9 Aralık 2015 Çarşamba

Komşumuz Orhan Bey

Apartmana taşındık (2008 ağustosu) yerleştik hemen herkesle tanıştım bir tek 7 numaradaki beyefendi kalmıştı. Biz onun çapraz üstünde oturuyoruz, balkonda ritmik bir düzende yaşıyor 10- 11 suları kahvaltı ediyor yalnız yaşıyor bembeyaz kaplan gibi kedisi ile (adı oğluş'muş sonradan öğrendim). Kahvaltı sonrası daha önce çizilip işaretlenmiş klasik kitaplarını okuyor notlar alıyor. Kahvesini içiyor klasik müzik dinliyor makara bantlı kocaman teybinden. Opera baleler izliyor video kasetlerinden.

   Hoş bakımlı fit orta boylu gençliğinde yakışıklı olduğu belli, ağır hareketlerle her gün sokağa çıkıp alışverişini yapıyor, sokak kedilerini besliyor gazetesini ekmeğini alıp dönüyor. Taşındığımızın ertesi günü bahçeye kedilere attığı çiğ balık et parçaları için apartman imza topluyormuş ihtar çekeceklermiş, imza istediler. İlk günümüz daha, aldı kağıdı içeri Şerif bakışıyoruz napıcamızı bilemedik. Yanıt küçük kızımızdan geldi "bizden önce olmuş olaylardan haberimiz yok, taraf olamayız bilgilenmemiz gerekli" deyin dedi. Bakışıp kaldık liseye başlıyacak veledin aklı bizi yendi :) Red etmiştik imzalamayı, bunu nereden duyduysa Orhan bey hiç unutamadı yıllarca.

 Asla unutamadığını söylediği ikinci şeyse. Baktım kahvesini içiyor balkonda seslendim "merhabaaa" ses yok, daha yüksek "merhabaaaa" bu sefer ürkekçe yukarı baktı. Ben el sallıyorum diz çöktüm çapraz yukarıdayım, "nasılsınız sizinle tanışamadık, biz yeni taşındık 10 numaraya Semra ben"dedim. Önce önüne baktı sonra yukarı "ama ben yalnız yaşıyorum" dedi. Ben bi an yanlış duydum sandım aklım karıştı sona "eee biz de üç kişi yaşıyoz nolcak şimdi" dedim kahkaha attım. O da şaşkın gülümsedi. Kahve içmeye bekleriz dedim. Önümüzdeki günlerde bayramdı biz gittik kahvelerimizi içtik. Bu tanışmamızı defalarca anlattı onun evinde tanıştığım herkese. Öyle deme nedeni ise yalnız yaşadığı için kimse gidip gelmezmiş apartmanda ona, en medeni yerde de var böyle durumlar. 

   Gecenin bu vaktinde aklıma Orhan beyi düşüren şu oldu http://www.edebiyathaber.net/klasikleri-neden-okumali/ içeriğinde yazanlar tam da onu anlatıyordu. Şimdi anladım daha önceki minik bantlarla işaretler konmuş klasiklerini her yaşında bir daha okuyordu her okuyuşunda başka tatlar anlamlar buluyordu demek ki.

    Kütüphaneci numaralandırmasıyla düzenlenmiş koca bir kitaplığı vardı. Torunlarına vasiyetle şu numaradan şu numaraya kadar olanlar senin yazmış. Ama üzgündü gençler okumaya, kitaplara düşkün değil diye.

    Çok kısa süreli evli kaldığı eski eşine bakıma muhtaç diye nikah kıyıp sigortasından faydalandırıp bakıcı tutup evine aldı. Birden sessiz dingin hayatı karıştı, bir yıla kalmadan vefat etti eşi. Ukraynalı olan bakıcısı sınır dışı edilecek diye ona kızının izniyle nikah kıydı.

    2.5 yıl sonra bir ay içinde Orhan bey 89 yaşında kuş gibi uçtu, evinde maaşı bağlanana kadar bakıcısı kaldı sonrasında hızla dağıtıldı evi, o maaşla bakıcının hayatı kurtuldu kızını torununu Orhan bey sağken getirtip kızını evlendirmişti. Kaç hayatı değiştirdi. Huzur evine yatamam kedimi bırakamam derdi kedisini kızı aldı. Kitaplar noldu bilmiyorum. Gecenin bir yerin de aklımdan geçtin olduğun yerde kitaplar klasik müzikler vardır umarım.Beraber içtiğimiz kahvelere, sokakta sizi görünce kolunuza girip yaptığımız yürüyüşlere, konuştuğumuz yazarlara ve bana bıraktığınız Dostoyevski'nin kitabına teşekkürler iyi ki sizi tanıdım... 

12 Kasım 2015 Perşembe

İzmir Klasiği Bir Gün

Dün aylardır kırık olan iki dişim için şahane dişçilerime ulaşmayı başardım artık bana Alsancak bile uzak gelir oldu. Cennet gibi muayehane karı koca ekipleriyle hastalarına pozitif enerji dağıtıyorlar. Dişi geç, ruhunun çatlaklarına dolgu kaplama her tür ayarı yapıyorlar valla abartmıyorum. Kimi göndersem herkes aynı şeyi söyledi, iki dişçi fobili veledim bile pamuk gibi oldu orada, adres isterseniz mesaj atarım, reklam gibi olmasın dicem olsun ayol. Memnuniyetinizi onlara şikayetinizi bana bildirirsiniz :)


   Gidip bir kahve içeyim dedim tchibodan aldım kahvemi dışarı da oturdum. Hava enfes İzmir'in en güzel sokaklarından biridir, Sevinç pastanesinin sokağı ortalık cıvıl cıvıl herkes sokakta. Bir yudum aldım şahane bir yaşlı kadın, tam Cumhuriyet kadını bakımlı modern dışa dönük "masayı paylaşabilirmiyiz?" dedi. Ben onlara yer açana kadar yan masa boşaldı oraya konuşlandılar özür de diledi yana geçti diye zerafete bak. 

   Biz anında başladık sohbete giriş konumuz da selam vermemek, "İzmir'in bu özelliğinin korunması için insanlara gülümseyip selam veriyorum" dedi. Ben de yaptığımı söyledim baktım yan masamda yakışıklı bir genç bizi dinliyor ona döndüm "size selam vermedik diye konuya girmeden merhaba diyelim" dedim gülüştük. O da katıldı muhabbete.

