21 Aralık 2013 Cumartesi

Kalabalık Yemekte Ruhları Isıtmak

   "Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" demiş şair. Bence kahvaltı bedenime, kalabalık akşam yemeği ise ruhuma ziyafet oluyor. İkisinin yerleri ve keyifleri başka başka.

    Bu şehre gelirken büyük yemek masasını Manisa'da bırakmıştım, geri döneceğim ya. Bi de burada kim bize yemeğe gelecek ki demiştim, kimseyi tanımıyoruz, sülalemde yok. İlk yemeğe gelecek arkadaşa at arabana getir bari demiştim. Mutfak kışın soğuk oluyor, salon daha sıcak diye orada yiyoruz bazen, aldı geldi sağolsun.

   Sonra yavaş yavaş iki tekerle hayatımıza doluşmaya başladılar.İlk olarak bir gezgin veledime hayranlığımdan yaklaşık on kişiye yemek verdim evde.Öykülerini dinleyelim diye ama hiç bişi anlatmamıştı. Her şeyi tek başıma yapmıştım benim aldığım hazzı kimse almadı ki, hiç biri tekrarını bende yapalım demedi, oysa ben bayılmıştım gecedeki neşeye :)

    Sonra akşam yemeği, konaklama, sabah kahvaltılı bir davet yapmıştık. Sanırım o da benim 50 yaşıma girdiğim seneydi, herkes çok eğlenmişti, biz de mutlu olmuştuk. Veletlerim süperler her türlü yardımı yaparlar siler süpürür kaldırırlar çok rahatlatıcıdırlar.

   Bir gece Yılmaz'ım topladı evinde zeytinyağlılar gecesi diye inanılmaz yemekler ikram etti, hepsini de kendisi yapmıştı. Dans bile etmiştik o gece çok eğlenmiştik. Bir kere de konaklamalı Filiz'in yazlığında toplanmıştık, sahilde açık hava da sabahlayıp, meteor yağmurlarını izlemiştik, hep beraber yaptık herşeyi, muhteşem bir hafta sonu yaşamıştık. 

   İki yıl üniversite sınavına giren kızımızdan dolayı kapatmıştık kendimizi. İlk kez geçende on üç kişi tamamı bizde yattı, uyku tulumu matlarıyla geldiler. Akşam yemeği, sabah kahvaltısı, komün hayatın tadını çıkardık. Espirilerin kahkahaların havada uçuştuğu bazen herkesin konuştuğu çok gürültülü anlar yaşadık. Ayrılırken herkes hüzünlendi. Yalnız yaşamlarımıza dönmek zor geldi.

   Bu kez tam on altı kişiyi ağırladık, bu sefer ruhu velet iki teker yaşdaşlarımla bizde toplaştık "siz de pişsin, biz de yiyelim gecesi". Bostanlı grubu toplaşması muhteşemdi masalara sıymadı herkesin yaptığı yemekler. Çok zor sığdık masanın köşelerine bile oturduk. Muhabbetin bol olduğu neşeli sohbetlerin yapıldığı biri konuşunca herkesin dinlediği çok güzel bir akşam oldu. (ufff çok konuştum ya çok kez beni dinlediler sabah aklım başıma geldi ama çok geç).

    Kocaman bir yemek masası, açılınca onsekiz kişilik olsun. Kocaman bol dolaplı mutfak, bir de temizliği yapacak neşeli canlı sigara içmeyen genç bir yardımcım olsun. Ben paso yemek yaparım, diledim bakarsın olur hayat bu. Bu şehre gelirken bu yaşadıklarımı hayal bile etmemiştim dedim ama, etmiştim be, bahçesinde dev ıhlamur ağacı olan evimde, ne yemek hayallerim var benim, bunlar antreman sayılsın :)

   Ruhun yeniden canlandığı, sulanıp yeni tohumlar ekildiği, çeri çöpü temizlendiği, bir bakım gibi gelir bana kalabalık neşeli sofralar.

   Tüm davetlerimizde en az 7 saat o rahatsız sandalyelerimizde oturuluyor, muhabbet o kadar keyif verici ki bel fıtıklılar, ağrısı sızısı olanlar bile, herşeyi unutuyor. Kafalar sıfırlanıyor, sadece anda kalıyoruz, başka hiç bir şeye takılmadan. Nasıl günlerce bir keyifle hazırlanılıyor, ön hazırlık faslı heyecanı hayatı renklendiriyor.  

    Şimdi kızlarımız uçtu yuvadan ama her gelişlerinde dört kişilik donatılmış sofralarda saatlerce sohbet ederiz birbirimizin yaşadıklarından özet yayın yapar çenemiz :) 

    Bu işten benim kadar keyif alan yok sanırım, kimse coşkuyla istemiyor bunu. Ama ben maystroluk yaparsam, bizim evde toplanalım dedim mi de, sayıyı mecburen sınırlı  tutuyoruz, sığdıramıyoruz o kadar da keyifle koşuyor herkes :) 

   Emekli tayfayla da salı sabah kahvaltılarımız başladı, onun da gırgırı da bambaşka oynak makamdan oluyor, çoğalalım inşallah ruhu veletlerimle de.

    Daha büyük rekor denemeleri yapalım, en sonunda bu evi almazsak, taşınırken apartmanı sallayıp gidelim. En çok kaç kişi konaklamalı kalırız denemesi yapalım :)

   Büyük evlerim olsun, herkes bize gelsin "sizde pişsin, bizde yensin" sağlıkla geviş getirelim :)) 

19 Aralık 2013 Perşembe

Hediye Ya Da Armağan

   Yazının başlığını düşünürken hediye mi desem, armağan mı desem, dedim seçenek sizin ne derseniz deyin :)

   Benim çocukluğum çok sessiz sanki kimsesiz geçti oysa anam babam üç abim vardı. Kimse için önemli olduğum armağanlara boğulduğumu anımsamıyorum. İki naylon bebek var geçmişimde toputopu, birini dedemin mezarını ziyarete gelen eski karısı İzmir'den getirmişti (Manisa'lıyım ben). 
Diğerini rahmetli büyük abim 18 yaşında İstanbul'a çalışmaya gitmişti oradan getirmişti. Biri bende, biri annemin evinde durur kıymetliydi onlar bana alınmış tek armağanlardı.

   Tüm çocukluğum tüm gençliğim hep başkaların eskilerini giymekle geçti. Bir tek bayramlarda almaya çalışırdı bişiler annem, çokça onları da yardım sever güzel insanlar alırlardı. Şimdiki gibi göze sokulmazdı yardımlar, mahçup utangaç tavırla, sessizce yapılırdı herşey. 

   İlk kez 18 yaşımda kendi beğendiğim bir kaban alındı upuzun yıllar giydim severek. Annem giyer olmuştu son yıllarında, küçük abim aldı onu annemden anı diye, omuzuna atıp sabah kahvesi içiyormuş hala .

   Muhteşem güzel insanlar doluşmaya başladı hayatıma 20 yaşımdan sonra. Hala E 5 karayoludur gönlümün gümrüğünden geçiş yapanlara ömrüm. Nasıl sesli sevilir, nasıl armağanlara boğulur oldum öyle böyle değil. Yağıyor, sevgiyle düşünerek aklına gelerek seçilerek ince ince ayrıntıyla donatılmış armağanlar. 

   Ve ben ezilir oldum, asla tam karşılığını veremiyorum, şuna şunu almalıyım, şu bu gerekli diye not ediyorum. Denk gelmiyor aradığımı bulamıyorum. Sözler verir oldum hep sanki alacağım şeylerle ilgili, çok zaman utanıyorum.

   Başucum da bir veledimin Barış Bıçakçı'nın "Aramızdaki en kısa mesafe" kitabı, boynum da birinin atkısı, elim de birinin eldivenleri. Güzelim bisikletli kolyelerim, kahve içtiğim fincanım, çayımı içtiğim bisikletli kupam, enfes el yapım yastklarım. Export rakılar, minicik uzolar, ying yang kolyem. Bisiklette fosforlu soğuk koruyucu dizliklerim, bir sürü minik  bisikletler, camdan mavi meleğim, gidilen yerlerden taşınan şaraplar ve kadehleri, özel çaylar. 

   En güzel yanı da hepsinin "aklıma sen geldin" diye alınmış olmaları.

   Evde nereye baksam, kocaman gülümsüyorlar bana, sevgi dolu yüzleriyle ömrümü bahara çevirenler. Geçmişimin gri yıllarını, her gün rengarenk boyuyorlar, ruhlarından parçalar taşıyan armağanlarıyla. Ne zaman birine takılsa gözüm güneşler açıyor içimde. Üzerimde taşınacak bir şeyse benimle tüm gün gülümsüyorlar her yerde.

   İlk kızım babannesinin ilk torunuydu, hamileliğimden itibaren herşeyi Almanya'dan geldi kıç silme bezlerine kadar, kocaman körüklü bavulunu ayrı doldururdu babanne, yıllarca sevgiyle her şeyini taşıdı. 

   İkinci kızım şansızdı hem Almanya'da iki torun daha eklendi, hem emekli olunca babanne parası azaldı nafakası kesildi küçüğün. Ama onun şansı evrenden oldu her yerde bir armağan verildi herkes ona bişiler aldı. Almanya'da elti bile şaşmıştı "biz yıllardır buradayız dükkanlardan böyle armağan veren olmadı" demişti. Her girdiğimiz dükkan küçüğümü sevip minicik bir armağan verirdi.

   Bu gün gözümü açtığımda başucumdaki Barış Bıçak'çının kitabından aklıma doluşanlar bunlardı. Anlatmaya çalıştım sizden yağanları. Kendilerine birşeyler alarak gönlünü alamadığım, tüm dostlarım beni affedin size çok zaman tek verebileceğim sevgim ve hatalarınıza delirip mutsuz olacağınızdan korkup şiddetle saydırdığım atarlarım oluyor. 

