mutluyum. Hayatımı değiştiren herşeye kocaman dualar ettim Sophia'mıza sevgiyle baktım hazırlığı sürüyor bizi daha da mutlu edecek.

   Sevdiğim tek abim şifa yolunda, güçlü duruyor dayanıklı çıktı. Şifa bekleyen herkese dermanın yolları açılsın. Sağlıkla yaşayalım hepimiz...

  
 

 

13 Nisan 2014 Pazar

Yaşadığın Mahalleye Ait Olmak

   Ben doğduğum mahallede yaşadım upuzun yıllar. Aidiyet duygumuz yüksektir ailecenek, aynı evde büyüdü iki kızımızda. Ömrümün son altı yılıdır Bostanlı'da yaşıyorum. İlk geldiğim sene ne çok ağlamıştım "beni kimse tanımıyor, hayalet gibiyim görmüyorlar" diye. 

   Sitelerden bu yüzden nefret ederim, yabancılaşmanın korkunç yerleridir oralar. Yalnızlık dizboyudur, esnaf yoktur arabaya mahkumsundur. O yüzden mahalle arası bir eve site parası verdik altı yıldır.

   Bisikletin ve ilişki kurmayı seven ruhumun sayesinde hayatıma bir sürü güzel insan aktı. Bir cenaze dönüşü (apartmanda girip çıkma yoktur hepsi kapı önü muhabbetçisidir) apartman komşum şaşıp kalmıştı. "Herkesle selamlaşıyorsun, herkesi tanıyorsun"diye. 

   İlk arkadaşlarım esnaftan oldu kuaför Melek, fotoğrafçı Coşkun, berber Engin, Kırçıllar manavın elemanları, mezeci bayan, Bulvar Piliç'in şahane elemanları, Doğal Gıdacı Nasuh bey, Servet pidenin lezzetçi elemanları, Sultan baklavanın üstadı (dondurması on numaradır) Arif bey ilk anda aklıma gelenlerdir, hepsi şahanedirler.

   Evde sıkılınca çıkarım sokağa, bunlardan birinde mutlaka çay kahve içer muhabbet ederim. Bir yığın şey konuşuruz hepsinin muhabbeti sağlam ve çeşitlidir. Akıllı, duyarlı, herşeyin farkında, merhametli, ruhlarını satmamış insanlardır.

   Bu gün henüz iyileşmeme rağmen Şerif hadi hava alırsın gittiğin yere kadar diye evden çıkardı beni. Üst mahalleden Rami beye de hadi dedik. Yavaş yavaş zorla Kaklıç'a gittik, çaylarımızı içtik cüzdanını evde unutmuş Şerif bir çayı Rami bey bir çayı Kemal babamın oğlu ödedi. Kemal babam hemen anladı "keyfin yok senin yavaş yavaş dön terleme" deyip Şerif'e de "kızıma iyi bak" demiş.

   Kes Bike'ın dükkana geldik oradakilerle muhabbet ettik, baktırdık bisikletlerimize Serkan'ım kahveler yaptı içtik. Oradan mahalle pidecimizde karnımızı doyurduk yarın geçerken bırakırım parasını dedik. Evimize döndük.

   Param bitti bir gün çarşıda, Bulvar tavuktan 10 tl istedim 20 tl verdi "abla bulunsun üzerinde, yolda bişi görürsün alırsın" dedi. İşte bunu o sitelerde bulamazsınız. Esnaf sıcaklığı yok oralarda. Mahalleye ait olmak başka bir şey bence. Yoksa kapitalizmin robotu oluyorsun. 

   Esnafla ilişki kurun, adlarını öğrenin, hal hatır sorun. Ailelerini sorun, gelip geçerken kolay gelsin, hayırlı işler, naber diye sesler çıkartın, size de iyi geliyor bu sesleri çıkartmak valla bak :)

   Bu semtten ayrılmamak için çok dua etmiştim nasip oldu. Evimiz hazırlanıyor bizi bağrına basmaya, şimdilik burada yaşlanacağız. Bir şey daha öğrendim ilk yıl çektiğim zorluk döktüğüm gözyaşı bana öyle bir güç verdi ki 5 yılda yeni bir yaşam yarattım burada. 
Artık her yerde yeniden yeni bir yaşam yaratırım gibi geliyor. Ama biliyorum ki her şeyi kolaylaştıran, kesinlikle yaşanan yerin İZMİR olması ve İzmir yaşam kültürünü ruhunda eritmiş insanlarla dolu olmasıdır... 
   

10 Mart 2014 Pazartesi

Bizlere Hizmet Sunanların İsimleri

   Ben oldum bittim işini iyi yapan insanların isimlerini öğrenir ezberler, öyle hitap ederim. Serif ise ezber kısmı arızalı hiç uğraşmaz biraz da kıskanır bu yanımı.