   Bebekli bir gencecik anne uyuyan bebeğiyle izin isteyip karşıma oturdu. O da katıldı muhabbete valla resmen siyaset meydanı yaşadık öfkesizce, kimseye giydirmeden, sakin sakin ülkeyi konuştuk.Hayata dair kaygılarımızı anlattık acaip bir hızla sanki hep tanışıyormuşuz gibi derin sohbet ettik. 

   Genç delikanlı 9 eylül de Uluslararası ilişkiler son sınıfta okuyor, Bursa'lı. Bu yaz ilk kez yurt dışına çıkmış, altı ülke gezmiş başka dünyaları oradaki insanların rahatlığını görmüş, gitmeliyim buralardan demiş.İş bulamamaktan, gelecek kaygılarından daha şimdiden yorgun.

   Genç anne İstanbul'lu orada çalışmış yorulmuş İzmir'e atmış kendini evlenmiş çok tatlı bir oğlu var. İngilizce öğretmeni bir lisede. "Devlet memuru olsam da güvende değilim duygusu yakamı bırakmıyor, hadi ben yırttım diyelim çocuğuma nasıl bir gelecek hazırlayacağım bu maaşlarla, hepsini yapsam bile emekli maaşıyla nasıl bir yaşlılığım olacak gezemeden tozamadan geçen ömür" dedi.Bir de "İzmir'lilerde bir İzmir'li olma hali var dışarıdan gelenleri kabul etmeleri çok zor çok zorlandım ilk zamanlar" dedi.

   Bu şehirde bir yıl yalnızlıktan ağladım ben, koca apartman da gel bir kahvemizi iç sohbet edelim diyen sıcaklık görmedim. Bisikletle hayatıma yağan gençlerim tuttu elimden yüreklerine koydular iyi ki varlar bir daha teşekkür ettim onlara o anda. 

   Yaşlı karı koca içimiz de en umut dolu olanlar. Onlar gençlere çok güveniyorlar. "Biz 80 leri gördük korkudan apolitik çocuklar yetiştirdik, ama onlar kendi yollarını buldu gezi bir örnektir buna, o gençler bu ülkeyi omuzların da yükseltecek şu anda ki indiği yerden" dedi.

   Ben kararıkım zaten yanım da ki gence döndüm " yeniden genç olmak istemezdim sizin yolunuz hep zor oldu sınavlar dersanelerle, önünüz de görünmüyor, kızlarım ve gençlerim adına mutsuzum" dedim. Genç adam da "ben de istemezdimgenç olamayı" dedi.

   İlk yaşlı çift kalktı zarif vedalarıyla, sonra genç teşekkür etti sohbete gitti. Genç annenin bebeği uyandı, şaşkın şaşkın bakındı, mızıldanmaya başladı beraber kalktık güzel dileklerimizle vedalaştık.

   İzmir'in hala yok edilememiş en güzel yanıdır bu, sokakta yaşanır, tanışılır bir sürü şey konuşulur, ama  ne adını bilirsin ne de özeline ait bilgi edinirsin. Orada başlar, hızla derinleşir, yalnızlığını alır  dağılır, kendi büyük yalnızlığınıza dönersiniz... 

7 Kasım 2015 Cumartesi

Bir Cumartesi Sabahı Evsizi

Bu sabah kahvaltıyı sahilde yapmaya çıktım "bende geliyorum" diyen arkadaşıma da, boyoz gevrek al gel veledim dediğim bir kuzum bisikletle geldi, sıcacık gevreği boyozu bıraktı, uçtu gitti ailesini doyurmaya. Arkadaşım gelmeyince soğumasın deyip, balık tutan birine boyozu verdim tşklerle yedi balıkçı.

   Ama gevreği beklettim belki gelir arkadaşım deyip, kahvaltımı bitirdim. Kalanlar için, bunun sahibini gönder tanrım dediğim anda, baktım çöpleri karıştıran yaşlı uzun boylu biri, amca diyorum ama sokaklarda olmaktan çok yıpranmış, muhtemelen ben yaştadır.Adama amca demedim ha.

   "Gevrek yermisiniz" dedim, kafayı evet anlamında salladı. "Oturun burada yiyin" dedim peynir tereyağ domatesi de koydum inanılmaz bir hızla 1.5 gevreği yuttu. Kim bilir ne sıklıkla yemek yiyebiliyor. "Çaycı geçerse çay da alayım size" dedim. Motorla geçerdi her zaman, çaycı da geçmedi. İçime de sinmedi kuru kuru yemesine  "ben size para vereyim gidin bir yerde çay da için" dedim.

   Başladım gelene geçene "20 tl bozuk var mı?" demeye bir kişi bile çıkmadı ayol. Millette para mı yok acaba? Oha Bostanlı hem de burası.

   Sonra baktım konuşmuyor hiç "konuşamıyormusunuz?" dedim kafasını yooo manasında salladı. "Duyuyormusunuz?" evet diye salladı. Konuşuyorsunuz ama demi? Evetledi kafayla."Hayata kapattınız sesinizi" demek dedim büyük onay sallaması yaptı kafaya.

   Kahvaltısını yaptıktan sonra yerden alınma sigara izmaritini çıkardı cebinden, yaktı üç dört nefes çekip söndürdü cebine geri koydu. Üstü başı uzun zamandır yıkanmama kokusu olmasına rağmen, alkolik koku ve duruşu yoktu.

   "Karşı marketten bozdurup geleyim ben" dedim. Baktım uzak mesafeden takip etti beni, dışarı da bekledi adapla teşekkür etmesini de beklemedim, etmemesi de hoşuma gitti eyvallahı kalmamış hiç bir şeye. Aldı parayı, sessiz yıkkın yürüdü gitti. Bakakaldım arkasından.Nasıl bir öyküsü vardı acaba? Neler yaşamıştı? Çok merak ettim...

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Kışlık Evimde Sıçmayan Yazlığıma Gelmesin

   Neredeyse yaşdaşlarımın hepsinin yazlıkları var, keyifleri daim olsun. Çoğu davet ederler sağolsunlar ama gitmem. Yazlığına gitmenin ön raconu var benim kafam da, kışlığımızda çok yakın olmalıyız, yemiş içmiş sıçmış bi kaç gün beraber yaşamış, kahvaltısından rakı balığına kadar yaşam tarzımız uymalı ön racon bu, arkadan gelen ağır racon da karakter analizlerine girer kiiii derin mevzudur.