   Varoluşlarınız sayesinde yaşlılıktan ölümden zerre korkmuyorum, yeter ki elinizi ömrümden çekmeyin...  

     


    

16 Aralık 2013 Pazartesi

Kendi Fotosunu Çekenler

Bisiklet festivallerinde tanık oldum ilk kez,  yüzlerce km. bisiklet binmişiz yüzlerce insanla hemde. Bir albüm yapmış arkadaş, onaaa laynn sanki tek başına gitmiş hiiiç kimseler yok. Valla senaryoyu yazıp, tek başına da oynamış takdir ve  nassıl bir ruh halidir o hayrette de ettim.

   Sonra fark ettim aynı turda, daha çok kadınlar ve bağzı naif abiler de börtü  böcük manzara çekmişler. Sanırsın ki inzivaya çekilmiş dağ başında. Onlardan tırsıyorum sana da yokmuşsun gibi bakıyorlar hee, delip içinden uzağa bakıyorlar hep. Başka alemdeler ama, bisiklet bineninden iyi saatteler gibiler :) 

   Bir de bunların şehir versiyonları var, takdir edilesi kadrajlarında sadece kendileri varlar, ucundan hasbelkader accık bişiler görünür. Neresi lan acaba burası diye bi güzel incelerken yakalarsın kendini bulmaca gibidir foto.

   Birde beş kantar suratlılar hep, tanıdığınsa tlf açıp sorasın gelir "iyimisin lan, evi çek senet mafyası basmış gibisin merak ettim" diye. Bunların patolojilerine kafa yoralım diyeyse bu çalışmalar valla ayakta alkışlıyorum çok başarılılar, sizi bilmem ama ben her fotolarında ruhlarını izliyorum ve derecelendiriyorum. "Var daha var", "yok sınıra gelmiş" "Allah sınırı geçmiş" "yakında çeker ipini" diye çeşitli sınıflandırmalar yapar oldum (bence de bende sınırdayım). 

   Az önce tanımadığım, kendine hayran narsist bir bisikletçi abinin fotolarına bakarken, hızla aklımdan geçti bunlar, size de aktarayım dedim.

   En güzel fotolar bir eylem anında poz vermeden habersiz çekilmiş fotolardan çıkar. Hele için de kahkaha atan insanlar, dibiniz de kedi köpek varsa açık havadaysanız o foto  şahanedir, tabiki bence böyle...    

14 Aralık 2013 Cumartesi

Bloğumun Doğum Günü

Bu gün bloğumun doğum günü, beni bir yıl boyunca mutlu etti. Okuyanların gözlerine sağlık, 17.472 kişi okumuş bir yılda. Herkes için bişi ifade etmeyebilir bu rakam, benim için çok şey ifade ediyor. Hala şaşırıyorum kim beni neden okur diye.

   Tam bir yıl önce 14 aralık günü sevdiğim bisikletçi veletlerimden, beynine donanımına hayran olduğum, o bana "sultanım" ben ona "şehzadem Mehmet'im"dediğim güzel insan geldi yazıların kaybolmasın topladım blog açtım "buyur burada yaz" dedi. Ay bir heyecan yaptım, elim ayağıma dolandı, en çok da korktum. Kimse okumaz beni dedim, yazılarım bir arada dursun hiç olmazsa dedim.

   Bildiğim gibi taslaksız düzeltmesiz dümdüz yazdım, çok nadir fotoğraf koydum. Zaman zaman eleştirdiler, foto koy videolar koy diye, bilmediğim şeyler onlar. Ben içimden geçeni olduğu gibi allamadan pullamadan yazıyorum, kelimelerim duygularımdan üretiliyor. Bazen romanlar yazmış egosuz bir yazar, yol gösterici arkadaşım olsa diyorum. Kimbilir belki bir gün o da olur.  

   Kendi dünyamdan, bireysel gözlemlerimden, Ege'li duruşumla yazdım, adını da "varoş edebiyatı" koydum yazdıklarımın. Edebi değeri yok, bir sürü imla hatam var, de'lerle da'larla uğraşamadım bile, saldım uğraşmıyorum artık, sıkılıp konuyu dağıtıyorum, ondan bıraktım.

   İyi ki doğdun bloğum, her içim dolduğunda sana döküyorum. Sonra da yazdıklarımı okurken tarlada hasadını izleyen çiftçi keyifleri yaşıyorum. Teşekkürler varlığına, seninle NİCE YILLARA... 

   Her okuyan bana mutluluk taşıdı, her içinde kendimden parçalar buluyorum diyen ailem oldu. Hepsi iyi ki varlar iyi ki hayatıma bir şekilde girdiler, teşekkürler okuyanuslarım sizlerle NİCE YAZILARA...

   Mehmet Yakın en çok sana teşekkürler (utanma, kızma, ben her yıl tşk edicem böyle sana alış) İYİKİ TANIDIM SENİ...

   Semra, hiç de fena yazmıyosun aferin sana, gel bi öpem yazan sağ elinin parmaklarından TEŞEKKÜRLER KENDİM... 

   

       

11 Aralık 2013 Çarşamba

Emar Çekimi Kafa Yapıyormuş

   Kalçamın bir problemine "emar çekilmeli" dedi. İçi geçmiş, hayattan nefret eden, "ne arıyom lan ben burada" duruşlu Ortopedici, boynumdaki ağrıya da "Nörolog görmeli" dedi. Sanki "yorma beni git başkası baksın" der gibi. Oraya da dostlarım aldı sıra numarası, tutup kolumdan da götürdüler bi de sağolsunlar. E ortaokulundan beri tanıdığım dostum Nörolog ya la bakar bana, emar lazımsa hepsini bi kerede çektiririm dedim.

   Sağolsun o kadar yoğunluğunun arasında "yarın 10 da kop gel" dedi. Atladım gittim vapur sessiz olaysız geçti, otobüs, şöför, yolcular standup gibiydi, bi ara anlat derseniz anlatırım canlı olarak el kol beden dili şart ondan :)

   Dostum toplantı da olcaktı, ben onun bölüme girdiğim anda, bi kapıdan çıktı "eşyalarını at benim odaya hemen çekecekler emarını" işim çok seni orada bırakacağım, dedi başladık koşmaya, ben hem koşuyom hem anlatıyom elimi ensesine attım (koşarken hayal edin bu hareketi yaptığımı)  "aha bak burası kasılıp ağrıyor" diyebildim ancak. "Tamam bişi çıkmıcak ama için rahat etmez senin, çekilsin emarın", dedi koşarken.Kılçık gibi spor yapmayan biridir arkadaşım, "nassı kilo almıyo" diyoduk. Kadın her gün koşuyo yahu resmen koşuyo hastanede. 

   "Yahu gerek yoksa neden çekilsin emar" diye tuturmadım ki, alacağım radyasyondan nefret halindeyim zaten, "doktor dedi" bile diyemedim. (O kadar yoğun ki işi kendi aylak emekliğimden çok utandım), koşuyoz, bi sürü kapıdan geçtik, jet hızıyla emara alındım, ona  takılarımı verdim, koşarak hastalarına uçtu gitti. Deli dana vakası varmış (gerçekten yav kendileri de deli dana gibidiler o ayrı) koşuşuyodu tüm bölümü.

   Giydirdiler bir önlük, abi kıçı açık onu bağlıcak biri lazım arkadan üç tane bağcık hemde, donum atletim duruyo bereket. Uğraşamam deyip kadınlar hamamında peştamallı gibi dolandım ortada. Neyse kalça çekimin de inançlıyım ben meditasyon gibi uçtum yaradanımın huzuruna o hızlı bitti, kafa açıkta olduğundan sarsmadı hem. 

   Kafayı soktu bu sefer kıçın açıkta "laynn tavandaki kaplaması dökülmüş aletin" aha kafada gitti yaradandan, "kul işi bu çökermi yav" oldum bi an. Sona yumdum gözümü, bu aralar bizim evde yapılıcak bir toplaşma var Bostanlı iki tekerli kafası güzellerle. Onlara pabuçlarla girin lan, yok yok girmeyin bi küçük kızımız da olucek bazılarınızı yere oturtucem, ben hepinize nassı terlik bulcam, benim veletler çorapla geziyolar, siz biraz daha kokoşsunuz sanki. Ohoo uğraşamam terliklerinizi getirin.

   Derkennn çekimi yapan kız "tamamdır giyinebilirsiniz" dedi. Sedyeden indiğim an da, ilk kez çekimi yapılacağı için dehşet içinde bakan Ege'min bir güzel köylüsü şalvarlı ablanın üzerine uçtum. Aklı iyice uçtu kadının, kucakladı beni, sarmaşmışız ikimiz dans ediyo gibiyiz, zorla toparlandım özür diledim.

   Sona aldım emarı gittim dostumun odasına, kafam bi dünya, dengem bozuk, kulaklarım tıkandı, resmen çok içmiş gibiyim. Tüm gün ve gece de öyleydim. Çaktırmadım da dostuma, kız zaten sürekli oradan oraya koşuyor, arada benden özür diliyor, o kadar da zariftir 34 yıldır tanırım tek argo cümlesi yoktur, anlayın o kadar nazik. Ne zor la bunun bir ödülü olmalı vermek lazım, ömrünce argo konuşmadının ödülü nah yapan bi heykel olmalı (hehe nah koleksiyonu yapan Enes'e sölemeli ) :)

   Kanlarımı da aldılar kolestrollerim kötü çıktı diyet yapmam için önerilerde bulunuyor arkadaş bir tek sabah kahvaltısında ki iki dilim ekmeğimi teke indir dedi. Ya ben otçul beslenmeseydim, azcık spor yapıom o da olmasaydı, ne olacaktı acaba? Hep bunlar Amerika'n oyunları eskiden kolestrol mü vardı lan.