   Hele işi hizmet olanları çok önemserim milyarlık mekanları onlar ya batırır ya ihya ederler çok önemlidirler. Elemanını sevmediğim yere gitmem. 
Daha önce Manisa girişin de İzci petrolün için de İmbat restoran vardı. Sahibi Orhan beyden çok severdik elemanlarını aile gibiydik. Daha sonra hastalıklar, cenazeler de paylaştık. Çocuklarımızın büyümelerini izledik. Çok güzel anlar yaşadık o mekanda dostlarla.
   
   Yıllar sonra aynı tadı Cinatı'n da yaşıyoruz elemanlarını da severek aile olduk. Herkesin bir birini tanıdığı mekan mahalle gibi oluyor aidiyet duygumuzla sarıp sarmalıyor.

   Geçen akşam bir dostumuz geldi Marmaristen onun için toplaştık. Bir veledim evden eve nakliyattaki ısrarıyla götürür getiri oldu bizi çok kez. Güzel bir gece sonrası çıktık Burcu veledim arabasını almak için değnekçiye sesleniyor trafikten duyuramıyor sesini. Kaçtır ben de oluyorum o araba parktan çıkarma seramonisinde, tanığım olaylara. "Adını öğrenmelisin o zaman daha net duyarlar" dedim. Burcum'da haklısın dedi, karşıya geçti. Amann bizim evin Şerif'i kızdı "hayır öğrenmesin adını, kıçı kalkıyor böyle adamların" diye başladı vıdı vıdı söylenmeye. 

Araba anahtarını aldılar diğer değnekçi ile diğer sokağa geçeceğiz çıkışa yardım edecek delikanlı. Seslendi bize Burcu "Sultanımm gelinnn burayaa" ilk anda duyamadık sandılar bu kez delikanlı bağırdı " Sultanım gelin" diye. Yanımdaki veledim kodu taşı "sen onun adını öğrenemeden o senin adını öğrendi" diye bastık kahkahaları. Kahkahalar uzun sürdü yoksa arızaya bağlardı epey bi Şerif.

   Siz beni dinleyin hizmet verenlerin isimlerini ezberleyin, bey ve hanım diyerek seslenin. Yemekleri yapanlara övgülerinizi bizzat yapın, onların buna ihtiyacı vardır, herkesin var aslında İNSAN GİBİ DAVRANILMAYA ihtiyacımız var bu ülkede...    

4 Mart 2014 Salı

Yeni Yuvamız 35'lik Sophia

   Küçük kızımız Bornova Anadolu lisesini kazanınca taşındık İzmir'e, geri dönmek üzere geldik (tek dönmek isteyen de  bendim). Burada bisikletle, veletlerimle, ruhu velet yaşdaşlarımla yeni bir hayata zıplayınca kalmaya karar verdik, Manisa'daki evimizi sattık. 
Oturduğumuz evde kışı da geçirelim baharda ev aramaya başlarız derken sessiz ev sahibimiz gereksiz bir atar yaptı (çıkın demedi). Bu da bize kaldır kıçını ev aramaya başla gibi geldi. Başladık aramaya, her gittiğimiz evden mutsuz çktık. Her ev karanlık odalı, ruhsuz binalı, içi enerjisiz geldi sanki bize.

   Hele "alalım bari bu evi" dediğimiz, henüz yeni vefat etmiş eşyaları toplanmış yaşlı bir kadının evi çok çarptı beni daha yeni gitmiş apar topar satıyor hain evlatlar diye rüyalarıma girdi kadın. Tüm bunlar benim "EV" ile ilgili kendi ruhumdaki taşları da oynatınca ben sağlam bir takla attım.

   Rabişim çok sağolsun, elimden çok tuttu o günlerim de, aldı aldı evlere götürdü, sıfır, eski tadilatlı bi sürü ev baktık beraber. Hiç birinden mutlu çıkmadım, hah burası demedim. Oysa o evler, beni başka şeye hazırlayan senaryolarmış sadece. 

   Aramalar bizi umutsuzluğa sürükledikçe evdeki huzur da tükendi. En sonun da bi arkadaşımın lafı dank ettirdi mevsimin kışı insanın moralini ev ararken daha çok bozuyor demişti. Bi kaç arkadaşta fiyatlar delirdi seçimlerden sonraya bırakın demişti bırakmıştık aramayı. Ama keyfimiz çok kaçıktı, elimizdeki para, oturduğumuz semtte ev almaya yetmeyecek gibiydi.

   Bir ay önce bir pazar yataktan kalıp telefonun başına oturdum (normalde yatakta kitap okuduğum saattir) tlf çaldı açtım bir ses "merhaba Semra'cım" dedi, tanıyamadım sesi "merhaba" dedim. "Aaaa tanımadı şimdi bu beni" deyince tanıdım "altı yılda bir kez ararsan normal tanımamam Nesrin'cim" dedim.