   Bir arkadaşımın yazlığında unutulmaz iki gece diye gidip, on gün kalmıştık küçük kızımla. Sonra büyük kızımı da getirttiler, acaip eğlendiğimiz kısa film bile çekilen muhteşem günler yaşamıştık. Dostlarla kafalarımız uydu tek sorun bile  yaşamadık hep beraber yaptık tüm işleri. Hatta benim merdivenleri silerken fotomu çekip "gazteye vercez bakım müdürünün eşi yazlıklarda temizliğe gidiyor diye" de makara yapmışlardı :D  

   Tüm yazlıkçıların hikayelerini dinlerim, anlatılanlarla hem kahkahalar hem çıldırmalar yaşarım. En babası da bir arkadaşımın yazlığına gelenlere hizmet ediliyo, kocası utanıp kadını dürtmüş kalk yardım et demiş "aaa tatildeyim ayol ben" demiş kadın. Ben bu kadını " laynnn otel mi burasııı" diye perişan eder kovardım evden. Şerif hayatta yapamaz böyle şeyler zarif adamdır.En başarılı otel çalışanı ödülünü almak için deli gibi çalışır, ben onu da boşar eve dönerim, almayalım biz yazlık almayalım :) 

   Birine de ben şahit oldum, bir uğramak istiyoruz diye yemek saati gelmek isteyen benim de tanıdığım aile hadi üç kişiler dedik, yemekleri çoğalttık (arkadaşımın yazlığındayız) Gelenler de inanılmaz iyi kazanan tipler, elleri kolları dolu gelirler dedik. Abi yanlarında bir aileyle bir çüküm karpuzla çıkıp geldiler. Biz şok ve tutuştuk, tekrar ilave yaptı yemeğe arkadaşlarım, ben kudurdum zaten, çocukları uyardık az koyduk tabaklarına (çemkirmeyin az diye başka yok deyip) ben baktım iyice  delirip ağzımı açacağım, üst kata kaçıp kaybolmuştum ortadan.

   O yüzden kimsenin yazlığına gitmem, kocaların somurttuğu, kadınların gergin olduğu, durmadan temizlik yapılan yaza sıçılmış günlerine bulaşmam.

   Ha bak bir de kuzenim de kaldıydım iki gün, onun hızıyla yardım etmeye öyle bir kaptırmışım kendimi tüm bulaşıklar kurulanıp kaldırılıyo durmadan silinip, ön arka teras belli saatlerde yıkanıyor, sabah kahvesi sebze ayıklanırken içiliyor durmadan yemek yapılıyor ve bunları gergin bir hızla yapıyor. Eve döndüğümde aynı gerilimle bir hafta evde de çalışmışım, normale dönmem zaman aldı "vayyy arkadaşşş lan bu nasıl hayattt" demiştim sık sık, aslında arada takılmalı kuzene hızlandırılmış film gibi yaşıyosun sarhoşluk bedavadan hemde :)  

   Bir de hiç yakın olmayanların nezaketen davetlerine koşarak giden bir grup "en iyi yazlık arkadaş yazlığı"cılar var. Dehşetle izlerim onları, bu ne rahatlık, bu nasıl beleşçilik, bu nasıl genişlik. Bakkkk şimdi geldiii aklımaaa lan biz iki yaz Şerif'in ailesi ile yazlık kiralamıştık yaaa, yazlığı olan bile ailecek bize gelmişti yav abovvvv şimdiki aklım olsa anında biner otobüse evime dönerdim :)

   Benden nasihat size; kışlığında yiyip içip (karşılıklı ama len) sıçmadığınız o kadar yakın olmadığınız insanların nezaketen davetlerine icabet etmeyiniz. Biz Türk'üz ısrarla kolpadan davet ederiz, duygularımızı gerilmeden yüzümüze söyleme kültürümüzde yok (keşke olsaaa ben söylerim yav) ama bilin ki arkanızdan muhteşem saydırılıyor, çok kez tanık oldum. Benim arkamdan da konuşuyordur lan bunlar da demişimdir. Gitmeyin valla bak :))))

   Benim düşüm de bu, arka bahçede çadır yeri duş wcsi olan (mutfakta çalıştırırım, boş geleni eve sokmam) bir köy evi deniz evi hayal ediyorum. Öğrenci işsiz boşanma bunalımındaki veletlerime herşey beleş :) kahkahalarıyla ortalığı şenlendirirler hayatı renklendirirler düş buuu hayal edelim neden olmasın :)))

22 Mayıs 2015 Cuma

Eeee Nolcak Şimdi?

   Küçücük yaşımdan beri gözlemlerim her şeyi havayı, mevsimleri, en çok da insanları, en sevdiğimdir insanları gözlemek. Sağolsun sanal dünya kıçımızı kıpırdatmadan yerimizden yakınlarımızı da dünyayı da röntgenletiyor. Hepimiz birbirimizin hayatını dikizliyoruz.

   Bloğumu yeni açtığım zaman okuyanların çokluğunu istatistiklerden görür şaşardım. Yüzüme de söylediklerin de daha da şaşardım ne bir beğenisi ne bir yorumu olmayanlar duygu bildirirlerdi. O zamanlar  anladım herkes birbirini izliyor.

   Bu aralar bakıyorum kontak listeme, hepsi bisiklet turlarında, dağlarda, dünyanın orasında, burasında, fink atıyorlar. Yediklerini paylaşanlarla, hep ben hep ben diye fotolayanlara gıcık oluyorum. Arkadaşım gez toz ama, bir hikaye de anlat bize, sıkıcı oluyor bilgin olsun diye söylüyorum.

   Siz şimdi kıskandığımı sanacaksınız da içime baktım epey bi "yok valla kıskanmıyorum". Çünkü tüm paylaşımların altında alt yazı geçiyor sanki "darlandık, sıkıldık, bunaldık, bıktık". Bana öyle geliyorsa eğer, geri bildirim verin lütfen. Depresyondasın diyen psikologlar çıkarsa acilden giriş yaparım psikiyatriye, o derece önemli bildirimleriniz. 

   Gözlediğim onca şeyden sonra içimden kocaman bir ışıklı tabela yanıyor "eeee nolcak şimdi?? Gezdin tozdun bitti, ne kazandın başın göğe erdi mi? Bordo divanda oturan benimle, senin arandaki tek fark, senin koş koş benim dur dur oluşum mu? Öyleyse yazık sana yoruluyorsun habire ve sonunda aynı yerde duruyoruz.