   Emarları başka bi arkadaşına gösterdi odadaki diğer doktor "siz perşembe akşamı bisikletçisisiniz? demi dedi. Ankara pab'danmış, bir akşam burada beraber binmişiz, oradan tanıyomuş beni. Hemen Tansaş'la bisikletli pazarlara davet ettim. Bisiklet alemi şahane yav her yerden iki tekerli biri çıkar oldu. Sonuçlardan bişi çıkmadı, çok şükür tşkler ettik çıktık.

   "Ben biliyodum sonucun B.B.Y (sesli bibiye olarak sölüyolar) çıkıcanı da için rahat etsin" dedim diyerek. İki dakka da, şuramdan bir ağrı başlayıppp nahh şurama kadarr gidiyo diyen altın günü teyzesine bağladı ya la beni teşhisinde. Buna kızdım, bi de akşam Şerif'le tlfonlaşıp kıkırdaştılar he "laynnn ben doktor sevmem hastane sevmem nassıl böle bir muameleye maruz bırakırlar beni :( " de diyemiyom, iyice delimişim gibi bakıyorlar çünkü.

   Bu B.B.Y yi anlattı sona kahkalarımdan hastane çınladı. Aşırı çalışmaktan devreleri yanan bir doktor, bir hastanın raporuna yazmış B.B.Y. diye. Kadın da soruyor nedir bu bişi çıkmadı demek diyolar. Kadın bunları mahkemeye veriyo, benden hastalığım gizleniyor diye. Arkadaşım da elemanını savunmaya gidiyo mahkemeye (o kadar iş arasında mahkemelere de gidiyorlarmış doktorlar hastalar herkes birbirini mahkemeye veriyomuş) açıklaması Bir Bulgu Yok demek diyor dava kapanıyor. Gerçek açılımı ise, doktorlar arasın daki jargonda Bi Bok Yok demekmiş :))

   Neyse işte B.B.Y da kalçam hala neden sızlıyo (ağrı iyiye gidiyo, sızlamaya indi) diye soramam, kesin şak diye beni Psikiatriye yatırır bu dostum, tırstım. Şakşakçısı da evdeki koca he, düşmanı uzakta arama.

   Bir daha ki doktor hastane yazısı buluşmamız, çok uzun yıllar sona olsun sevgili okuyanlarım. Hepimize sağlıklı günler efenim :) 

   

10 Aralık 2013 Salı

Sanki Annem Geldi Öte Taraftan

   Arkadaşımdaydım kızı Yaso'mla sohbete dalınca, saati unutmuşum gözleri küçülen görümcesinden anladım saati hemen kalkıştım. Siz gidip yataydınız keşke dediğim de, o da bana "hepimizin gözleri çizgi oldu" dedi. Ahanda lafını koydu kadın yersen .

   Beni geçirme huyu vardır arkadaşımın kıkır kıkır güle güle Bravo pastanesinin köprüden önce, yurt dışına çıkıyo sarmaştık, vedalaştık ayrıldık. Bravo'yu az geçtim yüzüklere bakam dedim vitrine yanaştım. 

   Boğuk yaşlı bir kadın sesi "saat kaç" dedi. Sese zıpladım, o zaman ayıldım, cadde çok tenhalaşmış saat kaç lan? Bu kadın nerden çıktı? Bostanlı insanı profiline uymuyo hiç, yaşlılıktan ayaklarını sürüyerek ağır ağır  yürüyor. Kocaman yün hırka üzerine uzun bir örtüye bürünmüş, altında yün pijama, üstü uzun etek, ev terlikleriyle, evden mi kaçtı, hastaneden firar mı acaba? diye kalakaldım.  

    Hem tırstım arkasından birimi yanaşacak ben saate bakarken diye, hem de tlf içimdeki hırkanın cebinde çıkaramadım. Tekel bayiinden çıkan delikanlıya sordum saati  23.45 dedi. Ona tekrarladım (oha çok oturmuşum lan görümcenin gözünün çizgi olduğu kadar varmış).

    Başladık biz beraber yürümeye hem de konuşmaya. "Oğlum işten dönmedi, balıkçı da çalışıyo, bu kadar geç kalmazdı, kaza geçirmesin, arabalar çarpıp kaçıyor, ana yüreği dayanmıyor işte, ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar" dedi. "Ah çocuklar işte" dedim "36 yaşında çocuk değil artık, ama benim için hala çocuk, hiç düşünmüyo beni, bu kadın merak eder demiyo" diye derdini de yanarken, küçük adımlarla yürüdük beraber. 

   Aynı annem tipin de, aynı annem geç kalan evlada öfke ve şevkat modunda, hem giydiriyor hem seviyor. Hem isyan da, hem seviyor. Hem yorulmuş takipten, hem meraklanıyor. Ben de annemi anlattım, aynı bu şiddette küçük abimi beklerdi. Geç kaldıysa kesin içmiş olay çıkarmıştır diye, onu aramaya çıkardı meyhanelere, kahvelere. O anları anımsayıp öfkelendim teyzenin oğluna da, abime de. 

   "Şimdi ben de anne oldum, kızlarım eve girmeden uyuyamadığım da annemi daha iyi anladım" dedim. Kadın da bundan çok duygulandı, biz kol kola Balıkçı parkının oraya geldik, karşıya geçireyim dedim yanyan gidiyo giderken zaten. Oradan bir 36 lık ama içi çocuk "anneeee" diye koşa koşa geldi. Oğlun mu bu? He dedi teyzem, oğlu "geç kaldım biraz merak etmiştir" dedi. Teyzem sıkıca sarıldı, öptü beni yanaklarımdan, yürüyüp gittiler.

   Sanki annem çıktı geldi öte taraftan, eve dönmeyen abime isyanla, dertleşerek yürüdü benimle. Ve bana kocaman bir şeyi anımsattı gitti.

 EVLAT SOKAKTAN EVE GİRMEYİNCE UYUNMUYORMUŞ, ANNE OLUNCA ANLADIN DEMİ ANNEM dedi sanki. 
Alt üst oldum eve dönene kadar, arkadaş kısacık yolda bile macera değil mi bu şimdi :) 

9 Aralık 2013 Pazartesi

Teknolojinin Yarattığı Panik

  Eski telefonunun geçmişini temizledi, alladı pulladı "adres defterinin nakline paramı verilir ya" deyip de kendi nakletti. Tabi o arada benim eski tlfnumdan silindi adreslerin hepsi. 

   Bu sabah aklıma gelince bu, anca ayıldım işte, getti benimm adreslerimm ya ben şimdi geri de dönememm eski tlfonumaa diye yatakta kısa çaplı bir panik yaşadım, millet yatakta neler yapıyo bi de bana bak, yaşlılık anam işte :) Beni bu akıllı tlfona sıkıştırdılar uleynn diye  fırladım yataktan.

   Bi de bi arkadaşım mesaj atmış (faceden yav benim meskenim orası) bir tlf numarasına ihtiyacı var, numarayı verecek velede en hızlı watsupp menn diyen yerden ulaşılıyo. Tırsa tırsa alnım resmen terliyo uğraşa uğraşa yazdım mesajı gönderdim "oleyyyy beee dünya turuna çıkarım lan ben her şeyi öğrendim" haletiruhuyesine (anaa benim veletler bu kelimeyi bilir mi acaba bende yıllardır kullanmamıştım yahu)  sokuldum.

   Bir arkadaşı daha ekledim eklediğimi anlayamadığımdan gülücük gönderdim net oluyo o zaman. Vay velet anında çotang çotang yazmış. "laynnn o hızla yanıt veremem ki" sesli söle yerine bastım "harfleri bulamadığımdan gülücük gönderdim yorma beni" dedim. Sağolsun harflerin yerini tarif etti "camiden sola dönünce tam karşında" gibi oluyo yahu :) 
Sağolsun cesaretlendirdi kutladı.

   Beleşmiş ya bu "naber lan" diyen kurulum, beleşi sevmem, bu tlf patronlarına nasıl daha az para kaptırırım çakallığımdan dolayı kakıttılar arkamdan beni ya bu aklını almasıcalara. Ocak da paralı olcakmış diyolar, patronlar ellerini cebimize sokup her yerimizi elleyerek alırlar o parayı her zaman. Onlar bizden daha çakal, teknoloji manyağı ülkemin insanları kendimizi kandırıyoz biz :)

   Bitmez bu teknoloji ile uğraşmalar of off. Köyümüze geri dönmek istiyorum, gezen tavuklarım,oturan kedim zıplayan  köpeğim, bahçeli evim olsun istiyorum. Sadece bisikletim, kitaplarım filmlerim olsun, veletlerim uğrasın, Şerif çalışsın istiyorum (ay evde kalırsa çalışmazsa oradaki kedinin tavuğun köpeğin psikolojisini bozar diye, bana bişi olmaz onun iyiliğini düşündüğümden he) :)) 

   Benim eski tlfona naber len yüklenseydi ne güzel olurdu, bak şimdiden özledim kara şimşeğimi, masanın üzerin de öylece yatıyor ruhu gitmiş gibi. Çok hüzünlendim yıllardır beraberdik her şeyin sonu var ömrün sonuna giderken bir sürü son yaşıyoruz. Filmlerin de sonunu sevmem başlayışı güzeldir hayatın başlangıcı gibidir.

   Bir arkadaşımın hafif otistik yeğeni çok başarılı bir tedavi süreci yaşıyor. Bir anlarına tanık oldum bak şimdi şu anda anladım ben o çocuğu, hayatı çok erken çözmüş yahu, daha çok acı çekmesin inşallah. 

   Çikolatalı gofrete bayılıyomuş velet, açıp verdiler bi tane eline, bulaşmasın çikolata diye kağıt yarıya kadar da inik. Gözleri zevkten baygın çok mistik bir meditasyon da gibi yerken gofretini, birden dudağını büktü büktü gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Gofret yarıya inince ağlıyormuş kağıdı sıyırsan da susmuyor, derhal yenisini açıyorlarmış. 

