31 Ocak 2013 Perşembe

Bisikletin Üzerinde 4


Kaklıç köyüne hiç trafiğe girmeden Bostanlı'dan 17.5 km. de ulaşılıyor olması orayı benim için değerli bir yere dönüştürdü.Hala bisiklet binilecek kadar güzelse hava, Kaklıç yapalım olur ilk düşüncem.2009 yılı nisanında başladım binmeye bisiklete.

Bir hafta sonu yine tıs tıs öte öte gittim, kahvede otururken, bir grup bisikletli geldi, neşe içindeler, ben ilk kez grup görüyordum. Şu anda hepsi bisiklet dostumuz olan, bir sürü güzel insanla o gün tanıştık.

Grubun sorumlusu Alper artçı, Günay abi öncü, grubun adının "Ege Pedal" olduğunu öğrendik. Bizi de hadi seyrek köyüne gideceğiz dediler bir 15 km daha gidilecek. Ben yook yaaa gidemem ben dedim. Yavaş yavaş gideriz gidemezsek döneriz dedi Şerif . Ama daha 5 km gittik Şerif'in bisiklete uçan bir kumaş parçası dolanıp bir şeylerini koparttınca, uğraştılar olmuyo. Bize bir kamyonet çevrildi, bende gidemicem diyen bir bayanı da alıp döndük. Kaklıç da tamir edildi.

Ondan sonraki her turuna katıldık salı akşamı Kaklıç, cumartesi Seyrek köyü, pazar uzak rotalar. Pazarlara Şerif gitti ben o kadar uzağa, trafiğin içi, rampalar deyip gitmedim. 

Alper çok zaman Şerif'in  yollarda bana bağırmasına kızıp, "ben artçıyım abi rahat bırak" demiştir ,hep destek olmuştur, " Alperrr arkamdamısınnn " derdim. O arkamda ise güvende hissederdim,kendisini saygıyla anarım daima.

Tüm yaz o deli sıcaklarda, her hafta turladık Ege pedal ile. Şimdi çılgınlık geliyor, sıcakta binmek.  Onlar büyüdüler, Ege Pedal spor klübü olarak bisiklet yarışçıları yetiştiriyorlar, turları da devam ediyor. Oluşum sırasında oralarda olmak bile zevkti.

Perşembe akşamları Ege pedalla Göztepe'ye geçip Perşembe Akşamı Bisikletçileri (Pab) ile birlikte binerdik. Orada da şu anda yakın dost olduğumuz küçük grubumuzla tanıştık. Herkes bir yerde başlıyor binmeye. Sonra yavaş yavaş aynı pencereden dünyaya baktığın, konuşacak ortak konuların daha çok olduğu, insanlarla toplaşmaya başlıyorsun.Grup içinde giderken bile onlarla laflıyorsun.

İrili ufaklı bir sürü grup çıktı bu büyük gruplardan. Neredeyse her akşam bisiklet biniliyor İzmir'de. Akşamları bisiklet binmenin ilk öncüsü Pab'dır, oradan tüm ülkeye yayıldı perşembe akşamı bisikletçileri, hemen her şehirde grup oldu. Bunlar bisiklet adına çok sevindirici gelişmeler.

Grupla bisiklet binmek güvenlidir, başına bir şey geldiğinde bisikletin arıza yaptığında herkes yardımına koşar. Yolları öğrenmek, kendi özgüveninizi kazanana kadar gruplarla bisiklet binin. Şu anda benim tanıdığım herkes böyle başlamıştır. İyi ki varlar emekleri geçenlere tşkler.

İzmir'de bisikletin  yaygınlaşmasında tüm rol gruplarındır. Bisiklet adına yapılacak çok şeyde bu gruplar bir araya gelip, sorun çözmede baskı unsuru oluşturmayı beceremeseler de, bisiklet binilmesine destek oluyorlar... 
   
    

28 Ocak 2013 Pazartesi

Beni Bu Havalar Göçürttü



   Dört gündür yağmurdan, güneşsizlikten resmen komple kapattı beden kendini. Bir tek gözlerim oynuyor gibi geldi bana. Nedir bu kendimden çektiğim arkadaş, zulüm lan bu.Resmen töbe yarabbim, felçli gibi hiç kıpırdamadan hafta sonu geçirdim. Bir ara evdekiler beni mavi koltukla bütünleşmiş görüp, üzerime oturacaklar diye hafiften endişelenip, azcık yerimde sesler çıkardım kıpırdamadan :)

  Aha bu gün güneş çıktı hemen çamaşırlar atıldı ikinci postası. Azcık hareket etmeye başladım. İçinizde doktor varsa ya da eşşekten düşmüşü, en güzel tedaviyi önerir. Gözünüzü seveyim, ben şöle yapıyom iyi geliyo diye mantığa yakın önerileriniz varsa bildirin bana da.

  İngiltere, İskandinav ülkeleri, Kanada oralarda yaşasam 3o yaşımı, Sibirya civarında 18 imi göremezdim kesin ölmüştüm. O ülkelerdeki intihar ve alkolizm sorununun en baba  nedeninin, iklim kaynaklı olduğunu onlarda biliyorlar.

   91 senesinde Londra'ya gittiğimde ilk şok olduğum, ( sokakta öpüşenler ikinci sırada) şehrin içindeki parklarda, iş yerlerinin önündeki çimlerde, hoppadak soyunup güneşlenenlere, ağzım bir karış açık baka kalmıştım. Şimdiii anlıyorummm, hemde derindenn anlıyorum, kaç kez "lan şu balkona giyip mayoyu yatam valla" diye aklımdan geçirir oldum son yıllarda. Yatmadım tabi yav, kıçkıça evler osursan duyuluyo, uzansan evden kurabiye yaptım diye ikram edilecek , yazın kadehini kaldırana şerefe deyip çırpıştırılacak yakınlıkta balkonlar, adım teşhirciye çıkar, kadın yaşlandı sıyırdı derler. Güneş buldun mu kaçırmayacaksın, hemmen kendini olabildiğince ona teslim edeceksin öğrendim artık :)

  Bu haftalık yırttık sanırım, açıkmış hava, sık sık dışarı çıkmak şart, depoları doldurmak lazım.Güneşsiz çalışma, insansız çalışma, "laynn sen ne biçim bir yaratıksın" diye kendime ettiğim küfürleri bilseniz, "azcık ayıp oluyo ya Semra Abla" dersiniz eminim.  Yahu beni yanlışlıkla insan kısmında üretmişler. Ben kesin ot, kaya parçası, boş bi midye kabuğu falan olmalıymışım, işlevsiz öle bişi. Hoş şu anda da onlardan pek farkım yok daaa, işte insan gibimişim gibi yapıyom kendimce :)

   Beni bu havalar mahvetti demiş şairimiz Orhan Veli, tamamen katılıyorum, beni de bu havalar bir öldürüyor bir roman havası ritmiyle oynatıyor . Ölmeye de oynamaya da devam :)

26 Ocak 2013 Cumartesi

Kitaplar


Benim çocukluğumda kütüphaneler canlı yaşayan yerlerdi. Şimdikiler gibi mezarlık havalı değildi, hakkatten nedir o selvileri hışırdayan derin sessizlik ürkütücü. 