   He derseniz "ülkenin içinde bulunduğu umutsuz gidişattan tüm bunlar". Belki de bilmiyorum uzman fikri alınması gerek bence.

   Herkes birbirine tahammülsüz (bende dahilim buna)  herkes bir birine atarlı, ben atarlanamıyom da ha yapsam belki enerjilencem ama onu bile gereksiz buluyorum. Kıç kadar bisiklet aleminde herkes bir birine düşman, dağcılar da öyleymiş, yelkenciler de, valla anlattılar biraz,  kötü tüm bunlar. Ben de yapıyorum, Pollyanna falan da değilim kendimin de farkındayım.

   Her şey boş geliyor, her yer uzak ve anlamsız geliyor, bazen ben de geleyim yazıyorum birilerine, ama anında "yok lan bir sürü iş" diyorum. Bir sürü gereksiz kural, yemek ye, uyu, kalk, yürü, iç, alışveriş et, sıç, kahkaha at oyyy yazarken darlandım. Facedeki " hissediyor" saçmalığı gibi tüm fotolar, keyifli hissediyor, sıçıyor, yandakini kesiyor, birine atarlı gibi gibi.

   Yeni insan tanımayı çok severdim mesela,ama son yıllarda kimi tanısam hep hayal kırıklığı yarattılar bende, vitrinleriyle mağaza içleri hep başka hep başka. Bomboş tın tın ambarları.

   Hiç bir organizasyona gidesim de yok. Bir ego bir ego sanki gezegeni kurtarıyorlar anasını satiim, alt tarafı bir boktan konuda bildiğini anlatıcaksın. Ben de anlatmanı beğenirsem sonun da söylüyorum zaten, çoğunda da kendimi jiletlicem işareti yapmışımdır (zavallı öğrencilere acımışımdır onlar her hafta zorla dinliyorlar bunları), söylemedim ise "berbatsın darladın beni" demektir zaten.

   Rahmetli babaannem gibi oldum, o kocaman bir kapının azıcık aralığından gördüğü yerden izlerdi sokağını, ben de kah balkondan kah sanal alemden izliyorum dünyayı aynı yerdeyim o sevdiğim kadınla sanki. 

   Hepsinin ardından bakıp hep aynı şeyi söylüyorum "eeeee nolcak şimdi?"... 

17 Nisan 2015 Cuma

Sanatını Satmaya Çalışmak

   Bir salı felsefecilerin toplantısına sunuma gelen ege ve 9eylülün hocalarından biri dert yanmıştı. Altı kitabı varmış basılmış "muhtemelen içinizden beni tanıyan yoktur" dedi. Hiç sesimiz çıkmadı öyle bakıyoruz. Afilli sağlam bir yayıncılık basmış bir kaç kitabını ve fırça atmışlar buna "kitaplarının satılması için hiç bir şey yapmıyorsun" diye. "Yahu ben ne yapacağım, nasıl yapacağım, sizin işiniz değil mi bu?" diyebilmiş ancak.

   Çok utangaç belli, kitabını sunuma bile getirmemiş "ilginizi çekerse alın kitapçıdan"dedi. Şaştım kaldım, yayınevlerinin işi bu değilmidir? İşporta tezgahı mı açacak? İlanlar mı verecek?Her şeyin kapitalizmle alakasını bilmeme rağmen yine de şaşırdım. Kitabının yayınlanmasıyla bitmiyor demek ki iş, bir de pazarlamacısı olacaksın vay vay vay.

   Başka bir güzel kadın anlattı kitap bastırmış parasını cebinden ödeyerek. Kitapçılara ulaştırmak için ayrıca ücret istemişler. Üzgündü o da, hiç bir şekilde kazanamadığı gibi yatırdığını bile geri alamıyor. Satışını yapma yollarına kafa yoruyordu.

   Bu günlerde sıkça kitabı yayınlanan arkadaşlarım var çok mutlu oluyorum onlar adına. Ama hoca geliyor aklıma bir sıkıntı basıyor içimi "nasıl satacak nasıl pazarlayacak" heeee bana tasası kalıyor ha, öylede manyağım.

   Bisikletçilerden, gezginlerden, hepimiz bloğluyuz neredeyse. Bakıyorum kimi mütevazi, şahane de yazıyor ama paylaşmıyor bile. Kimi de her gruba linkini atıyor okuyun okuyun diye. Bazıları gönül koyuyor paylaşmıyormuşum onun bloğunu, yorumlar yazmıyormuşum. Küsenler oldu çemkirenler oldu, kırılanlar oldu, faceinden silenler oldu. 

   Anaaa başka bir pazar yerinde kayboldum lan sanki. Arkadaşım bak bi!!!! Ben kendi bloğumu bile hiç bir yere koyamam,  utanırım sıkılırım yüzüm tutmaz bir facede bir twitterda paylaşırım o kadar. Bundan kitap olur bastırt diye yollar gösterenler oluyor. Anammm işportaya düşer kitaplarım çok hüzünlenirim, ya satılmazsa hepsini kendim  alırım kıyamadığımdan. 

   Küçük kızımın okulunda ki kermese bişi yapmıştım (geçmiş zaman anımsamıyom kek pastadır kesin) üzerine konan etiketi görünce dellenmiştim. Lan altındaki tabak (onu da satıyorsun kekle) bile daha pahalı, içindeki malzemem emeğim diye söylenmiş, kendiminkini kıyamamış satın almıştım. "Bir daha yapmıyayım size bişi al kardeşim nah para diyeyim" de demiştim. 

   İşte o hesapla ben kitap falan bastıramam, bastırsam bile  satamam. Size de o anlamda faydam olamaz. Benimle eğlenen bir kaç yüz kişi var faceimde, onlarla eğleniyoruz keyifli olunca paylaşımlar,  yorumlar beni takip edilir kılıyor. Oysa o yorumlarla kopuyor paylaşım geyikleri benimle alakası yok. Ben öyle sağlam pazarlamacı değilim hayatım da hiç bir şey satmadım. Dükkan açsam batırırım o kadar anlamam pazarlamadan.

   Avon gibi pazarlamalara çekmeye çalışmışlardı beni geçmiş yıllarda, ateş basardı her yanımı yapamam. Yok becerim, olsa dükkan sizin inanın. 