    Bence o hayatın başı gibi görüyor yeni gofreti, ne bilgelik yahu 2.5 yaşında hem de daha. Ben de yarım gofret gibi ağlıyasım var şu anda. 

   Daha çok teknoloji istemiyorum, ama siz neden zevkle sunuyorsunuz kendinizi teknoloji tanrısına. Sunmayanları da geri kalmış olarak görüyorsunuz. Tamam ben de yapıyorum face girmeleri şart sevdiklerimi görmem için ama ki :))  

   

2 Aralık 2013 Pazartesi

Cep Telefonumu Yenileyememe

   Uzun yıllardır kullandığım telefonumun pil ömrü tamamlanmış, pil için gittiğim bayi gülmüştü "artık üretilmiyor bunlardan" diye. O kadar eski demek epeydir direniyorum geçmemeye yeniden hoşlanmıyorum.Sık sık kapanmaya başladı kendi kendine, zorluyor beni artık değiştir diye. 

   Ayyy canımm yaa kıyamıyom ben onaaa, bunca yıllık yoldaşımm, olm yokmu lan sizde kullanılmayan buna uycek pil he karıştırın çekmeceleri hadi be.

   Önce gideyim şu sim kartımı değiştireyim dedim daha önce iki hattı tek tlfona taktırmıştım. Sona teke indirince şablon gibi bişiyin içindeki sim oynuyo zaman zaman. 16 tl istedi yenilemek için. Yenisi kaç para bunun dedim seksi sesiyle gülerek bir satıcı kadın "yeni hat bedava hemde 532 lisi" dedi. Ne saçma demi yav işte bunlar hep kapitalzm, kalsın idare etsin deyip çıktım. 

   Evde iki tane fazla telefon var biri dokununca her yanı oynayan şehvetli kevaşelerden, denemek için taktım simi,amann haspam bana pin kodu sordu öylece kaldım. Kaldırılmıştı benim tlfda sorgulama anımsamıyorum tahminle yazdım bişi, onaaam pun kodu soruyo o ne laaan oldum anında bıraktım yürü git len diyip. Döndüm eski tlfonuma.

   Bu sabah du bi de kızımın eski tlfonuna deniyem dedim. Ohooo o benim kartı "tanımıyom lan seni" diye tersledi durdu. Ondan da çıktım kendi eskime döndüm :(

   Ama beni asıl rahatsız eden iki tlfonda Şerif'in ve kızımın tüm numaraları eski mesajları hepsi duruyor olması. Ben iki tlfon kullandım ömrümce ilk nokya 3310numda negzeldii bee. Kızlar utanıyolardı zorla yeni bişiyle değiştirmişlerdi bu da o işte. Yani sıfır kullanmışım ya hep, başkasının özel hayatına dalmak gibi geldi çok rahatsız oldum :(

   Ben kızlarımın günlüklerini hiç okumadım onların özel hayatlarına hep saygılı oldum. Kimsenin tlflarını karıştırmam, karıştıranlardan nefret ederim. Bu saygının en büyüğüdür karşındakine.

   Yahu insanız içimizde bir şeytan var sonuçta kim lann bu kadınn ne halta bu mesajlarrr diye dalasın gelir. Kızıma bu ne laubali mesaj kim bu çocuk diye aklımdan geçer. Offf ben ruhumu temizlemeye ömrümü adamış insanım, kirlenmiyeyim diye emek harcıyorum o kadar, lan bi kıçı boklu tlfonla günahlara çağrılıyorum :)

   Napıcam bilmiyorum, her gün iki tlfon bana bakıyor, en çok da dokunma her yanım oynar bakıyo hee, ben benim siyah kuzgunuma bakıyorum. Sonuçlanacak bakam da nasıl, bildiririm size de :)

   Tanıştırayım sol baştan 3310'um, vedalaşamadığımız LG'im ve ortasında hazır kart yazan kısmı sim, dışı şablonumsu şeyli sim kartım ... 


27 Kasım 2013 Çarşamba

Aşkın Cinsiyeti Olmaz

   Boynum ağrıyo, asılınca iyi gelir diye sahildeki sağlıklı yaşam zımbırtılarına gittim. Baktım güneş vuruyo kedi gibi yayıldım banka bisikletim dibimde. Güneş iyi geliyo yumdum azcık gözlerimi de. Yanıma birisi oturunca açtım baktım genç, güzel, ince uzun bir kız.

   Kısacık sapsarı saçları ve enfes bir yol bisikleti var altında. Yanına koydu bisikletini gülümsedi. İkimizde güneşte oturan kedi olduk sessizce. Sona ben "ne güzel bir bisiklet" dedim "benim değil arkadaşımın, benim de var ama İstanbul'da" dedi.

   Mırıl mırıl konuşmaya başladık dereden tepeden. Prestijli bir işi varmış, iyi eğitimler almış, rahat bir hayatı olmuş. Aşk için gelmiş İzmir'e vedalaşıyorlarmış. Aşk da İstanbul'da yaşıyormuş, ama İzmir'liymiş gitmeden, şehrine vedaya gelmiş, son anlara kadar beraber olmak için buradaymış o da. 

   Aşksa vedalaşılıyorsa çok üzülürüm "çözümü yok mu ?"  dedim. Yok o Amerika'ya gidecek işi gereği uzun yıllar  kalacak, ben işimi seviyorum bırakamam, o ülkede var olmaya çalışmam aşkımızı kötü sonlandırır, dedi.

    Ben de ona, çocuksuz olarak devam eden hayatımın yeni dönemini anlattım, yaşlanmaya başlamaktan, hayattan konuştuk, bisikletçi veletlerimden söz ettim, arada kahkahalar attık. 

   Beraber denize bakarak hüzünle sustuk. Anlattığı aşkın romantik, çıkarsız, keyif dolu oluşu, ayrılığa karar verme nedenlerindeki netlik (ki artık herkes kendi yoluna gidecek de dedi) hüznü katmerledi. Güneş batmaya başladı hava serinledi, ayaklandık evlerimize dönmek için. 

   Döndü bana "size sarılabilirmiyim" dedi. Kocaman sarıldık bunları aşmış donanımdasınız ondan söyleyeceğim "aşkım da bir kadın" dedi. Gülümsedi ben de gülümsedim. Bindi bisikletine süzülerek uçtu gitti.

   Bindim bisikletime hem gidiyorum hem düşünüyorum,  sihirli dünyalara taşıyor beni bu iki teker. Bisikletli olmasak böyle hızlı ve derin sohbete kapı açmak imkansızdır.

   Adını sormadım, aşkının kadın olması beni ilgilendirmedi, geride kısacık bir anı, derin bir iz bıraktı, bir de hüzün. Hayat çok korkunç ve yalnızlık vahşi. Umarım bunu anlayıp başka bir çıkış yaratırlar kendilerine yeniden kavuşurlar ben diledim. 

   Yahu evrenin kıyağına bakın, canlı film sundu bana, kesin ödül almıştır bu film :))
   

   

20 Kasım 2013 Çarşamba

Ölüm

   Biliyorum başlığa bakınca "noluyo laaan" demişsinizdir. Yok be kendimi öldürmeyi falan düşünmüyom. Dün akşam koşa koşa "Meditasyon ve Felsefe" konulu dostumuzun hazırladığı neşeli bir seminere katıldım.

   Oradan Cinatı'mıza geldik bir sürü veledim sardı sarmaladı beni sevgi ile, kahkahalarla şahane muhabbet ettik. Orada o halde görseydiğniz halimi daha da çok şaşardınız şu anda yazdıklarıma, bende şaştım sonraki duygularıma. 

   Yani hayatım boktan değil çok şükür. İç huzurunu anlattı meditasyoncu anlatıcı. Şahane iç huzuru dinamiklerimi oturtmuşum, onu da gördüm anlatılanlardan. Uzun ince, emekle yürünen yoldur HUZURun yolu.

   Gece yattım yatağıma gayet huzurla ve ansızın iki damla yaş aktı gözümden. Kendi ölümümü düşündüm gözyaşlarımla, o anda gidiyorum gibi hızla vedalaştım her şeyle. Hem şaşırdım ağlayışıma, hem hiç bir beklentimin kalmaması garip geldi.

   Bu satırlarıma bir sürü insan şaşacaktır, beni "ne güzel hayat dolusun" diye severler. Oysa ben "hayat boşuyum" hiçliğe bakıyorum çok zaman. 

    Küçük kızım üniversiteye başlasın, ayakları üzerinde sağlam durduğunu göreyim, o zaman "hazırım hadi gidelim" diye pazarlık yapmıştım yıllar önce. Sanırım o zaman da olduğumu düşünüyorum. Görevimi tamamladım gibi geliyor galiba.

    Siz hiç kendi ölümünüzü düşünürmüsünüz zaman zaman? Kendinize bak şu da tamamlansın hazırım dermisiniz? İnsanlar çok korkuyorlar ölümden, cenazelerde daha çok kendileri için ağlıyorlar gibi gelir bana (yakınlar hariç).

   Bu yıl çok arkadaş kaybettik, ondandır belkide tüm bu duygulanmalar. Çok fazla yasa maruz kaldım. Yaşıtlarımız gitti hep her gün yaslı birisiyle görüştüm şu sıralar. Ülke de sıkkın, herkes mutsuz. Seminer sırasında genç güzel bir kadın bomba gibi patladı "kapitalizm beni her gün mutsuz ediyor" diye. Öfkeli ve çok huzursuz, işte orada parantez açıp iç huzurunu daha çok anlattı meditasyoncu.

   Bir de "boş yuva sendromu" var, çocuklar büyüyüp evden gittiklerinde annelerin girdiği depresyonun adı bu. Ona mı girdim acaba yahu :) 

   Bisiklete biniyorum, yeni dost grupları kuruyorum. Neşem de hüzünüm de denge de, ama bu günlerde az konuşmak az gülmek istiyorum. Yüzüm asık, çok iyiyim rolü yapmak da istemiyorum. Bir süre de böyle gitsin bakalım. 