Geçen de İlker Londra Kütüphanelerini anlatmış akinsonbike adlı sitelerin de . 97 de gittiğimde ben de tanık olmuş kızlarımın aldığı zevkten, ülkemde olmamasına üzülmüştüm. Anne de kapalı havada çocuğunu alıp orada saatler geçirebilir, öyle canlı yerlerdi.

Ben okuma yazma öğrendiğim andan itibaren, yıllarca kütüphanelerden çıkmadım. Abimler top  oynardı kütüphane bahçesinde, ben içeride dergilerden mest olurdum. Annem gazete, babam tommiks teksas okurdu :) Büyük abim her türlü romanı okudu. Demek azcık okuyan bir ailemişiz o zamanlar.Aynı odada yattığımızdan dolayı biri uyuyunca, lamba açık tutulamazdı evde. Yer evlerinden oluşan mahallede sokak lambasının ışığında yaz aylarında kitap okurdum. Eve yakın kahveden son ayrılanlar bana da "hadi artık sen de evine gir" diyene kadar okurdum. Kütüphanecilere evden çıkamayan engelli arkadaşım olduğunu söyler 2 kitap alır gelir bir gecede okurdum onları.Kışın yanan kocaman sobasıyla, derslerimi de orada yapar, gömülürdüm doğan kardeşlere, hikaye kitaplarına.Elime geçen tüm parayı biriktirip kitaba yatırırdım. 

Yıllar sonra arkadaşımın babası olan Manisa'nın ilk kitapçısı babam, Mehmet Tunca'm anımsadı beni. Zayıf çelimsiz halimle, dakikalarca kitaplara bakıp, sadece paramın yettiğini hüzünle alıp gidişimi unutmamış, çok net anlatmıştı bunu bana. İçimdeki çocuk yıllarca acıdım hüzünlendim sana, ama şimdi "leynnn canım sağlammışsın dostum sen daha o zamanlardan beeee" diye seviyorum seni :))

Annem Manisa'nın badanacı ilk ve tek kadın boyacısıydı. Tüm zenginlerin evlerini annem boyardı. Kadın olması, işini titiz yapması ve ucuz olmasıydı onu tutulan insan yapmıştı. O zamanki zenginler şimdilerdeki gibi görgüsüz değilerdi. Normal yaşayan insanlardı, devasa cipler villalar yoktu . Çoğunun evlerine öğle yemeğine çağrılırdım okuldan çıkar giderdim. 

Büyülenirdim o duvardan duvara kütüphanelere, benim için zenginlik onlara sahip olmaktı.Hayranlıkla bakardım, ne kadar çok paraları var ki, bu kadar çok kitapları var diye. Ne evleri, ne mobilyaları, ne sahip oldukları lüks hiç birinden etkilenmezdim. Amaaa ah o kitaplarrr vayyy beee dedirtirdi hep .

Hepsi de paylaştı kitaplarını, alır okur geri verirdim. Yılllarca beslendim oralardan. Kendi aramızda da değiş tokuş çoktu o zamanlar.Hiç kitapsızlık çekmedim. Sonraları hep  paylaştım kitaplarımı, yüzlercesi gittiği yerlerden dönmedi. Lan  kitaplarımı alan iade ruhsuz dostlarım, bari Yılmaz Güney'in tüm kitap serisi ile , Budala'ları geri vereydiniz önsözüne bana yazılmış sözlerle armağandı lan onlarrr :)) Beş yıl önce de kolilerce kitap bağışladık, bir dostum kütüphane kurmuştu ona .Sahip olmaktan çok okunsun, paylaşılsın derim daima. 

Büyülü bir seyahattir  kitaplar, gözün ilk satıra değdiği anda ışınlanırsın başka dünyalara. Tüm yazarların ruhlarına daldım çıktım. En etkilendiklerimin izlerini hep taşıdım. İsabel Allende'nin Ruhlar Evi, Garcia Marguez'in Yüz yıllık yalnızlık'ı ile Latin ülkelerinin içine sokulup yaşadım. Virginia Woolf, Sylvia Plath ile karanlık ruhlara daldım çıktım. Mina Urgan ile mavi yolculuklara çıktım.

Okuduklarımın hepsini anımsama şansım olsa, amma güzel kafam olur yahu. Okuduklarını unutmayan, gerekli yerde şakkadak çıkarıp söyleyen insanlara hayranımdır. Dostlarım var öyle müthiştir hafıza megabaytları.

Benim hafıza küçük ayol, pıt doluyo, pıt format atıyo, hoppaa siliniyo hepsi, valla bazen kendime acıyorum. O kadar kitap, o kadar şiir, o kadar filim hepsi boşa, aha aklımda kalanlar bir elin parmağını geçmiyor. Hepsi çöpe gidiyo, bir faydası olduğunu sanmıyorum kendime hoşça vakit geçirmek dışında. Hızlı okumaktan kalanda çenemin makinalı tüfek gibi çalışa bilmesi dersek çok karlı bir iş değil. Yaşlandıkça konuşmaz da oluyorum sanki .

Erdal Siral, çeneni pedalına bağlasak dünya turunu yorulmadan tamamlarsın diyor da, valla o kadar konuşmuyom yahu :)

Günlerdir ölümler, anmalar, gidişattan yağan olumsuzluklar, tek kelime yazamaz hale koydu beni.Virginia Woolf'un doğum günüymüş dün. Kendimce onu andım, cebine taşlarını doldurup Ouse nehrine yürüdü gitti. Bize  derin ruh izleri taşıyan eserler bıraktı. 

Hayatı çekilir kılan, büyülü dünyaların kapılarını açan, tüm sanatçılara minnettarım. Hepsini derin bir saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Onların hep var olacağını bilmek, yaşlılığımı bile korkusuz kılıyor.

Çocukluğumun gençliğimin şahane sığınakları, kitaplarım,  yaşlılığımı da cennet yapmaya devam eder. Bunları paylaşacak dostların çoğalmasını umut, fotoğraftaki gibi kütüphanelerin ülkemizde de olmasını  hayal ederek (İtalya'daymış) ...