   Dışarıdan bakınca size farklı görünüyor olabilirim valla değil. İşin gerçeği böyle işte. Yaşımın getirdiklerinden dolayı dünyayı değiştiremem, yaşadığım kadar yaşamıyacağım, anın tadını çıkarayım, yaşdaşlarım güm güm gidiyorlar ana fikirli felsefemle yaşıyor ve eğleniyorum. O yüzden sanırım etrafıma da eğlenenler toplanıyor hepsi bu...

   

     

15 Nisan 2015 Çarşamba

Ayrı Yastıkta 30 Yıl

   1985 nisan 15 bastık imzayı Şerif ile. Otuz yıl kocaman bir ömür, beraber sürüklüyoruz yaşamı. Hiç öyle romantizm yapmayacağım, kolay değil iki ayrı karakterin evlilik kurumu içinde var olmaya çabalaması çok zaman deli  yorucu. Ama biz götürüyoruz gibi, kızlarımız çok şey kattı bize katmaya da devam ediyorlar tıkanıp kaldığımız yerde ittiler arızalarımızı çözmeye yardım ettiler. Gidiyor işte öyle böyle gidiyor.

   Beraber yaşlanırken yastıkların değişmesine baktım her on yıla bir model yastık düşmüş :) İlk pamuk yastıkla evlendik sonra elyaf yastığa geçtik. Boyun arızaları başlayınca iki parça gibi olan enseye destek yapan elyafa geçtik. Şimdi de vosko gibi adı olan malzemeden yapılan ortopedik yastıklardayız biryastık da lafı mazi oldu. Teknoloji ilerledikçe yastıklar değişecek :)

   Uzun evlilik adına ahkam keseceğim öveceğim nasihat edeceğim hiç bir şey yok. Herkesin hayatı tercihleri doğrultusunda güzel yaşanıyor, hepinizin yaşamında bir sürü şey var bizim de canımızın çektiği. Kutsamıyoruz 30 yılı hayhuyla geçiyor işte. Hayat hep beraber güzel iki kişilik yalnızlıktır evlilik. Veletlerim velet ruhlu yaşdaşlarım hep beraber yaşamaya güzelleşmeye devam edelim :)

   Şerif bir daha dünyaya gelirsek birbirimizi seçmeyelim len çok sıkıcıyız olmm film olsak ilk 20dk da salon boşalır yapımcı batardı :) Yeni yastıklara sağlıkla, sevgi ve saygımızın devamı gelecek yayınlarımızda da olsun...

http://semraninsultanligi.blogspot.com.tr/2014/01/beraberligimizin-anatomisi.html anatomimizi de buradan okuyun :)

3 Nisan 2015 Cuma

Jasmina Filmi

   Her yıl yüzlerce film izliyorum emekli ve çocuklarını yuvadan uçurmuş aylağın teki olmanın hazzıyla. Çok ama çok az film iz bırakır çoğu filmi de anımsamam bile. Bazen "çöpe döker gibi film izliyorum ne anlamsız seyirciyim yav"  dediğim de olmuştur kendime. Çok az filmi bloğumda yazmışımdır. Sabah kahvaltımı o gün seçtiğim filmin karşısında yaparım. Sonra da kahvemi içerim. Bu sabah ki filmim JASMİNA 2010 yapımı Bosna Hersek çıkışlıydı. 

   Keyifle geçtim başına az sıkılır gibi oldum duvara kazınan bisikletle kocaman gülümseyerek yuvarlandım filmin içine. Öyle izlerim zaten, içinde yaşar gibi kaybolurum olduğum zamandan filmin zamanına ışınlanırım.

   Savaşın acımasızlığını naifçe vermiş. Esas başrol adamı tiyatro tadında muhteşem bir oyunculuk çıkarmış, filmin yarısından sonuna kadar gözyaşları içinde izledim. Öyle ağır melodram değil, ağdalı bir yas yok daha çok derin iç çözümlemesi, naif bir yaşam, önyargıyla yaftaladığımız yaşamların arka odaları var. Sessiz bir savaş karşıtlığı var. 

   En çok da bisikletin metafor olarak muhteşem kullanılışı var. Onca bisikletle ilgili şey izlemişimdir en güzeli buydu son sahnedeki bisiklet ise içinizi titretiyor.

   Filmin bitişinde hemen Hırvatistan'a uçasım geldi filme plato olan o sokaklarda olmak istedim. Benim film sever zeki veletlerim o kasabayı bulup haritadan yerini bile atarlar bana.

   Her çocuk annesini kaybedince yaşı kaç olursa olsun kaç yıl geçerse geçsin belki bir feribottan iner diye özlemle bekler annesini. Ve içindeki en karanlık odasıdır o bekleyiş belki bir gün biri gelir ufak bir pencere açar o koyu karanlığa. 

   Sinema sektörüne emeği geçenler hepiniz hepiniz yeryüzü meleklerisiniz hayatı anlamlı kılıyorsunuz. Dünyanın her yerinden bir sürü olayı gözlerinizden bizlere taşıyorsunuz,  sevgi ve güzel dileklerimi gönderiyorum her film sonrası.

   Filmi de izleyin http://www.imdb.com/title/tt1482161/...

30 Mart 2015 Pazartesi

Genetik Her Şey Demek Değilmiş

   Bu aralar bilimsel beslenme ile bir sürü şey akıyor önüme, ben de okuyup bilgilendikçe ülkemizde eksik olan halk sağlığı doktorlarının önemini anlıyorum. Beslenmede yapacağımız ufak tefek ayarların bedene katkılarına tanık oluyorum yakın çevremden. Kötü örneklere de tanığım.Azcık anlatayım size de altın günü dedikoduları kıvamında :)

   Bu dedikoducu face sayesinde uzun yıllardır görmediğim baba tarafından akrabaların fotoları düştü önüme. Şok oldum lan bunlar benim akrabaysa beni kesin cami avlusundan  aldılar diye, uzun uzun baktım hepsine. Oysa ortak ninemiz dedemiz hiç bir zaman kilolu olmadılar gayet de fit insanlardı. Ben kendimi babanneme benzetirim çok zaman (fit ya ondandır :P )

   Genetik hiç bir şey diye düşündüm o anda. Kesinlikle beslenme beslenme beslenme hepsinin başı beslenme. Azcık da olsa yapılan spor ve iç neşesi insanı fit ve genç tutuyor.