   Haaa veletlerimle kudururken görürseniz "ne lan bu halin hani ölümü düşünüyodun" demeyin onlarla her zaman delirebilme damarım hazırda bekler :)))   

17 Kasım 2013 Pazar

Öfkeyle Harmandalı Oynamak

   Dr. Herriet Lerner'in "Öfke Dansı" kitabı vardır. Özeti şöyledir ; Öfkelerinizi tanıyın, yüzleşin, kanka olun, hatta mümkünse güzelce dans edin, başarırsanız daha güzel insan olursunuz diyor. 

   Biz Türk'üz, öyle sittinsitesi delirdiğimiz, zaman zaman harlayıp, bazen küllendirdiğimiz ÖFKEmizle şakkadak dans falan edemeyiz. Yakın temas ne la şöle uzaktan çiftetelli yok yok onda da kıç baş çok oynuyo. Harmandalı iyi bak ağır ağır oynanabilir, fonda çökertme falan çalabilir.

   Bu aralar o kadar çok öfkeye tanığım ki, sanırım bu kendimi çözmekten kaynaklanıyor, çözünce daha net görüyorsun karşındakini (sadece deli öfkelerimi çözdüm he, bi sürü şey daha var arızalı) Çıplak kablo gibi herkesin öfkesi  çarpar oldu. Zaman zaman çok yorucu oluyor, öfkelilerden kaçıp kendimi korumaya alıyorum. Evimden çıkmaz oluyorum, daha neşeli insanlarda boşa takıyorum vitesi.

    En azılı öfkeler baba, anne, boşanılan eş, terk eden sevgiliye, nassı yakıyor varyaaa acı biber değmiş gibi bulaşıp kavuruyor insanı :(

   Hep derim yaşarken hesaplaşın, öfkelendiğin ölürse öfken elinde seni yakan kor gibi kalıyorsun. O zaman onu ne yapacağını bilemeyince sıyırmanın ucunda habire dağlanıyorsun.

   Acısız öfkeler daha çok tahammülsüzlükten kaynaklanıyor. Onu sevmem bunu sevmem insanlarında çoktur bunlardan. Kedi seven kedi sevmeyeni sevmez. Sağcı solcuyu sevmez, dindar ateisti sevmez. Evli bekarı bekar evliyi sevmez diyeeee uzar gider konular.

   Ben babamdan nefret ederdim (içimdeki doyurulmamış şefkatin suçlusudur) ona duyduğum öfkenin dizgini yoktu, ne küfrederdim ki ona off off .Gerçekte hiç kükremedim, bağırıp çağırmadım, kavga etmedim o kadar ilişkisizdik. Şakkadak gitti adam, kala kaldım elimde öfkemle, inançlıyım gidene sövemem de. İlk büyük depresyonumun startıdır. 

   Ondan sona maşallah vizesiz ülke gibi oldu ruhum, her tür depresyon elini kolunu sallaya sallaya girer çıkar oldu. İlaçlı tedavi, grup terapisi, bünyeyi alkole bandırma, dine sığınma, alternatif tıp, gibi her tür atraksiyonun şefi oldum. Hala çalışıyom, müdür olcam diye :)

   Babamı affetmem çok uzun sürdü, (bak direk baba yazdığımı fark ettim ki, baba demem o affedişten sonradır) affettim çünkü; Bana hiç bir faydası olmadı öfkenin, tersine senelerce üzdü hırpaladı içimdeki uçurumu büyüttü. Affetmek ruhumu rahatlattı, içimi acıtmayı bıraktı öfkem, hafifledim onu anınca sinirlenmeler bitti. 

   Affedin gitsin her öfke kaç tane sağlıklı hücremizi öldürüyor acaba? Ben o hücreler için ne kadar km pedal çevirdim kim bilir? Heba etmem arkadaş cimriyim o konuda :) 

   Şu anda bir meydan da, büyük bir kalabalıkla öfke olmaktan çıkardığımız bir şey için hep beraber Harmandalı oynadığımızı hayal ettim, amma muhteşem olurrrr sırıtıım bi an. Ya tamam müzik konusunda oylama yaparız, ama konu uzar gelin he deyin, Harmandalı iyidir iyidir :))  

11 Kasım 2013 Pazartesi

Can Sıkıntısı

   Geçen gün bir yerde okudum, ki okuduklarım seyrettiklerim çok zor kalır ezberimde. Ahhh hepsi kalsa aklımda varyaaa, amma entel olurdum be, yeri geldiğinde şak diye alıntı çıkartanlara hayranımdır.

   Schopenhauer demiş; İnsanoğlu doğduğu andan itibaren gelecek kaygısıyla boğuşur, tüm çabası geleceğini garanti altına almaktır. Bir şekilde gelecek kaygısı olmayan insanın artık tek derdi CAN SIKINTISIdır. 

   Çok etkilendim bu sözlerden, başka gözle izlemeye başladım çevremi. Tüm yaptığımız can sıkıntısını gidermeye yönelik, spor, eğlence, seyahat, sanat. Bir kadın bisikletçi  çıldırmış halde şöyle dedi. "Bir ayda 1900 km yol yaptım, evim tertemiz, her şeyleri yıkadım pakladım ama hala içimde  düz duvarlara çıkacak, dağlara tırmanacak, aylarca yollara çıkacağım güç var." 

   İçindeki üzerine üzerine gelen can sıkıntısından kaçma paniğini derinden hissettim. Mutsuzluk can sıkıntısının kankası, beraber takılır onlar. İşleri güçleri seni yere sermektir.

   Bu arada zenginlere de çok üzüldüm ayol, ne büyük can sıkıntısı içindeler hepsi, aklım fikrin onlarda :)

   Benim babaannem (nine derdik hepimiz, babanne de ne yav) kocaman bir evde geçirdi çok uzun yıllarını. Her gün rutin işini yaptı, çok çok az sokağa çıktı, sokağa penceresi bile yoktu evin, akşam üstleri bir karış araladığı kapıdan, sokağı izlerdi bir kaç saat. Ne kadar görünürse geçenler artık, saniyelik kısa film gibi adeta.Tv falan olmayan yıllar radyosu da yoktu düşünün bi. Sık sık ninemi düşünür oldum bu günlerde ve içindeki ağır huzurlu duruşu kendime rehber seçtim.

   Napıyosun dediler mi "duruyorum" diyorum, şaşırıyorlar sokağa çık şunu yap bunu yap diye bir sürü şey öneriyorlar. önerilenin çoğuda kendi can sıkıntılarında kullandıkları savaş aletleri bence. Azcık bisiklet biniyorum, kitap okuyorum, her gün 1-2 film izliyorum, gazetelere göz atıyorum, sessiz sakin yaşıyorum. Çocukken de böyleydim ben, kitap ve filmler yeterde artardı.

   Hafta sonları kahvaltı bitince planımız yoksa Şerif can sıkıntısı çökecek diye dehşetle "hehh napcaz şimdi" diyor. Adama da hiper aktif çocuk velisi gibi habire proğram yapacaz haa "laynnn al bisikletini git şırk kendinide rahatla düş yakamdan" der oldum. Bu bisikletler olmasa ne halt yiyecekmişiz bilmiyom gare :)

   Emekli olunca yaşayacağınız büyük şoka hazırlanın, ön hazırlık yapın, hazırlanmazsanız "hehhh napcaz şimdi" "boku yedim" uçurumlarına düşersiniz. Benim size tek tavsiyem mutlu olacağınız hobiler bulun, "bir bisiklet al sokağa çık hayatın değişsin" (slogan benim imalatım, kaynak göstermeden çalana çarparım :)  gösterilen kaynak da oldum ya ben peheyy ) 

   En büyük tavsiyem de öyleceee durun, sadece durun, saatlerce akan sokağı, çarşıyı, doğayı, bir şeyi izleyin işte kıpraşmadan öylece, boş boş da bakınabilirsiniz çok tavsiye etmesem de, izlediklerinizin anlamları olsun bari. Napıyomuşuz hep beraber tekrarlayalım DURUYORUZ.

   Diyeceksiniz ki "senin canın hiç sıkılmıyor mu?" sıkıldığı zaman yazıyom facee, bi sürü veledim, velet ruhlu arkadaşım  geyiğin kralı ile açıyolar içimi hepiniz iyi ki varsınız...

   Bu yazımı yazmaya başladığımda, 31 ekim öğleden sonra, Nuray tlf etti "koş Akın'a bişi olmuş" dedi. Fırladım evden oysa o anda Akın " hadi bana eyvallah" demiş bile. Şokum hala devam ediyor, bu yılki beşinci arkadaşımız yürüdü gitti. Hepsi orta yaşlarında aniden, arkalarında kendilerine aşık kızlarını, hala seven eşlerini bırakarak gittiler. Yarım kalan yazımı ancak bugün tamamlaya bildim.

   Hayat kısa kuşlar uçuyor ... 

27 Ekim 2013 Pazar

Tansaş'la Bisikletli Pazarlar

  Bunu da yaptım yahu başlığa bak direk reklam gibi :)
Beş yıldır İzmir'de bisiklet biniyorum gruplarla. Bisiklet binenlerin sosyolojilerine kafa yorarım. Çok ilginç sonuçlar çıkar çok zaman. Soranlara özel anlatırım kendi yorumlarımdır kimseyi bağlamaz. Epeydir hiç bir grupla binmiyorum. Egolardan, başkan duruşlarından sıtkım sıyrılmış haldeydim.

    Serdar Uziş'i Erdal Siral sayesinde tanıdım, du bi turlarına gideyim dedim. "Tansaş'la Bisikletli Pazarlar" turun adı bu Tansaş sponsor, amannn şimdi sponsor da içimizi şişirir de dedim ön yargı olarak. Gelir müdürleri cen cen konuşur logolarını her yana yapıştırır bunlar da dedim. (Bisiklet festivallerinden kalma bu önyargılar bende).