20 Ocak 2013 Pazar

İki Tekerli Muhabbet Severler

Pazar günü güneş ile uyanmıyorsak, keyifsizleşiyoruz, bisiklet binemiyeceğiz diye. Ben yazdım face hava nasıl olacak gitsek mi ki ? Hemen Rahmi aradı geliyom ben,  hava durumuna baktı Şerif , o arada Soner aradı gitsek mi ki gidelim yağmıyacakmış dedik. Yasemin cafe önü Soner geç kalınca nassolsa gelir o diye bastık. 

Yolda Karbis'ler Karşıyaka belediyesinin kiralanan bisikletleri ile havaya bakmamış kimse, bisiklet yolu doluydu. Mutluluk verici yolda yeni insanlar görmek. Köprüde Aytül'müş adı öğrendik, oğluşu ve bir arkadaşı foto çekilirken yardımcı olup hadi Kaklıç'a dedik bir ayak üstü sohbet. Oğlunun işi varmış gittiğimiz yeri öğrendiler. Vedalaştık yürüdük.

Rüzgar arkadan vurunca, ammaaaan, laynnn nassı gidiyom 30 motuz diye, havaya girdim valla. He dönerken bu laflar her yanımı tırmaladı tabiii rüzgar önden vurunca zorlanıyom, o kadar güçlü ve iyi değilim kendimce gidiom geliom en çok da muhabbetin hastasıyım. Aytül'de dedi sportsda spining yapıom. Yav bende yapıom da, mezarlık gibi orası kimse gülmüyor, neşe yok, keyif yok. Hamster gibi dön baba dön aletlerde ruhsuz ruhsuz .

Kaklıç'a bir girmişiz elleeehhh, bas bas yarışıyoz. Kahveye döndük tam o anda, biri çıkıyordu, ona bakam dedim tanıdık mı diye ? Hoppaaa bir uçtum Pideci Avni'nin arabasının, dikiz aynasına taktırdım gidon boynuzunu, ayna parçalandı, ben yerdeyim. Şerif bisikletimi aldı altımdan Rahmi beni kaldırdı oram buram acıyoda önemli bişim yok. Döndüm arkama, anaaam kahve ful dolu, hepsi ayağa kalkmış yerdeki beni görmek için, laynnn bi utandım. 

Kemal babam bir laf etti gözlerim doldu ya benim kendi babam demedi ömrümde böyle güzel laflar. "Koşup tutasım geldi, serde yaşlılık var, kalksam koşsam bile tutamam, korktum kızım iyimisin? " dedi. Kemal babam ömrün uzun ve sağlıklı olsun babam .

Soruyom yav Banu Alkan gibi yattım mı ? diye. Rahmi " yok valla çok edepli düştün pıtt diye yattın" dedi. Babam "bisiklet bir yere sen bir yere düştün" dedi. Pideci Avni düşenin ben olduğumu görünce, "yok ya gerek yok para mara istemez, ayna kestiricem bulunmuyo eski model diye parçaları" dedi gittim tşk ettim bende . Sağolsun.

Hop diye Erdal Siral çıktı geldi tam kalkcaz hadi oturduk tabi şamatanın adamı o muhabbet gırgır hep. Hayda Aytül oğluşunu bırakıp arabaya atlayıp arkadaşı ile koptu geldi muhabbete az daha oturduk. Bak hayatını değiştirmek isteyen kopup geliyo işte ne güzel .

Dönüşte Erdal bizi Egs parkın altına bisiklet garajı açılmış oraya götürdü. Şahane olmuş, alışverişe gittiğiniz de çalınma derdiniz olmadan, oraya bıraka bilirsiniz . Aklınızda olsun. Balıkçı barınağı girişinde bir sürü en genç velet takımı toplanmış o saatte Kaklıç'a maceraya gidiceklermiş . Onlarla da ayak üstü sohbet .

Evli evine köylü köyüne somon alındı marul kıyıldı sporuda yaptık uleyn deyip, Atam'ın beyazına selam verme zamanıdır. İki teker muhabbet severlerim iyi ki varız ve arkadaşız çoğalalım, her gördüğünüz bisikletliye kocamannn gülümseyip "hadiii sende gell bizimleeee" deyin.

Yabancılaşmanın korkunçlaştığı şu dünya da, sokulalım bir birimize. Siz hadi dediklerimiz. Kopun katılın, bisikletçilerden kötülük gelmez buna inanın. Hayatınıza bir sürü güzel insan doluşacak göreceksiniz, bize öyle oluyor her turda hemde :))   

17 Ocak 2013 Perşembe

Umut Işığım Filmi

Tam da benim sevdiğim türden, psikolojik yaklaşımlara bayılırım. Yönetmeni David O. Russell'in kendi oğlu da başkahraman Pat gibi bipolar olduğu için, en kişisel projesine imza atmış. Ben dümdüz bir izleyiciyim, beni bir film içine alıyorsa, mekanımı zamanımı unutup yok oluyorsam, o film çok güzel filmdir. 

Bipolar duygulanım bozukluğu Pat ile depresyondaki Tiffany size çok şey öğretiyor. Psikiatride karşı transferans denir buna, karşındakini iyileştirirken, kendinide iyileştirirsine en güzel örnek olmuş.Imdb puanı 8.2 , 8 dalda oskara adaymış seyrettikten sonra gördüm. 

Anne ve babanın evlatlarının sorunu karşısında çaresiz kalışları, çok kez göz yaşlarına boğdu beni. Kızın ısrarcı tutumları UMUT IŞIĞInı en çok saçtığı anlardı. Robert De Niro obsesif babada döktürmüş, itiraflarında yeniden ağladım. Ana baba da olsak, bir sürü hata yapan kullarız işte .

Umut Işığı ismide çok cuk oturmuş. Hayatımıza fark etmediğimiz, sahip olduğumuzda anlamına gark olamadığımız, bir sürü Umut Işığı dolar. Onları görebilmemiz için, içimizdeki öfke ve kavganın bitmesi, en azından ateş kes antlaşması imzalamış olması gerek. İşte tam o zaman,içimizdeki sessizlikte dinginlikte keskin gözler ediniyoruz.

O zaman bize gelen ışıkları anlamıyla anlayıp kendi içimizdeki karanlığa pencereler açıp, yansıyan ışıktan aydınlanıp ısınıyoruz. Ustalaştıkça başkalarını aydınlatıp ısıtma yolculuklarımız, otomatiğe bağlanmış olarak işini yapmaya başlıyor. Bu sizi daha mutlu huzurlu insan yapıyor.Alma verme kanallarındaki olumlu trafiğin yağdırdığı enerjiyi satın almaya para, güç, torpil yetmez. Filmde de çok net görülüyor bu,.Doktor, terapi merkezi, aile hepsi önemli ama sadece kendi emeğiyle, koşmaya başlayarak açtı kapılarını Pat.