   Zararlı yiyecek ayıklanması beyaz ekmekle başladı biz de, yoksa her zaman gerçek Ege sofrası vardır kahvaltısından tüm otlara kadar. sizin meyhanede meze diye yedikleriniz bizim evde salata, yemek olarak arzı endam eder her zaman. Kızlarım İstanbul dan eve gelirken özel siparişleri büyüğün pancar küçüğün cibez ortak börülcedir istekleri balık net salata leğen boydur.

   Neyse, beyaz ekmekten kepekli, tam buğdaya geçişte Şerif çok zorlandı "karton gibi bunlar (hakkatten berbattı yav) neden zorla yediriyon şeker tansiyon hastası değilim obez değilim" mır mır mır öttü durdu ama geçmiştik.

   Beni şekerden büyük kızım inceden sade kahvenin tadına bak bir diyerek koparmaya başladı iki yıl önce. Her yandan da şeker karşıtı yayınlar bombardımanı başlamıştı, yavaşça ve zorlanarak bıraktım şekeri. Kesinlikle uyuşturucu gibi korkunç boyutta bir bağımlılık. Sabahları kahvaltıyı tahin pekmezle (üç lokma o da) finallerdim, onu da bıraktım. Özel balın yaptığı üç kiloya da tanık oldum kendimde ona da yallah dedim.

   Hiç de kolay değil şeker ve şekerli yiyeceklerden kopmak kültürümüz çok tatlı oradan bombalanıyoruz. İki yıldır daha yeni o da Katogenik beslenmeye (yarım tür Karatay) geçtikten sonra aklıma gelmez oldu tatlı. Ve tüm çevrem sigarayı bıraktığı gibi hızla şekeri de bıraktı, kimse çayla şeker getirmiyor çay kaşıkları kalktı ortadan. Akıllı insanlarla yaşamak çok konforlu.

   En şaşırdığım Şerif oldu bir sabah kahvaltı da şöyle bir şey yaşadık.
    "Sen şeker atmıyomusun çayına?"
    "Bıraktım ben şekeri"
    "Neden bana da bırak demiyosun?"
   "Ekmekle uğraştım yorucusun karışmıyom naparsan yap"
   "Sen uzun yaşa ben gebereyim yooookk yaaaa" 

   Valla adam şırak diye bıraktı şekeri, vay manyak sigara ve ekmeği bırakmada yaşadıkları ağır antremanmış heralde. Şimdi taktı kafasına iş yerinde yediklerine ayar yapıyor ve inceden minik minik ağırlık atıyor. Yoksa onunda tüm sülalesinin maşallahı var göbek göbekler.

   Yakın dostum var muhteşem spor yapıyor plates, yüzme, bisiklet, yürüme hepsi sürekli yaşamında, ama kendisi de itiraf etti beslenme ayarı yok. Ve kiloda sorun yaşıyor ayarlarını yapma niyetinde gördü ki işe yaramıyor spor tek başına. İkisi birden olmalı akıllı beslenme ve spor. 

   Tüm bu anlatıklarım bizden size yakın örnek olsun diyedir. Yediğiniz içtiğinize minik ayarlarla büyük farklar yaratabilirsiniz. Organik beslenme cennetindeyiz peşine düşün ve akılla besleyin bedeninizi, otların en ucuz olduğu yerde otlamak neredeyse bedava.

   Ben kazık çakmıcam dünyaya, bok yoluna da ölürsem arkamdan rakı balık incesaz sofraları kurun uleyyynn. Dört kollumu taşırken de "layyyn amma yemiş" demeyin diyedir tüm uğraşım :P Şaka lan şaka sağlıkla yaşlanam diye doktor sevmeyen bünyeme kıyaklar yapıyom :)

   Genetiğinizle oynayın iyi huylu GDO lu mamül olun ki, ilaç firmaları iflasa doktorlar tatile gitsinler :) 

3 Mart 2015 Salı

İnsan Diyeti

   Geçen de bir yerde okudum bu sözü "insan diyeti yapın" hayatınızdan olumsuzluk saçan, negatif ruhlu, neşesiz, hep bardağın boş tarafına bakan, eğlenemiyen insanları temizleyin diyor.

   2002 de annemi gönderdim o yıldan beri enfes bir elektrik süpürgesi oluşturdum. Kötü günün de yok mu? İyi günün de iki cümleyle sevincini paylaşmıyor mu? Sennn nasılsın diyerek ruhuna bakmıyor mu? Paso kendi çöpünü mü döküyor? Dünyadan bir haber ve ülke kıçın da değil mi? Hayvana doğaya insana merhametini kaybetmiş mi? Kedi köpek bebeklere bakarken gülümsemiyor mu? Mizah duygusu ölmüş, hayata milli eğitim müfettişi gibi mi bakıyo? Derin ince bir bakışı yıllarla oluşmamış mı? Hemmennn arkana bakmadan uzaklaşşş ve TEMİZLEEEEE aç süpürgeni hüppp diye çeksin.

   Bir grup değişik insan acaip kahkahalı bir akşam geçirdik. Biri "uzun zamandır böyle gülmemiştim yüzüm ağrıdı gülmekten" dedi. Düşündüm de bu arkadaşın suç kendinde, hayatına çektiği karamsarlıkları o topluyor ve bundan mutlu da ama farkın da değil. Farkına varsa yavaş yavaş değişim de gelir.

   Benim facebook fotolarıma bakanlar çok eğlenceli bir hayatım olduğunu sanıyorlar. Oysa normal bir hayatım var hatta fazla sessiz, filmler, kitaplar, dergiler, internetle geçiyor günlerim. Kimseye de ihtiyaç duymuyorum iyi mi kötü mü tartışılır mı umurumda da değil huzurla yaşıyorum. Sadece azıcık sokağa çıktığım da, mizah duygusu olan zeki güzel gülen insanlarla olmayı tercih ediyorum. O zaman o anların fotoları tabi ki de çok eğlenceli çıkıyor. Oradaki insanların ruhlarından kaynaklı bu.

   İnsan diyeti yapın hayatınızın çöplerinden arının. Ananız kardeşiniz eşiniz bile olsa "hüoppp buraya çöp döken eşektir" deyin, sınır çekin. Eşekler güzel hayvanlardır ve böyle insan çirkinlikleri yapmazlar, hangi ata demişse yanlış demiş biz de kullanıyoz işte.