   Bizim apartmanın seksi şey dediğim, 80 liklerin yakan cazibelisi. "Kızımın yanına taşınma kararı aldım, emlakçıya söylediğimiz andan bir saat sona dört kadın geldi, on gün sonra yurtdışından eşim gelecek alıyorum evi dedi. Şokta olduğumdan, unutmuşum, gece aklıma sen geldin nasıl unuttum bunu, lütfen siz alın evimi çok mutlu olurum ve  huzur duyacağım" dedi. 

   Öylece kaldım, "sizi çok seviyoruz gideceksiniz diye apartman da çok üzgünüz. 35 yıllık karşı komşumu da mutlu edeceksiniz onlarda sizi çok seviyorlar" dedi. Gözlerim doldu bu sözlerden "çok onur duydum beni mutlu ettin Nesrincim" dedim.( Apartmanın iki seksi şeyine, diğeri de karşı komşusu Sadetcim, taşındığımdan beri isimleriyle hitap ediyorum onlara her zaman kıkırdamışlardır buna)

   Şerif ve kızım uyuyo kalksınlar, büyük kızım salı gelecek onunda fikrini alalım dedim. "Haber bekliyorum" dedi. Bizimkiler geldi salona küçük alalım bu semti apartmanı seviyoruz dedi, birinci onay çıktı. Ailece şaşkındık, büyük kızımızı aradık normalde o saatte kalkmış olmaz uyanıktı ve "yapıştırrrr derhal alın, yaşlılık evi gibi de düşünmeyin, yaşayın şimdilik sona satarsınız, daha güneşli ev alırız size"dedi ikinci onayda çıkınca, alıyoruz dedik.

   Ve o anda benim içimde " Hayat Güzeldir filminin yönetmeni ve oyuncusu Roberto Benigni'nin oskar kazanınca ödülünü almak için Sophia Loren'e koşarken attığı çığlık SOPHİAAAAA  beynimde defalarca tekrarlarlarla çınladı durdu. Sonra düşündüm nereden çıktı bu sahne diye, o kadar üzüntüden sonra bana da oskar gibi geldi bu ev  ve adını SOPHİA koydum Şerif'de beğendi :)

   Kahvaltıdan sona kahveleri yaptım, aldık tepsiyi indik aşağıya ve ön anlaşmaya içtik kahvelerimizi. Nesrin hemen kızını aradı, o da geldi herkesin mutlu olduğu bir an yaşandı.


   Onlar bizden 27 şubata kadar izin istediler tapu için. Ben de martta geçsin nüfusumuza dedim, iki kızım mart doğumlu, mart severim ben. Dün 3 mart Sophia'yı nüfusumuza aldık, artık bize yuva olacak. Kısa bir süre sonra boşaltacak evi Nesrin. Sophia botoks, kalıcı makyaj gibi estetik işlemlerden geçip bizi bağrına basacak.   

   Eğer diğer evleri gezmemiş olsaydım, kuzeye de cephesi olan Sophia'ya hemen bağlanamazdım, belki istemezdim bile,  güneş de güneş diye manyaklaşan ruhuma "yahu olmasın evde çok güneş, 300 metre ötede sahile çık, al güneşini işte yeter ki bu sokaktan gitme, diye kendime sövdüğüm anda oldu herşey. 
Bir düzen var ve o düzenle oluyor başımıza gelenler. Dördüncü katın satılmadığı 18 ayın en sonunda "güneşin azsa neden çıkayım o kadar yükseğe" dememin ertesi günü satılması gibi.

   Yine sadece sevdim, onlar beni daha da çok sevdi, bu ev bize sevgiyle geldi. Beni sevenlerin hepsi arama sırasındaki üzüntümde yanımda oldu. Moral verdiler, keyiflendirmeye çalıştılar, çok şanslı bir kadınım ben, tşkler Tanrım herşey için tşkler.

   Devir işlemleri sırasın da o kadar nakit para ile dolaşmak korkuttu beni, yanımız da iki veledim olsun istedim, birinin  işi çıktı gelemedi. Atakan'ım tüm öğleden sonra koruma görevlimiz oldu. Ve bir çanta paranın ağırlığına şaştık durduk. 
Son günlerin gündemi olan, onca paranın ağırlığı hakkında fikrimiz oldu, taşınır şey değil kesin forklift taşıyıcı gerekli çok yorulmuşlardır çok.

   İşlemler yağmur eşliğinde uzun sürdü, akşam üstü bitti. Gelirken alışverişimizi yaptık, Atakan'ımızla balıklarımızı attık fırına, sofrayı donattık, hepberaber yaşayalım sağlıkla sizlerle dedik...   Fotoğraf