Ben hayatım boyunca umutsuzluğuma ışık olan insanlara sokuldum, hepsi ruhumun önemli kilometre taşlarıdır. Anılarımdaki yerlerinde isimleri ışıklı tabela gibi yanar söner. Ve hayatıma yeni katılan her insan heyecanlandırır beni, taşıdıkları hikayeler, kendi ruhlarının tecrübeleri en büyük sanat eserleriyle yarışır. 

Herkes kendi ruhunun sanatçısıdır, amatör yanımızı kaybetmeden çalışmaya devam. Yaşımız kaç olursa olsun Umut Işıklarını görelim, kayalıklara çarpmadan gitmek için sandalımızı onlara çevirelim .

İzleyin işte güzel filim yahu ağlatıyor, güldürüyor, dans etmeli laaan olduruyor, aşk var galibalatıyor, daha ne olsun, izleyin memnun kalırsanız yönetmeni övün, memnun kalmazsanız bana sövün, adaplı aile filmi işaretli olsun sövgüleriniz :))  

Bostanlı Fen Bilimleri Dershanesi Öğretmenleri

Dün Fen Bilimleri dersanesinin Bostanlı şubesinde , hasbıhaldeydim, ne şahane bir ekip onlarrr bayıldım, işlerinde daha iyi nasıl olabilirize kafa patlatıyorlar, bildiğimiz öğretmenlerden değiller, işlerinden ve kurumlarından mutlu, enerjik ve canlılar. Aklıma takılan bir sürü pedogojik soruya zehir gibi yanıtlar verip, geri bildirimlerimi tşkler ederek dinlediler.

Kızlarımız hakkında hep güzel şeyler duymuşuzdur, çok şükür. Ama bu kez tüm öğretmenler hepsi Ege'nin adını duyunca yüzleri gülüp ooo Egeee diye başlanılan övgülerden mest olunca, halay mendilimi çıkarıp, dersane ortasında tut bakam müdür halayın ucundan, diye tey tey teyeee diye naralanasım geldi.

 Esas bomba, bu gün sınıfta ne renkli annen var diye beni de övmüşler :)) Serifffff baban nassı biri diye de sormuşlar hehehe nemrutun teki deseydin dedim, tabiii caaanımmm :P Ege'nin yanıtta bomba "ben babama benziyorum sanırım, benim gibi normal biri" demiş. Lan siz normalseniz, ben karşıda oluyum anormallerle :)) Sonrada bir öğretmeni, böyle insanlara bakıp çocuk yapası geliyor insanın demiş :)))

 Daha önce Mimar Sinan'dan Sedat hoca bizimle geçirdiği iki günün sonunda, yahu bu çocuklara bakıp bakıp çocuk yapasım geldi demişti. Hemen de yaptılar valla şahane bir Kızı Koza'sı oldu  , onu aradım tlfla . "Yahu benim ayarlarımı bozdunuz,  kızımla çok mutluyuz , şimdide oradakileri bozuyorsunuz" dedi :)

Çok zaman çocukları büyütürken, karşılaştığımız sorunlarda üzüntüden, Şerifle düşünüp "nerede hata yaptık biz, başarılı olamadık" diye hayıflanırız. Matematikçinin yanından çıkarken "2.5 yaşında çocuğum var Ege gibi yetiştirebilsek çok başarılı bulurum kendimizi" dedi. İnsan ister istemez havaya giriyor yahu, başarmışız gibi laaan sanki oluyosun.

Biz başarılı, hırslı değil, iyi insan ve mutlu çocuk yetiştirmeye emek harcıyoruz hala, çok zaman başarılı olamasak da, bir sürü hatamız olsada, elimizden geleni yapıyoruz ...

16 Ocak 2013 Çarşamba

Kavgacı Melaat'ın Kızı

Annemin adı Meliha, ama halk dilinde nedense hep, Melaat gibi bişiye dönüşmüştü.Çocuklarını büyütme sırasında, onları korumak adına, lakabı kavgacı Melaata çıkmıştı. Sıla'yı büyütürken de sergilenmiş, bu perfonmanslar. Bir de aman annenler duymasınla, nine torun mahalleye kıran koyup, birde "bak akşama kızım gelip sizi napacak" diye tehdit unsuruda olmuşum :)

Üç haşarı erkek evladı büyütme sırasında, yer evlerinin normal mahalle etkinlikleridir bunlar, öyle küslük karakolluk falan olunmazdı. Abimlerin büyümelerinin sessiz izleyiciydim ben. Görselden almışım kayıtlara kavga raconunu, delikanlı gibi dalmasını, en sağlam çemkirme tekniklerini, nerede susup, nerede saldıracağını. Gerilla eğitimi almışım haberim yokmuş.

Vallaha aynı ruh Sıla'da da var, anneanne büyüttü ve benim büyüdüğüm sokakta, aynı evde yedi yıl yaşadı o da. Temel sağlam yani, o yüzden İstanbul onu korkutamadı. Yedi yıldır Beyoğlu'unda yaşıyor hemde. 

Aldığım eğitimin faydalarını ilk iş hayatımda fark ettim. Bir gözü karalık oluyor, haksızlığa tahammülün hiç yok. Direk adabıyla " layyyyynnn sen bana nasıl böyle davranırsınnn" diye ya Allah girişiyorsun makinalı tüfek gibi :)

Şerif bu yanımdan baştan çok rahatsız oldu ama baktıki mantığı var her kavgamın, engelde olamıyor, ailede bir kötü olmalı o görevde benim. Sevdiğim tüm insanlar için çemkiririm. Hastanelerde, banka kuyruklarında başkaları için ettiğim kavgaların her biri yazı konusu olur . 

O gözü karalığa kendiminde, sonradan düşünüp fenalaştığım  anılardan, en çok  aklımda kalan ikisini anlatıcam size. Manisa Lisesinin arka sokağında oturduk 19 yıl ailecek.  

Anadolu liseleriyle sınıf ayrımcılığı netleşince Manisa lisesi sınavsız girilen büyük ve öfkeli bir kalabalık işgaline uğradı. Polisler sürekli okul önündeydi. Her gün olay, bıçaklar, tabancalar taşıyan erkeklerin, çete olan kızların hikayeleri dönüyordu ortada.