   Erol Hülagü turun nesi desem bilemedim (fikir babası, sahibi, başkanı, müdürü, sorumlusu) hiç biri uymuyor duruşuna, hem hepsi hem hiç biri gibi. Öncelerden de tanışıyormuşuz parçaları birleştirince ortaya çıktı. Bisiklet sevenler birbirlerini hep tanır zaten İzmir'de. 

   Turun amacı bisiklet binmeyi teşvik etmek. Az bineni cesaretlendirmek, yol korkusunu yendirmek, grup sürüşü öğretmek. Çocuklar ve kadınların,  en yoğun olduğu tur grubu oldular. Organizasyonun egosuz duruşu ve bisiklet yolundan gidiş geliş, çok önemli çekim cazibesi yaratıyor bence. 

   Pazar sabahları saat 10 da Bostanlı Tansaş sahildeki köprüde buluşulup 10.30 hareket. Koçtaş karşısında iki kez de gidiş ve gelişte suluyorlar. 12 km sonunda Sasalı piknik alanında mangal köfteler meyva suyu ayran kola ile doyurulup, çeşitli yarışmalar yapılıyor. 12 km dönüşte başlama yerinde 14.30 da kahveyle karşılanıyoruz. En güzel kısmı da orası çimlerde sohbet edip yeni dostlar ediniyoruz. Ayrılmak istemeyenler saatlerce sohbet ediyor.

   Bu tura ihtiyacı vardı kadınların ve çocukların. 
Güvenlik içerisinde bisiklete binmenin hazzı yaşanıyor temiz havada. Çiğli'den gelen ve koltuk değneğini bisikletine asmış beyefendiler turun mavi boncukları adeta. Umarım uzun soluklu ve kalıcı olur, maşallah diyelim hep beraber nazar olmayalım :)

   Şimdi hayatım boyunca nefret etmişimdir logolu şeylerden, onca yıl iş yerimin logolu tişörtüne direnmiş biriyim ben. Paşa paşa yeleği de giyiyorum, bisikletime de numaramı takıyorlar demir atıma eğer vurulmuş gibi olsamda. Tek sebebi yapılan işe çok saygı duydum, sıfır egolarına hayran oldum, tur sonunda tek şikayet duymadım, tek tartışmaya tanık olmadım. Herkese eşit sevgi ve saygıdalar. Bu kadar yağla bana tek köfte vermişlikleri varsa tekerim patlasın valla :))

   Yazıma başlık olarak kullandığım için reklam ödemesi yapmaları şart zati :)) Sessiz sedasız tura katılan  Tansaş'ın müdürleri olduklarını bile anlamadığımız "köfte veriyoz olm bak ayran dediniz onuda verdik" diye kafamıza kakmayan yöneticilerine de tşk ederim. Bu model yöneticilerin çoğalmasını da dilerim. (Kesssin bana bu yazıdan sona bi kıyak yapar bu firma) :))

   Boş boş evde oturmayın pazar günleri, bir sürü güzel insan spor yapıyor, sohbet ediyor sosyalleşiyor, hatta önceden gelen 15 kişiye ödünç bisiklet bile veriyorlar. Bunca reklamdan sona artık kıpırdayın. SOKAĞA ÇIKIN BİSİKLETE BİNİN HAYATINIZ DEĞİŞECEK İNANIN...  

13 Ekim 2013 Pazar

Nezlemle Çok Samimiyiz

   Nezleyim çok fena, kafam bi dünya gitmem gereken orada olmamın şart olduğu bir  dost mevlütü var önümde. Evde konuştuk nezlemle "bak bu gün orada olalım, camide top patlatır gibi hapşurup rezil etme beni, delikanlı gibi gidip gelelim, evde dağıtırız he hacı uyar mı? dedim. 

   Ergen mizaçlı nezlem harbiden sağlam çıktı. Sanki beni hasta eden o değilmiş gibi, sağlıklı gittik geldik çıt çıkarmadan. Arkadaş eve bi girdik sanki parti  veriyo şerefsiz, makinalı tüfek gibi hapşurup, eller havaya şarkılar gibi şırşır akıyo burnum.

   Muhteşem Sülümanın anası Hafza'ya yaptırdığı camideydi (babab çakallar hemen bildiniz demi Sülüman deyince) mevlüte çok erken gitmişiz. Oraya yakın bi arkadaşa takıldım azcık, sona da caminin kadınlar kısmının içersi dolmuş, dışarı da kaldım. Bereket hava çok güzeldi.

   Zaten giresim de yoktu, nedense bu kez giden arkadaşımın gençliğinden şokundan olsa gerek, bu ritüellerin hiç birine yakın duramadım, içine dalamadım. Oysa çok severim acımı hafifletirdi, dostumuz Hasan'ımızın gidişine hala inanamadığımdan sanırım.

   Eski arkadaşlarım oradaydı Belgin'le lafladık aynı çocuksuzluk yolundan geçiyoruz bu yıllar da, başka biri atarlandı laf soktu, şakkadak yanıtını aldı (hazır cevaplığımı severim). Mehmet Tunca'mın kızlarını özlemişim sarılıp sarmalandık. 

   Sona giden dostumuzun evine geldik, kendi yaşıtlarım mutfağa konuşlandı, inanılmaz sigara içiyorlar, ben zaten oturmam sigara içilen ortamda. Çok şaşırdım ama, benim çevrem sigara içmeyen, spor yapan sağlıklı beslenen insanlarla dolmuş ya, herkes öyle gibi yerleşmiş algıma, ondan inanılmaz şaştım hepsine.

  Salmışlar kendilerini, çok mutsuz çok formsuzlar. Tamam biz de mutsuzuz gidişattan ama, sporla eğleniyoruz yav çok zaman.

   İçin de 47 yıl yaşadığım Manisa'mın, beş yıl sona ilk kez caddelerin de yürüdüm, Manisa kebap yedim. Manisa kusuruma bakma ama seni hiç özlememişim, geri dönsem demedim, hüzünlenmedim hiç. Kendi doğduğum şehir de hayalet oldum bu kez. Bir tek tanıdık görmedim yollarda, sokaklarda, hiç bir dükkan sahibini tanımadım herkes yabancı olmuş. Çok karanlık, çok kirli, çok kalabalık geldin. Ve 47 yılı beş yılda unutacak bir ruhum varmış, bende az şerefsiz değilmişim ha, (kendime de çok şaştım).

   Ve ışıklı aydınlık İzmir'im, seninle de aşkımız ne kadar devam eder bilmiyorum. Ben de bu şerefsizlik varken, yanımda da Şerif varken, biz bi köye yerleşip seni de unuturuz lan. Bu gece ben bunu da anladım ki, hiç bir yerde kökümüz yok, göçebe romanlar gibiyiz gideriz dedim bile. Nereye olduğunu gelecek getirecek. 

   Hapşuuu hapşuuu hapşuuu lan olm 02 ye geliyo saat, partiyi bitir de uyuyalım artık sevgili nezlem :))


    Bu yazımdan sonra dost Hüseyin Tekeli paylaştı bunu, dünkü ruh halime de çok uydu.

"Anlaşılan, insan, hayatında en az bir kez doğduğu yere geri dönmek zorunda kalıyordu. Ya orada, geride kalan şeyleri almak için ya da kendisinden kalanı da geri verip bitirmek için..."          Hamdi Koç - Çığlak ve Yalnız

7 Ekim 2013 Pazartesi

İçe Yolculuk

   Bu başlığın gerçek anlamını çok az insan bilir, çok ama çok azı da, kendi içine yolculuğa çıkabilme cesaretini göstermiştir. Çok değerli nadir parçalardır onlar,  yolculuklarından inanılmaz değişimler elde etmiş, her yanları kanaya kanaya, çıraklıktan ustalığa doğru, yollarına devam ediyorlardır.

   Peşine düştüğüm insanlar onlardır, ömrümde çok azıyla tanışma bahtiyarlığına ulaştım. Onlar senin kalkanlarının arkasını iki saniyede tarayıp net sonucu bilirler. Şaşakalırsın o kadar hızlı anlaşılmaktan, çıplak gibi hissedersin kendini.

   Elli yıllık hayatını iki saatte paylaşırsın, bir ömür tanışıyormuş gibi olursunuz. Keskin bir huzur taşırlar ruhlarında, bulaşıcıdır da etrafındaki bitkilere hayvanlara bile geçer o huzur. 

    İçe yolculuğun bendeki tanımı şöyledir. "Kendi ruhundaki her girdi çıktıyı bilirsin, geçmişinden taşıdığın tüm karanlık odalarına korkarak girip, o odalara aydınlık pencereler açarsın" Birisi sana seninle ilgili "bunu neden böyle yaptın"  dediğinde net bir açıklaman olur bilmem, bilmiyorum yanıtları olmaz, bilmediğin bir şeyle de karşılaşırsın. Seni karşılaştırana minnet duyarsın. Nedenini bulmak için bir iç yolculuğuna daha bahanen olmuş olur.

   Çok zaman düştüğün derin bir uçurum büyük bir acıyla başa çıkamayışın, ya da bir depresyon tedavisi, bir psikolog, bir psikiatrist, bazen de minicik bir neden, belki de sadece bir dost lafı iteler seni o kapıdan içeri

   Yeni hayatıma katılan insanların ruhlarında, en çok bu kısmı heyecanla, önemle incelerim. Son yıllarda en çarpıcı gelen üç ruhtan bahsedeceğim.

    Birinci, sağlam yollardan büyük depremlerden geçmiş yalnız yaşayan bir kadın uzun uzun uğraştım ürkütmemek için. En sonunda bizim mutfakta bir kahvaltı da kapısını açtı ruhunun (bana değil ha kendine) içeri baktı ama, hızla kaçtı. Benim geçmişimde yüzleşilecek bir şey yok, hepsini yaşadım geçti dedi.  