   Ülkenin kaosunu, dünyanın çarpıklığını, olan olumsuzlukları değiştiremeyiz duyarlıyız sık sık sokak aktivistiyiz, ama tüm bunları ruh tipinize dönüştürüp sıkıcı kara insan olmayın lan. Sen öyle olunca ben böyle durunca ne halta yarıyo hiçççç. Sen sıkıcı ben eğlenceli algılanıyoz o kadarcık işte. Bu gezegende bir nokta bile değiliz. Bunu anladığın an hafifleyeceksin imam, pamuk, kefen üçlüsüne değinmiyom bile anladın demi? 

   Tercihinizi darlayıcı milli eğitim müfettişinden yana değil, sınıfın ele avuca sığmaz en fırlama öğrencisi olmaktan yana kullanın. Öğretmeye değil öğrenmeye açık olun, bizim zamanımız demeyin bi bok yoktu bizim zamanımız da AN da var herşey. Eğlenin len acık içimi kurutmayın...

   Not: Öğreten adam, düz adam Sami'lik sezdim bi an kendim de, size de öyle gelmişse çekinmeyin söyleyin, ince ayar yapam ruhuma :)

20 Şubat 2015 Cuma

Entelektüel Olmak

   Geçen de bir veledim beni güzelim cümleleriyle sevgi ile tanımladı. Tanımladığı cümlelerinden biri "entelektüelsin" oldu. İki gündür ara ara düşünüyorum entelektüel nedir? Nasıl Olunuyo? Nasıl anlaşılıyor?

   İzmir felsefe derneğinin haftalık etkinliği yapılıyor Can Yücel sokak Tek Kelime Cafe de sokağa çıkmama vesile oluyorlar şahaneler. Her hafta donanımlı konuların da uzman insanlar sunum yapıyorlar. Orada yaşıyorum bu entelektüel insan karakterini. "Hah bu olmuş" "aman bu olmamış" diye bir tür adi yarışma jurisine dönüşüyorum.

   Konun da donanımlı olman yetmiyor ki donanımını sunma şeklin de kendi karakterin sahne alıyor orada egon egosuzluğun hepsi ortaya dökülüyor, canlı canlı kısacık kişinin ömrüne bakar gibi izliyorum o sunumları. Bazıların da kendimi jiletliyecek moda geliyorum (terk etmeyi saygısızlık saydığımdan çıkamıyorum da), kimin de "bitmesin leeen ne güzel anlatıyorrr" oluyorum.Güzel anlatanla yeniden öğrenci olasım geliyor, kötü anlatıcı kabus gibi uyanalım artık olduruyor :)

   Entelektüel şakkadak olunmuyor arkadaş bir dünya kitap  okuyacaksın ve bu çocukluğundan başlıyor çocuk klasikleri dünya klasikleri kişisel sevdiklerin sırasıyla uzayıp gidiyor. Sevmesen de bir kez dinlediğin müzikler olmalı, sağ sol yazar ayırmadan bir bilgin olmalı. Her gün bir kaç gazete okumalısın. Hem ülkeni hem dünyayı  takip etmelisin. Sanat hakkında azıcık bilgilenmelisin. Kişisel zevkinin okyanusun da büyük dalışlar yapmalısın.

    Bu dalışlar bisiklet, müzik, edebiyat, şiir, resim, sinema, sanatın bir dalı v.s v.s. diye uzar gider. Ve birileri seni anarken "şunu çok iyi bilirdi" dedikleri şey kendi dalış noktandır. O noktada dalanlarla karşılaşınca sohbetler festival havasın da olur çok az denk gelinir ne yazık ki.

   Bir sene küçük kızım oturdu en iyi 100 filmi neden en iyi seçildi bilmek için izlemeliyiz dedi izledi. Çok takdir etmiştim, her yıl yüzlerce film izleyen ben mesela hepsini izlemedim onların, eski dedim daraldım dedim bıraktım.

   Hadi entelektüel olayım dediğin de şakkadak olacak şey değil bu, ömürü kapsayan, upuzun bir yol, yürümekle oldum demekle bitmez ve bitmesin de hayatı güzelleştiriyor. O yolu yürüyen veletlerim var, büyük hayranlarıyım gözlerim parlıyor onlara bakınca dünya gözüme güzel görünüyor. Kızlarımı övmekten kaçınırım, ama haklarını yemeyeyim usul usul güzel biriktiriyorlar. Yaşadıkları yıllara emek harcamaktır bu boşa geçmiyor.  

   Gelelim zurnanın son deliği bana "ben entelektüel miyim?" değilim lan, çöpe döker gibi habire okuyorum yüzlerce film izliyorum. Zar zor anımsıyorum geçen sene izlediğim filmleri, unutmayıp bir yer de adı geçtiğin de o konuyla ilgili okuduğu kitaptan izlediği filmden şakkadak bir parça anlatan entelektüel bence. 

Sırıtmayın len hemen kendime giydiriyom diye :) Acık da olsa bişiler anlatabilirim sorun söyliim gogol sağolsun şaka şaka gogolla bir ilişkimiz asla olmadı :P  

9 Şubat 2015 Pazartesi

Gündelik Yaşam da Algı da Olmak

   Geçen de bir arkadaşımla tlflaşırken "ben senin hasta olduğunu gördüm (faceden) ama bir arayıp soramadım" dedi. Gündelik yaşam da algımızda yokuz ondan dedim. Harbi ince giydirmeli makinalı tüfek gibi saydırdı. Teselli etmeye başladım birden, en delirdiğim şeydir aslında bu gün şu "algı da olmak" kısmını karşılıklı çözelim :)

   Şimdi hepimizin günlük yaşam keşmekeşin de aradığımız halini hatırını sorduğumuz insanlar listesi vardır. İlk on önemlidir siz de o ilk on için önemlisinizdir. Zorlamadan kendiliğinden birbirimizi takip ederiz. Zorlamama kısmı daha çok aynı yaşam tarzına sahip olmakla kolaylaşır ya da zorlaşır.

   Hastaysanız, üzgünseniz, sevinçliyseniz, tatsızsanız, ev almışsanız, aşıksanız, çocuklarınızla ilgili her şeyinizi bilirler, evlenme, ölüm, doğum ritüellerinize yakın ve yardımcıdırlar. Sevdiğiniz filmleri etkinlikleri bilirler bilgilendirirler. Hadi şurada olalım zıpla gel şunu yapalım hopla gel, bak bu sana uyar kop gelcidir hepsi. 