Marketten dönüyorum bir gün elimde poşetler uzaktan seyreden insanları görünce kavga olduğunu anladım hızlandım oraya doğru ( lan sanki asayişten polisim, sana ne lan demi yoooo koş koş hemen ) İki delikanlı, biri iyi aile çocuğu, diğeri sanki uyuşturucu almış bakışlı. Burun buruna kapışmışlar, yakasını tutmuş uyuşmuş olan iyi aile çocunun, elinde abartmıyorum valla, girince öte taraftan çıkacak büyüklükte bir bıçak.

Herkes dehşetle izliyor, ben şak diye poşetleri yere atmışım (yahu promilli şişeleri bile düşünmemişim laynn kırılmıştır dedim sona ) ikisinin arasına daldım, uyuşmuşa "lan olm tutki geberttin bunu kaç yıl yersin biliyon mu ?" dedim ki dikkatini dağıttım bana baktı "tam 30 yıl gençliğin içerde gider " dedim. Laynn kendini koruyan çıkınca nedense bu mağdurlar çemkirmeye başlıyorlar cecece ötüyo iyi aile çocuu " sus lan sen de" dedim. 

"Bak polis çağırmaya gittiler, çabuk kaybolun" dedim uyuşmuşun arkasında iki uyuşmuş daha vardı, bana boş boş baktılar sonra topukladılar. İyi aileye de "sen ayrılma buradan" dedim koştum polise bir de ona fırça attım " yahu ne anladım buraada olmanızdan çocuğu öldürüyorlar dı " diye . Polis aldı korumasına iyi aileyi. 

Ben de poşetleri alıp eve geldim. Sonra ayıldım " laynnnn ya bana soksaydı o bıçaa, allam allamm ölmüştüm şimdi, Semra sen nassı bi manyaksın" diye elim ayağım boşaldı.

Yine bir gün evdeyiz alt kat komşumuz balkondan bağırıyor " Şerif beyyy yetişinn " baktık balkondan, anaaa adamın elinde koca bir bıçak, kadını kovalıyor. Şerif'in bet beniz attı anında indik aşağıya valla geçmiş zaman o inmemişde olabilir, şiddeti bilmez ve nefret eder o perfonmaslardan. Daldım içeri,önce ağlaşan çocukları bize gönderdim. Adamın gözleri kaymış, tam cinnet geçiriyo, kesin öldürecek belli. Barbar bağırıyorum sesim adamın beynine ulaşmıyor öyle gitmiş kafa.

En sonunda şöyle çenesinden tuttum " laaaan öldürdün diyelim, 30 yıl içerde yatarsın salak, boşan lan boşan da kurtul" dedim. Sanırım "kurtul" doğru kelimeydi. Bana baktı "heeee boşan lan" dedimm. Adam durunca, haydaaa kadın, makinalı tüfek gibi bi başladı söylenmeye, o anda adama hak verdim. Kızım sus diyom, kapa çeneni diyom, abi susmuyo kadın, attım kapıdan dışarı kadını "git bize" diye. Adamı sakinleştirdim. Evden çıktı gitti adam uzun bir süre sonra tekrar aileler araya girdi barıştırdılar. Yahu sonradan düşündüm, ya ben aralarındayken adam kadını öldürseydi allam allaam ne travma lann diye kafayı yedim yine .

Geçen gün kadın bana tlf etti, şiddete karşı kadını bilinçlendirme seminerlerine katılıyormuş. Oradan öğrendikleriyle ayılmış, bana tşk ediyor, o gün hayatımı kurtarmışsın, ben yeni anladım diye. Erkek şiddetine engel olmadıklarından, kadınlara komando eğitimi veriyorlar sanırım, kendilerini korusunlar diye.

Çocuklarımı büyütürken felsefem, asla kavga etmeyin, kimseyi incitmeyin, ama biri size şiddet uygularsa ilk tokatı o atsın, sona siz dalın ve " Anneee " diye bağırın ben iner alayını yolarım, dedim her zaman.

Kavgadan korkmam da ajite edici sesle cececeee konuşan insanlardan sıkılırım içime daral gelir. Oradan hemen kaçın anam hemen.

Kavgacı Melaatın kızıyım ben, kavgadan korkmam, sokak raconunu bilirim. Ama hayatımız şiddetin her türünden uzak sevgi ve saygı dolu olsun. Gandi ruhu oluşturun içinizde, ben uzun yıllardır buna uğraşıyorum, ne kadar başarılı olduğumu  bilemesemde ... 

14 Ocak 2013 Pazartesi

Kendi Kaderini Çizemeyen Kadınlardan Biri

   Benim üç tane ağbim var. Birini kaybettik (o evli 2 çocukluydu), biri hiç evlenmedi hala bekar. Bunların gençliklerinden bir sürü kız görmeye gitme, isteme seramonileri, anılarım vardır. Üçü de birer kere nişanlanıp ayrıldı. Hepsi ayrı maceradır. Biri evlenip ayrıldı onu anlatacağım, aklıma düştü bu günlerde, o masum gülüşlü, güzelim yeşil gözlü küçücük kız.

   Annemin bir arkadaşı haber verdi gittik gördük, Manisa'nın bir kasabasının köyünde bir göz odanın içinde kalabalık nüfus yaşıyorlardı. Evin yolu çamurdan yürünmüyor, kapı önündeki ayakkabıların altı çamurdan kamyon tekerine dönmüştü. Bizim ailede garibandı, ama buradaki yoksulluk insanın içini kıyacak derinlikteydi. Baştan karşı olmama rağmen, kızı sevdiğim ve oradan kurtulmasını istediğim için olsun diye uğraştım bende.

   Doğudan gelmişler baba korkunç görünümlü bir adam, sert mizaçlı , tüm aileyi de çoluk çocuğunu oradaki tarlalarda çalıştırıyor, küçücük güzelim kardeşlerini bile. Allahı para olanlardan, babası ikna edildi, düğün dernek konuşuldu, her şey hazırlandı. Babası nüfus kaydını getirtecekti, son dakka da sorun çıktı kardeşim haftaya alıp gelecek kaydı elden,  düğünü ilan ettik bizim için  köyde iptal edilmesi yakışık almaz, yapalım düğünü, haftaya da oda nikahı kıyılır dedi. İkna oldu annem. Şimdi düşünüyorum da belki nüfusu bile yoktu o kızın.