   İkincisi evli çocuklu, o da hiç bilmediği bu arenaya çocuğu için ucundan bulaşmak zorunda kaldı, anlamak öğrenmek istiyor evladını. Kendi ruhunu çözemeyenin başkasına, ruhtan yana yardımı olamaz, yardım da değildir zaten, geçtiğin yoldaki tecrübeni aktarabilirsin ancak. Neyse o arkadaştan hiç umudum olmadığı halde, çocuğu için yavaş yavaş açtı kapıyı, içine bakıyor şimdilik. Benim yamacımdan kopmama nedeni belki de budur, ben habire itiyorum "gir yürü yolculuğuna" diye. Dürüstçe "bunları hiç bilmiyordum ben, öğreneceğim çok şey var" diyor ve öğrenmek için canla başla uğraşıyor kendisiyle.

   Üçüncü de evli, çocuklar yuvadan uçmuş, sağlam konuşuyor akıllı, farkındalığa kafa yoruyor. Ama ne zaman kendi ruhunun kapısına getirse bir şey onu "boşverrrr " diyorum  geçiyor dedi. "Bunu neden böyle yaptığını hiç düşündün mü?" dedim. "Bilmiyorum dedi, sen hepsini biliyorsun galiba" dedi. Ve hoşlanmadı sanki bu işten. 

   Üçü de kendilerinden kaçıyorlar gibi geliyor bana, ortadaki yürümeye başladı ama, ne kadar isteyecek o yolculuklara çıkmaktan, ne kadar zevk alacak bilemiyorum çünkü amaç evlat için. Oysa insan sadece kendi için çıkmalı içe yolculuğuna, yalnız ve neden kendin olmalısın.

   Hayatımı heyecanlandıran bekleyiştir, kendi yolculuğundan biriktirdiklerini paylaşacak insanları beklemek. Sanatta var, edebiyatta daha çok, sinemada daha az, ondandır kendimi her gün bir film, bir kitapta arındırmam. Kendi yolculuklarının izlerinden taşıdıkları ile sizinle ruhdaş olan ustalara selam çaktım.

    Ruhlarına hiç bulaşmayanlara da eller havaya parçalar çaldırıyorum, ben de oynarım hep beraber söyleyelim ama, onlar da gerekli yahu  :))  

3 Ekim 2013 Perşembe

Delikanlı Duruşlu Olmak

   Benim büyüdüğüm yerde "delikanlı" olmak cinsiyetten çok karakteri ifade eder. Delikanlı olmak dürüst, merhametli, ezilenin yanında olmak gibi bir sürü sağlam kişilik parçaları içerirdi. Oradan kalma alışkanlık sanırım yeni tanıştığım insanın karakterini bir köpek gibi uzun uzun koklarım.

    Kimseyi şakkadak sevemedim ben, gözlemlerim yaşamın içindeki duruşunu. Çok sonra yavaş yavaş severim, derinden sevdiğim çok ama çok az insan vardır, dizi geçmeyen suda sevdiğim çok insan vardır (ironime kurban nassı bi laf oldu lan, kullanırım ben bunu sık sık ) derin insanlar onlarla her yola çıkılır. 

   Başına bişi gelse ilk onlar koşar, nasılsın derken gözlerine bakarlar derin derin. Gerçeği sözcüklerde değil gözlerde ararlar. Hayatın içindeki duruşları da sağlam delikanlıdırlar.

   Bu gün ki delikanlılık tanımı nedir, anlamaya çalışıyorum, ama anlayamadım daha. Hiç yanılmadın mı derseniz, yanıldım yahu çok kez hem de, görüntünün arkasında şok edici karakterler gördüm, onları da ayrıca kutladım. Çok başarıyla kurgulamışlar ve oynuyorlar kendilerini. 

   Delikanlı duruşa örnek olarak, basından tanıdığım çifttir, kendilerine dağ başında kimseye muhtaç olmadan hayat kurmuş iki gencecik insan. Alakır vadisin de kendi yağlarıyla kavruldukları kimseye muhtaç olmadan yaşayan Birhan Erkutlu ve Tuğba Günal.

   Delikanlı duruşlu olmayan evliliklerde de, biri birinin parasının konforunda semirir. Sonra da ağlaşırlar "ay çok mutsuzum" diye. E boşan dersin, "nasıl yaşarım ekonomik olarak" derler . E o zaman zırıldama da arkadaş. Bu iki gençten feyz alsınlar. Yaşanır, her şekilde kimseye yük olmadan yaşanır. Sadece istemek gerek.

    Tek başına yaşamasını beceremeyen insana saygım yok. Sanırım annemden miras kaldı bana bu, çalışkana tapma huyum. Kimseye eyvallah etmedi her tür işte çalıştı badana boya, temizlik, tarlalarda pamuk toplama, bağlarda üzüm kesme, hasta bakma, kendi delikanlı gibi yaşadı ama, abilerimi çok yaydırdı gölgesinde. 

    Delikanlı olmaya uğraşın, yaşınız kaç olursa olsun öğrenilir bu. Kocanıza, karınıza, evladınıza, ananıza, babanıza kıçınızı dayamayın, her dem kendinize tutunun. Ölürler dağılırsınız. Kendi hayatlarına giderler, durmadan onları suçlarsınız. Eşiniz başkasına aşık olur yıkılırsınız. Mızıl mızıl ömür boyu öten sevimsiz insan olursunuz. 

   Bir de direk, olmaya gerek duymadan, delikanlı doğanlar var ki, sayıları çok azdır sonsuz saygı görürler yaşadıkları sürece. Etrafınıza gözlemci gözlerle bakın göreceksiniz onları, şu anda aklımızdan geçen DELİKANLI DURUŞLULARI selamlayalım hep beraber, gülümseyerek...   

29 Eylül 2013 Pazar

Critical Mass İzmir'de Sakız Adalı Bisikletçiler

   İzmir Critical Mass'in bu ay süpriz konukları vardı. Yunanistan Sakız adasından 14 bisikletçi dost bizlerle pedal bastılar. Neşeleri, güzel yüzleri ile Eylül ayı CM sine renk kattılar.

   Ne zamandır toplanıp gidelim Yunanistan'da bisiklet turu yapalım deriz hep. Papatya Girit'e davet etti. Yorgo İzmir'den Atina'ya tayin oldu, o da Atina'ya davet etti. Baktılar bizim gideceğimiz yok, onlar toplaşıp geldiler. Onların bu gelişleri, kapıları açmak gibi olsun, sık sık oradan buraya, buradan oraya bisikletler taşısın gemiler.

    Biz onlarla Ege'liyiz, yemeklerimiz, kahkahalarımız, denizimiz, şarkılarımızdaki tınımız, içkimiz, kahvemiz, neşemiz, beden dilimiz, bisikletlerimiz hep aynı. Onca politikacı bizi düşman etmeyi başaramadılar yıllardır. Ne zaman, ne nedenle bir araya gelsek, en hızlı kaynaşan iki ülke insanlarıyız hepimiz.
    
   Sakız tanıtım elçiliği yaptılar.
Adalarına özgü kurabiyeler, kekler, şaraplar, sakız reçelleri, şekerler dağıttılar hepimize. Oysa biz onları ağırlamalıydık.
Gelişlerinden haberimiz olmadı. Bunu saymayız, yine bekleriz, yolu siz açtınız, gelen giden çok olsun. SAKIZLI BİSİKLETÇİ DOSTLARIMIZ ...

21 Eylül 2013 Cumartesi

Bisiklet ve Sanat

   Epeyydir bloğuma sokulamadım, koş koş dönemlerimizden bi kısmını yaşadık bu aralar. Biriktirdiklerimi anlatırım bi ara, sıkılmadınız beni okumaktan ya gelin bi makas alam sizden. Uzaklardan okuyan yabancılar siz de akraba saylanırsınız artık.

    Bu gün Kadans bisiklet tükkanı sahibi veledimi evlendirdik, ilk atraksiyon oydu, mutlu olsun. Diğer veletlerimin bi kısmı oradaydı, onlara da dedim "çok şanslıyım" beni sevip sayıyorlar, bir sürü yakışıklı tarafından onore ediliyorum, kızlar çatlasın patlasın. Yakışıklılar, çok hem de ve dürüst adımlarla bisikletin üzerinden işlerle yürüyorlar. Bisiklet sever sevgililer bulsunlarrr dileğimdir.

   Ben gidemedim Şerif gitti tura ben, hem gücüm yok, hem keyfim yok (kızıma hüzündeyim açıklarım sona bilmeyenlere) evde iş çok, c şıkkı hepsi birden sebeptir gitmememe.

   Balıkçı İsmail abimiz avlanma yasağı bitti ya, anaa bi baktım bizim sokak da "İsmailll abiii" dedim "hooop " dedi. Ne var dedim,  yine etrafı en az yirmi kedi ile çevrili temizlediklerini onlara atıyo :) Barbun, lidaki,levrek,çipura var dedi, ver bi kilo Barbun dedim. İlk kez nereli olduğumu sordu "Manisa" deyince, bilirim orayı argo çoktur onlar da dedi, yok ben sadece "bacağına sıçarım diyorum abi zarifimdir " dedim, kocaman kahkaha attı, o arada kocaman bi barbun düştü yere kediye nasipmiş dedi bana başka ekledi , (ne güzel insannn laaan) tahmini doğru çıktı, argo da konuşurum söverim de ben :))

    Nurayım export rakı getirmiş bize, şak bıraktı kaçtı. Şeriffff "tur dönüşü marul roka al" dedim kavun da almış. Ömrümüzün ilk çocuksuz soframızı kurduk (küçük kızımız da üniversiteye gitti), az hüzünle çok umutla.