   Benim de var böyle bir ilk onum, kimi girer kimi çıkar, o listeme girmek zor, çıkan da sonsuza dek yakınımdır ama yaşam bizi başka yerlere sürüklemiştir. Küsmek darılmak sitem yoktur, beklenti yüklemek laf sokmak kıç dönmek barınmaz içimde, ne zaman bir araya gelsek aynı keyifle laflarız. 

   Yeter ki kimseye kazık atmasın, kimseyi yaşam tarzıyla yargılamasın, faşizan bir duruşu olmasın işte onları sonsuza dek silerim.

   Algı da olmak gün için de aklınıza gelen uğrayıp bir çay bir kahve içeyim yaaa görüşemiyoz ama sesini duyayım  dediklerimizdir. Onlar hakkında her şeyi de biliriz sohbetler de sakıncasız yardır yardır hızla derinleşiriz. Anlaşıldı mı şimdi ? Var mı sorusu olan gelin öpeyim de dağılalım. Algınız da olayım lan, listeniz de, hiç olmaz sa ilk 25 de olayımmmm :D  

15 Ocak 2015 Perşembe

Yolda Olmak Ya Da Olmamak

   Bu günler de gitmek lazım, yolda olmak lazım, sen neden oturuyorsun, sokağa çık, şunu yap, bunu yaplar, yağıyor dört bir yanımdan. Geçen de tartışıyorlar bir paylaşımın altın da bir veledim AN da kalmanın derinliğinden bahsetti diğer mızıldak anlamadı bile onu güme gitti canım derinlik.

   Veledim de benim gibi filmlerle edebiyatla anında başka dünyalara ışınlanan ve an da yaşamanın derin hazzında yuvarlanan yalnızlığıyla muhteşem dost bir güzel ruh. Mızıldak da zıp zıp zıplayan, durmadan hareket halinde, her yere koşan, her şeyi yapan, hala bir şey yapmadığını sanan, hayatı suyun üzerin de akıyor gibi yaşayan başka bir şahane.

   Ben emekliyim çok uzun zamandır, eşim hala çalışıyor, üniversite okuyan kızımız var paraya ihtiyaç var, o yüzden kendimiz için yaşama zamanına geçemedik henüz, belki de geçmeyeceğim tam da hayatım istediğim şu anda ki benim bilmiyorum. Bunlar bahane değil gitmek istersen yola iki dakika da çıkılır. Her keseye uyan yol var. Durmadan gezen bir yığın arkadaşım var, bazılarını keyifle izlerim, çoğunu da şaşırarak.

   Ölüm arkalarından koşuyor gibi kilometrelerle yaşıyorlar, yolda olmazlarsa öldüklerini, çürüdüklerini sanıyorlar gibi geliyor bana. An da yaşamaya dair kocaman paylaşımlarını görmüyorum da, yolda sıçtıkları tuvaletler hariç her şeylerini görüyorum fotolarından, iki kelimelik yazılarından.

   O yolun onlara öğrettiği derin ruhsal paylaşım yok, kişisel gelişim yok, gittiği coğrafya da yeni insanlar tanıyıp bize hikayelerini taşımak yok. Ye iç sıç çok muhteşemdi gezmeleri sanki hepsi. Lan biri de ne seviştim arkadaş diye anlatsa keşke, o bile amma çarpıcı olur (çoğu da bekar ha) :)

   Benim babaannem (bu aralar sık aklıma düşer oldu) ömrü sokağa penceresi olmayan kocaman avlulu bir evde geçti. Tek keyfi ince gelincik sigarası ile içtiği kahvesi ve akşam üstü az araladığı sokak kapısının kenarından oturduğu alçak küçük sandalyeden bir kaç saat sokaktan o aralıktan geçen insanları izlemekti.Huzurla yaşadı hiç bağırdığını, öfkelendiğini, şikayet ettiğini görmedim,80 li yaşların da gitti uzun yolculuğuna. Ona mı benziyorum acaba, genetik mi dir bu?

   Bisikletle gittiğim mabedim Kaklıç köyü kahvesin de oturan yaşlı amcalardan çok şey öğreniyorum. Oradan hiç çıkmıyorlar, bir yere gitmiyorlar, en çok hastaneye gitmek ve bir iş için belediye otobüsüne binmelerinden bile hoşlanmıyorlar. Ev ve kahve arasın da yaşıyorlar. Huzur, an da kalmanın rehaveti, çok zaman da sohbetlerinden neşe kahkaha taşıyor. Her gittiğim de arınıp geliyorum oradan .

   Mutlu olmayı yolda olmak sanan huzursuz kıçlılar, keşke gerçek duygularını paylaşsa. Neden an da mutsuz olduklarını? Yolda olmanın nesinin insanı derin mutlu ettiğini? Anlatsalar da ben de onları anlayabilsem.

   Bir çift veledim Amazon yağmur ormanlarına bir su kenarına çadır kurmuşlar öyle bir foto paylaştılar dı bir ara, aynı duyguyla bakmışız başka bir veletle  o fotoya "çok takdir ettim ama o vahşi doğa da olmayı canım çekmedi" demişiz. Ben kişisel huzurun derinliğinin peşindeyim. Neden durunca huzursuz, yolda olunca huzurlusun anlat bana kardeşimsin.

   Yolda olanların, yol düşü kuranların psikolojik şiddetine maruz kalıyoruz lan "öyleeee duruyom arkadaş" diyen bizler. Kıskanıyorum falan sananı döverim, takdir ediyorum gideni, ama yolda olmak, şu andan durduğum halimden daha deli mutlu etmez beni. Her an dan keyif alıp, argo deyimle "safa pezevengi" olmak lazım.

Beğenmediğimiz anlar ömrümüzden akıp gidiyor onları da kıymetiyle yaşayalım. Keşke şu halime 15 yıl önce ulaşsaydım der oldum, belki de bu ulaşılan yerim de içime yolculuklarımdan zar zor varabildiğim yerdir.

 Yolda olanlar, öyleee duranlar, düş kuranlar, düş erteyenler, şunu da bitireyim bak neler yapacağım diyenler, bu akşam huzur bulduğunuz bir eylemde bulunun. Düşlediğiniz yerde olduğunuzu varsayın, kapının dışı ha Avusturalya ha Ürdün ha yağmur ormanları olmuş ne farkeder sadece içinize bakın, gördüğünüz sizsiniz her yere taşıdığınız siz...