   Davullu zurnalı düğün oldu, çok güzel bir kızdı ne istediyse aldık, çok sevinçliydim bende hayatı daha güzel olur bizimle diye düşünüyordum. Köy halkı bizi sevdi, biz onları, çok saygı gösterdiler bizim aileye. Aldık geldik kızı çeyiz dedikleri bir bohçanın içindeki ıvır zıvır dağlamıştı beni tüm eşyasının bir bohçacık oluşuna gözlerim dolmuştu. Üzülme zamanla her şeyin olacak dedim, annemle yaşayacaklardı. Evliliğin ilk on günü biz evimizi onlara bıraktık, başladı evcilik oyunu .

   Haftalarca nikah için baba aranıyor, bir türlü gelmeyen nüfus kaydı için, sinirler bozuldu. Kız abime hep saygılı, ama çok uzak ısınamıyor hiç. Bana tapıyor, yüzü bir tek yanımda gülüyor. Yolunda değil hiç bir şey. Bir türlü ısınılmamak abimi de bozdu, annem üzülüyor . Ortalık huzursuzluktan berbat halde.

   Ben aldım karşıma kızı, zor konuşurdu, hassasça uğraşıp konuşturdum. Gerçekler ortaya çıktı, son günlerde bizim evi sıkça telefonla arayan, teyzesinin oğluna aşıkmış. Aileler bilmiyormuş. "Peki neden evlendin" dedim. Babam öldürürdü beni onun kararı bu dedi. Birde beni esas dağıtan, beni çok sevmiş, "katlanırım, seninle olmak mutlu ediyor beni" dedi. Ben darmadağın oldum günlerce kendime gelemedim.

   Tekrar aldım karşıma konuştum hayat onun hayatı, abimi sevmediyse ömür geçmez. Benim kendi hayatım var, ve abimin bu hayatta yeri yok. Ailedir, bayram da seyranda görüşülür ama o kadar, hayatımın içinde olmadı, olmayacak. Sevdiğin insan seni kabul ederse git, kendi hayatın için savaş, bu hayat ölüm gibi, böyle yaşanmaz dedim. Bunları abim bilese amma olumsuz şeyler yaşardık, aramızda kaldı kızla.

   Ağbimi "gezmeye götür beni aileme bi kaç gün kalacam"  diye ikna etti. Sonra dönmeyeceğim dedi. Ortalık karıştı tabii . En çok annesinin ağlayışı mıh gibi kaldı aklımda. "Burada çamurun içinde öleceksin, kışın titreyerek donarak çalışacaksın, bak seni seviyorlar, dövülmeyeceksin, horlanmayacaksın, saygı göreceksin" diye anne ağladı ben ağladım. Kadıncağaz kendi hayatına ağıt yakıyordu.

    Dönmedi, giderken tüm altınlarını da almış. Tek sorun, ona takılan iki parça sonra yapacaktı abim masrafı çok oldu diye benim takılarımdan takılmıştı ( valla şimdiki aklımla düşünüyorum da, ne saçmalık bu işin tamamı saçmalıkmış) hep annemin ağlayarak abimin evlenmesini istemesiymiş, onu kıramamak, benide katmış böyle saçmalığa :(

  Onların benim olduğunu söylediğimde, anlamıştım ben gelinlik foton da boynundaydılar dedi. Ben sana bunları verdiğim için, babam bana etmediğini bırakmayacak biliyorum, ama seni çok sevdim, sadece senin için evlendim,  bu da sana teşekkürüm olsun dedi verdi.

   Aylarca içimi yaktı bu sözler, o güzelim yeşil gözleri yıllarca çıkmadı aklımdan. Kendi kaderini çizmeye karar verdi, yürüdü gitti kendi hayatına, tek tesellim bu olmuştu.

   Nedense aklıma düştü bu günlerde. Bir daha hiç bir haber alamadım. Şu anda 40 yaşlarında olmalı. Mutlu mu, değdi mi gitmesine, kalmasından daha mı iyi hayatı, hep merak ettim ama hiç öğrenemedim. Umarım mutludur değmiştir.

   Abim uzatmalı sevgilisine geri döndü. Çocuk diye tutturduğundan kalkışmıştı evlenmeye. Sevgilinin çocuğu olamayacaktı. Şimdi bir köyde, her cinsten hayvanları,  sevgilisi ile uzun yıllardır mutlu mesut yaşıyor. Piçus hayatının hüzünü bende, o hiç geriye bakmadan yürüdü gitti. 

12 Ocak 2013 Cumartesi

Ahmet Ve Hayali CİNATI




   Bir insanın karakterini en iyi yola çıktığında öğrenirsin. Biz bisikletçiler de, kamplı turlarda öğreniriz. Ak döt kara döt orada ortaya çıkar. Bencillikler, süper egolar, paylaşımsızlar, sadece km. yapmaya gelenler, sadece kendini fotoloyan arıza ruhlar, hepsini tanıdıkça şaşar kalırsınız. Bunların içinden kendi kafana uyanlarla pedal basarsın hep. Bizim de, aynı pencereden dünyaya baktığımızı anladıkça, birimize sokulduğumuz bir grubumuz oldu, bu yollarda pedal çevirirken toplaştık.

   Ahmet Yıldırım o grubun parçalarından biri, o yanındaysa bilirsin ki emin ellerdesindir. Şerif bile dana pedalcılarla uçar gider, hız egosunu beslemeye, beni grubumuza bırakırdı. Rampalarda hepsi beraber  koşar gelir beni ittirmeye. Ama Ahmet sıkmadan, izlediğini çaktırmadan, çok zaman "muhabbet ediyoruz işte" diyerek, korur kollar takip eder. Çok cömerttir, ne alırsa hepimize alır, öğrencilere çaktırmadan ısmarlar. Onunla yoldaysan, sana bir şey olmaz, öylede kocaman bir güven kalesidir.

   Hüznünü, sıkıntını kalabalıkların arasında görür, hemen sormaz, bir kaç gün sürerse, gözlerinin içine bakarak sorar " iyimisin? Her şey yolunda mı ? " Gerçek yanıtın gözlerde olduğunu bilir. Adaletlice dinler,  yargılamadan kimseyi, soruna bakışını değiştirmeye yönlendirir seni.

   Şiirin şarkının derin adamıdır, bir kapalı grup kurdular Yılmaz ile, "Kafası Güzeller" diye, paylaşımların amacı, sanat üzerine ama, o andaki ruhundan parçalar taşısın, birbirimizi oradan izleyelim dedi.

 Güzel kazançlı, sürekli seyahat ettiği işini bir gün bıraktı. Hayalim böyle bir mekan, ama hep beraber yapalım deyip yola çıktı. Şahane de bir yer buldu. Alsancak'ta eski bir Rum evi. Tam dört kat duvardan kazıntı çıktı, hepsi üst üste boyamış. Ahmet dibine kadar indi herşeyini yeniledi, tüm dostlar, daha inşaat sürerken uğramaya, yardımcı olmaya çalıştı. Her yapacağını hepimize danıştı, logosu için toplantılar yaptı, çalacağı müzikler hala hep sorulur. İnşaat sırasında, demir tuğla arasında mutlu geceler yaşadık.