 Tv mizi Altın Koza film festivalini naklen veren kanala ayarladık, kızımızın da oynadığı film SARI KAMIŞ EVE DÖNÜŞ 1915 , en iyi Sanat yönetmeni ödülü (adam harbiden sağlam giydirdi konuşurken ben bi an ayağa kalktım alkışlarken) en iyi film müziği ödülü de aldı. Anne baba olarak kızımız da seçilir mi laaaan heyecanı yaşadık, kazanmış kadar oldu valla, öyle bir "taşikardi" yani :)

   Bisiklete binip, sanat seviyorum (sinema, edebiyat) bunlar oldukça, hayat hafifliyor benim için. Sizin de vardır böyle hafiflediğiniz bişiler, benimkiler bunlar.
   
    Mevsim normallerine dönme sinyalleridir bu, bizim ev çocuksuz da olsa, birimiz önden gitse de, balıklar rakısız boynu bükük bırakılmayacak, marul rokasız mahsun konmayacak, cumartesi geceleri bir sebep yaratılıp, kadeh çırpıştırılacak. Spor yaptığımız sürece hak ediyoruzdur bunları :)
  Geçen de bir dostum dedi "bloğunu salladın acık" diye işim ne bundan sona, kafanızı ütülemeye devam edicimmm :))

3 Eylül 2013 Salı

Annelikteki İşimden Emekli Oldum

   20 Mart 1986 doğan ilk kızımla girdiğim işimden, 3 eylül 2013 de emekliye ayrıldım. Artık danışmanlık vereceğim ara ara. Tam 27 yıldır anneyim, ilk evlenme yıldönümüm de 25 günlük bebekti büyük kızım, o günden beri hiç çocuksuz yaşamadım. 

   En iyisini yapmaya uğraştım, vazgeçtiğim her şeyden gönlümce severek vazgeçtim. Onlarla geçirdiğim her ana değer, keşke bu günkü ruh halime en başında sahip olsaydım, daha dibine kadar keyifle yaşardım. Kendi varolma dertlerimden, kaçırdığım anlara yangın olurum zaman zaman. Çok az keşkemden biridir bu da.

   Sudan çıkmış balık, yabancı bir ülkede dil bilmez turist gibiyim, uzun süre bakınacağım konuşmadan sessizce. Sonra yaşam bana, yeni yolumun trafik levhasını gönderecektir, eminim buna. Kendimi ilk kez merak ettim "nolucam ben lan" diye bakışıyoz ruh ve beden olarak şu anda :)

    Bisikletim, bisikletçi veletlerim, dostlarım, onların varlığı korkutucu kılmıyor gelecek günleri. Ama bunlar olmasaydı, derin bir uçuruma düşer insan "işim bitti yaşlandım ömür bitti" diye tribe girermidim ki? Bilmiyom bilemicem de .

   İş bulup çalışmalımıyım, bi dönüm bostan yan gel osman fıttır fıttır gezmelimiyim. Ne istiyorum acaba? Sorularımı bi kaç ay ertele tuşuna bastım, boşluk ve sessizlikleyim.

   Güle güle kuzum, güle güle tam zamanlı anneliğim, güle güle küçük kızım, aşk çok olsun yaşamın da.  

    Merhaba yeni hayatım, merhaba geleceğim, merhaba yaşayacaklarım, merhaba 52.5 yaşımdan sonrası :)

   Oradamısınız lan, bak valla kaçışmayın bunalım da değilim, olm çok eğlencez yav. Okumaz inşallah kızım bu yazıyı "bi kına yakmadığı kalmış he" der gare :)  

      

    

1 Eylül 2013 Pazar

İki Saatlik Yol Hepi Topu

   Küçük kızımı da yuvadan okuluna uçuruyorum ya artık fink fink gezme zamanlarım başlıyor diyordum. İlk seyahatimi lise kankam "yazlık aldım Kuşadası'nda  gel len" dedi (çok yalvardı he yoksa gitmezdim valla). Giderim hem de otobüsle gideyim klimalı mis gibi sağa sola bakınırım dediydim.

   Facede sordum benim veletlerime nassı gidicem diye, hepsi yığınla yorum yaptılar yollar gösterdiler. Sezin ve Cansu sizi dinlemeliymişim. Üst sokaktan Pamukun servisine binip garaj Kuşadası otobüs hop orada olacaktım. 

   Ben naaptım veledim Ozan'ın "bin izbana in semt garajına bin otobüsüne zamandan çok kazanırsın" demesine yaptım tercihimi :) Upuzun yıllar var otobüsle ve yalnız ben bi yere gitmeyeli. Heyecanla sırt çantamı hazırladım, yeşil paletlerimi de taktım çantanın bir yerlerine, bindim izbanımaaa maceraaa başlıyor.

    Karşım da diş telli kıza dayanamadım bulaştım şakkada şakkada sakız çiğniyo "tellerle sakız yasak değil mi ? " dedim. "Ohoo her şey yasak ben hepsini yapıyorum" dedi "hiç kırılmadı mı ? " dedim "bi kere erik yerken sadece" dedi. Oha erik bile yemiş yav. Sona karşımdan yanıma geçti, omuzun da dövme var yarısında "HAYAT KISA" yazıyor diğer yarısı  askılı tişörtün altın da kalıyor " ben merak ederim bunu dedim bak bak dedi "KUŞLAR UÇUYOR" ve altında okunmayan ne dedim Nazım Hikmet'in imzasıymış. 

   Seyahatin mesajı oldu "hayat kısa kuşlar uçuyor". Alsancağa girip çıkıyomuş izban ellehhh ölümcül yavaşlıkla yarım saat oradan kaybettim. İndim semt garajı durağına dolmuşlara yürüdüm. Kuşadası'na nereden binicem dedim "buradan kalkmaz" dedi dolmuş şöförü gencecik delikanlı. Nerden kalkar dedim "garaja gidiceksiniz" fenalaştım anında. Bilmeyenlere açıklama, bu İzmir'in öbür ucuna karadan otobüsle o sıcakta trafikte gitmek en az 2 saat anlamına gelir.

   Allahhh napcam şimdi ben dedim. Kıyamadı delikanlı, sağa sola tlflar etti, başka şöförler de geldi mini toplantı yaptılar, bi kaç tlf da onlar etti kararı açıkladılar " Gaziemir Pamuk firmasına bırakıcaz oradan servisle gideceksiniz" bindim. Bi de bozuğum yok para da almadı, bıraktı beni "abla karşıya geç bak orada " da dedi. Dualar ettim delikanlıya, acıdı ayol halime insanlar, dehşet içindeyim tabi ondandır.

   Aldım Pamuktan biletimi bi yarım saat servis bekledim, geldi bindim Ozan'ı aradım ulaşılmadı, açsaydı sülalesini sıraya dizip "aha bu oğlunuz yüzünden ben buralarda perişanım " diye zarif şikayetlerimi edicektim :)

  Servis şöförü de gençten biri, beş dakka da öğrendim halini ahvalini, midesinin yarısını almışlar normalde yüksek okul dan teknikermiş, ağır işte çalışamadığı için şöförlük yapıyor. Trafik az çalışan klima sıcak dehşet gerilim yaratıyo " aman oğlum bak gerilmeyelim bi sürü sağlıklı hücremiz ölüyo" dedim. Arkadaki bastonlu harbi ruhu da nine onun çemkirir konuşmalarıyla kahkalarla başladık Buca da sokak gezen parti arabası gibi dolaşmaya.

   Hiç yolcu olmayan duraklara zorla girip çıkıyoz "yav bi tlf etseler de yolcu yoksa girmesek ya" diye, şirket içi eğitim tezi yazmaya başladım ben. Çok zaman kaybettik, iki saat dolandık Buca Şirinyer Buca şeytan üçgeninde.

   16 arabasına yetişmek için basmaya başladı, müdürlerimiş onu da aldık bi yerden, gidiyoz hızla, şakkadak kaza yaptı. Anında tüm dükkanlardan çete gibi adamlar döküldü "lannn senin kitabını .......m le başlayan cümleyle çarpandan başkası saldırdı bizim şöföre, bir çığlık attım " gir oğlum sen arabaya" trafik çağırın ayol diye bas bas bağırıyom. Arbede çıktı, o arada müdürü de fırçaladım "inip adamınızı korusanıza" diye tırsak zorrrlaa indi gare aşağıya.

   Hemen başka servis bizi aldı, uçurup yetiştirdi garajın girişin de, Kuşadası otobüsünü 15 dakka bekletmişler bi bindik iki grup ağız dalaşı ile kavga ediyorlar " noldu ki ?" dedim yanımdaki sülün kıza sordum. "Geç kaldık beklemeyin" diye bağırdı birileri, ötekiler de "kaza olmuş bağırmayın" dedi kapıştılar, diye özetledi olayı.

   Safiyem dakka başı meraktan arıyor "valla gelcem de ne zaman bilmiyom merak etme beni" dedim. Neyse tam beş saat sona vardım. 

   Akşama Ozan aramama döndü, savunması da şu " ben internetten baktım öyle diyodu" laynnn ben de bakardım, niye facee yazıyorum tecrübelerinizle yönlendirin beni diye. Üç yıldır oralardan geçmiyormuş otobandan gidip geliyormuş tüm otobüsler. Sen hala yenilenmeyen internet sayfalarına mı inanıyon diye bastım kalayı. Ağır sabıka yazdım kendisine "zor inanırım" damgalısından :)


   Hepi topu iki saatlik yolu tam beş saatte gittim. Maceraya gidemesem de macera bana geliyor, siz bir de benim yurt dışına tura falan gittiğimi düşünün başıma neler gelir kimbilir. Huzur evine ne taraftan gidiliyo gidem yatam bari vaktinnen. 
   Diş telli kızımızdan armağan kaldı tatilin özlü sözü oldu, kankamın torunu yakışıklı Bulut'um la "HAYAT KISA KUŞLAR UÇUYO" dedik durduk birbirimize. Size de diyorum,  "kısa hem çok kısa uçuyo herşey" :) 

   Bu yazıyı yazdıktan sonra sevgili veletim Burcu Cebeci'im buldu bunu, hemen ekledim. İzbandaki kızın omuzundakinden çok daha güzel ve anlamlı :)