   Adını CİNATI koydu, çorumlular bisiklete Cinatı derlermiş. Ailemizin evi gibi, kapısından giren herkesi bir sıcaklık kaplıyor. Abartılı hiç bir şey yok, kazıklanmayacağından, çok dağıtırsan kollanacağından emin keyif mekanı oldu.


   Daha yapılacak çok şey var, edebiyat, sinema, müziğin her türünün zaman zaman performanslar sergilediği, tüm sporcuların, çalışanların uğradığı yer olması için pedal çeviriyor Cinatı. Kapısında kocaman ışıklı bir Bisiklet asılı önünden geçerseniz içeri girin tanıdığınız özlediğiniz kokular, tatlar bulacağınızı garanti ediyorum. Yolunuz İzmir'e düşerse uğramadan geçmeyin. İzmir'de yaşayıp da uğramadınızsa kaybınız çok demektir.

   Dün akşam bana orada doğum günü yaptı veletlerim. Etkinlik açtı bayağı bayağı Mehmet'im. Ben çok ama çok şanslı bir kadınım.

   Bir doğum günümde genç şövalyelerim pasta ve şampanya ile basmışlardı bizi ev halimizle. Bir keresinde evde kocaman bir parti verdik herşeyi onlar hazırladı, bulaşıklara kadar yıkadılar, çoğu bizde yattı, sabah kocaman bir aile olarak kahvaltı yapmıştık. Bir kere Sema,İlker,Yılmaz soğuk ve uzağa rağmen pastayla gelip mutlu etmişlerdi beni.

   Bu şehire geldim geleli her doğum günümde, ruhumu şenliğe boğan dostlarım oldu. İyi ki varlar ve benim hayatımdalar.     Dün gece de Cinatına toplandılar hepsi. Mekana girdik, tüm dostlarım, sevdiğim insanlarım oradaydı. 

   Duvarda Aydan Çelik'in "bisiklet nedir?" afişinin fotosunu gördüm öpmeye başlarken dostları, yeni bir proje fotoğraf topluyorlar küçük küçük sergilenecek Cinatı duvarlarında ondan sandım. Aaa asmaya başlamışlarrrr derken, yan daki fotoğraf benimmm, derkenn kocamannn çığlık attım. İki duvar boylu boyunca benim kocaman basımlı, fotoğraflarımla doluuuu. Yahu böyle bir mutluluk tatmadım ben, yemin ediyorum sarhoş oldum, mest oldum keyiften.

   Ahmedim seçmiş tek tek, Olcayım bastırmış, hep beraber asmışlar duvarlara, çok sevdiğim ahşap mandallarla hem de, Olcay "kirli çamaşırlarını astık" dedi. Hayatım da yaşadığım her şey temize çekildi dün gece, " sadece sevdim " onlar beni daha çok sevdi. Saatlerce hopladık zıpladık, çok çok öptük sarıldık. Sema'mın güzelim sesiyle, genç arkadaşımızın gitar ve sesiyle coştuk, şarkılar söyledik.

  Veletlerimden birinin sağlığında bir kasis çıkmıştı, gündüz aldığımız haberle, atladık kasisten hooopp, gece aramıza katıldı o da, hep beraber, hopladık sarıldık sarıldık.



   Ahmet'in hayaliydin CİNATI, bizim hayatımızdaki yerin derin ve sevgi dolu oldu bile. Seninle yaşanacak anların varlığı ruhumuzu ısıtıyor, ruhu üşüyenlere çatı ol daima ...
  Giderimmm ben diyenlere adres : 1469 sokak no: 3 Alsancak /İzmir  tlf: 0 532 556 4469

11 Ocak 2013 Cuma

Sana Dostça Sarılmamı Yavşamak Olarak Algılayan Algına



   Dün akşam başka bir konu da "ben olsam nolurdu acaba ?" dediğim, anda yanımda beni dinleyen bisikletçi arkadaş  "herkesle (çok tuaf, sınırım dardır aslında benim ama ) samimi olduğum için yanlış anlaşıldığımı" söyledi. Daha önce ona yakın biri de söylemişti bunu, ben ciddiye alırım böyle eleştirileri .

  Evli ve sizlerin içinizde, (bisikletçilerin) en yaşlı kadınım, hepinizin annesi, ablası olduğumu sanıyorum (hala öyle düşünüyorum ) demek ki öyle algılamayanlar da var, algısına sövdüğümün tipleri her yerdeler zaten. Durmadan kötü düşünce üreten, bozuk algılarıyla her yerde, her zaman var olmaya devam ediyorlar .

   Şu andan itibaren şövalyelerim, (erkeklerin bozuk algısından söz ediyorum) ve çok sevdiğim 3-5 dostum dışında (ki onların kafa gelişmiştir, kadına bakışları dost ve koruyucudur ) kimseye kendi doğal algım da davranmayacağım. Sarılıp dostluk göstermenin, karşı tarafın yavşamasına davetiye olarak anlaşılmadığı, dünya da yaşamaya, benim ömrüm yetmeyecek. Umarım prenseslerim görürler .

 Bisikletçi arkadaşız hepimiz, pedalımızı çevirelim, şunun şurasında, iki teker üzerinde dünyanın gidişatından mutlu olmayan bir avuç insanız. Algılarımızı değiştirelim, gelişelim, daha güzel insan olmaya emek harcayalım. 

 Heeee yeri gelmişken, yahu pedal çevirip terli terli gelip de insanları öpmeyin söyleyemiyor kimse ama herkes bir fena oluyor konuşuldu bu. TERLİYİM deyin tokalaşın sadece :))

Sadece Sevin

Dün benim doğum günümdü, yüzlerce ( vallaa abartmıyorum kıskanmayın azcık uğraşın size daha çoğu gelir ) kutlama mesajı yağdı. Şarkılar gönderildi, uzun uzun sevgi sözcükleri ile donattılar beni. Hele Girit'ten Papatya aradı telefonla, tanışmamızdan duyduklarını şahane sözcüklerle yağdırdı başımdan aşağı. Kaç kez şahane mesajlara gözlerim doldu.

Düşündüm derin derin, ben bu kadar güzel şeyi hak edecek ne yaptım diye. Karar verdim sonuçta tek şunu yaptım. SADECE SEVDİM. Zaman zaman yanlış algılansam da,( "sana dostça sarılmamı yavşamak olarak algılayan algına" yazımdaki gibi) beni ben yapan şeyi yaptım. Sevdim,  ruhlarının nasıl olduğunu merak ettim, bir sorunları varsa çözebileceksem yardım etmeye uğraştım. Sevgi sözcüklerini hak edenlere cömertçe dağıttım. 

Gördüğünüz gibi yaptıklarımın hiç biri parayla satın alınmıyor. Sadece kendi beninizi iyileştirdiğinizde, içe yolculuklarınızdan, kendinize sevgi ile döndüğünüzde, artan üretimden herkese yetecek kadar bir sürü güzellik dağıtılıyor.

Kendinizi sevmekle başlıyor her şey. Kendini sevmeyen, bedenini ödüllendirmeyen, sanata aşık olmayan, hayvan, doğa sevgisi oluşmamış, dünyanın gidişatına kafa yormayan insanın, bana seni seviyorum demesi yalanın dibi çıkmışıdır. Senin sevginin içeriği nedir arkadaş diye iki dakika mikroskop altına koyar, mikrop lan bu deyip, beş saniyede de çöpe atarım.

Ama kafası güzelleri koy mikroskop altına, kar taneleri gibi bak bak bitmez şahanelikleri vardır her birinin ruhunda. 

Benim elliki yılda,  kendimce anlaya bildiğim şeyleri anlatıyorum sizlere.Para pul istemeyen, deli güç sarfı gerektirmeyen, oturduğun yerden bile uzandığın telefonla, internetle, yağdıra bileceğin sevgi üzerine düşünün, çalışın, emek harcayın, değecek göreceksiniz.

Taaa Giritten tüm bu anlattıklarıma sahip, Papatya ile sanaldan başlayıp, gerçek dosta dönüşme nedenimiz sadece bu, aynı şekilde sevmeyi bilmemiz bizi bir araya getirdi.

Bana gelen mesajlardan, ruhların ultrason görüntüleri de yansıdı tüm gün. Adımın bile zikredilmediği anonim olabilecek tek düzelikte,kısacık içinde enerji olmayan, ayıp olmasın mesajları, bana değil sizin ruhunuza ayıp. İtiraf edin dürüstçe, face sayfamdan okuduğunuz bana yazılan mesajlardan, size de yağmadı mı sevgi, enerji, dostluk, yağdı demiiii? İşte anlatmak istediğim tam da bu, sevmek böyle bir şey. 

Mesajların ortak noktası ise, benim çok enerjik oluşum. Oysa hiç de enerjik biri değilim ben, ama enerjisi güzel insanlarla anında şarj olurum, eğleniliyorsa eğlenirim, kendini anlatıyorsa dinlemeye bayılırım. Güzel İnsan enerjisi ile çalışıyorum.

Şu anda bu yazıyı okuduğunuz anda karar alın, yanı başınızda yaşayanlardan başlayarak, onları daha çok tanımaya, anlamla sevmeye,sevdiğinizi söylemeye, sahip olduklarınızı paylaşmaya başlayın. Geri döneceklere şaşacağınız garantisi benden . Ben hala bana dönenlerden şaşkınım. Ve ben bildiğim şeyi yapmaya devam edeceğim. Sizi sevecek, merak edecek, ruhlarınızın takipçisi olacağım ...        

10 Ocak 2013 Perşembe

52 Yaşım Hoş Geldin

  Bu gün benim doğum günüm tam 52 yıldır nefes alıyorum. Tipik bir oğlak burcuyum, yaşlı doğdum, her yıl gençleşiyorum. 18 den 20 ye geçişime çok üzülmüştüm, çocukluğum bitti dediğim yaştır. Valla 17 yaşına kadar sokakta oynayan biri olarak, anca o zaman bitti çocukluğum :)
   21 - 35 arası işimde mutlu, evlendiğim, çocuklarımın olduğu, hem koşturmaca, hem huzur dolu yıllarımdı. Nasıl geçtiğini anlamadığım, hızlandırılmış geçen zaman.

   35 yaşım vurgun yediğim yaştı, işten ayrıldım,ölümlere tanık olmaya başladım, gençliğim bitti demiştim. Kendimi sorgulamaya başladığım yıllardı. Sert öfkeli hırçın bir on yıl geçti.En hüzünlü kısmı da,tüm bunları yaşarken, büyük kızımın büyümesini kaçırdım,onu daha çok dinliyemedim, anlayamadım, içi bana kırıldı gitti, ne yapsam düzelmiyor. İkinci kızıma bakıcam derken, hayata küskünken, kendimle kavgalıyken büyüğüm sessizce büyüdü. Küçüğüm az konuşan anneyle sessizce yaşadı, ona da daha canlı bir anne olabilirdim. Bilseydim bir daha çalışamıyacağımı, o yıllarımı daha organize ve kızlarımla daha dolu dolu yaşardım, tek keşkem budur hayatımda.

   40 lı yaşlarım annem, abim sevdiğim arkadaşlarım gitti, bir daha çalışamıyacağımı kabul ettiğim, derin hüzün yıllarım .Yaşlı, ağır başlı, hayatı bırakmış yıllarımdı.

   50 yaşımda yeniden çocuk oldum iki teker bisikletle hayatım lunaparka döndü, küllerimden doğdum. Yeni bir şehir, yeni dostlar, yeni yaşam tarzı, yeni bir ben yarattı, evrenin tüm enerjileri bana.

    50 yaşında yaşlanmıyorsunuz, tersine özgürleşiyor, maddeden ayrılıp, derin manada kendinizi buluyorsunuz. Korkmayın yaşlanmaktan. Şarap ya da sirke olmak kendi tercihimiz. Daha çok gülümseyin. Hayatın her anı mucize gibi, her şeye şükredin, keyif alın keyif dağıtın. Ben öyle yapıyorum, hiç bir şey kaybetmezsiniz deneyin, göreceksiniz  bir yığın sevgiyle kuşatılıyorsunuz.

  Bu yazıyı okudunuzsa,bu gün  kocaman gülümseyerek, üç kişiye selam vermenizi, üç kişiye de (yaşıyorsa biri anneniz olsun benim içinnn) SENİ SEVİYORUM deyin. 

  Tşkler beni bunca yıldır özenle taşıyan bedenim, tşkler daha iyi bir insan olmaya didinen ruhum... 

8 Ocak 2013 Salı

Kendinin Efendisi Olarak Uyanılan Sabahlar

  Okula, İşe, bir randevuya, misafir gelecek, diye yatmadan kafayı kodlarsınız, uykusu değişik olur. Sanki derin reme geçemezsiniz gibi olur ya işteee, tam o uyuma şekli anne olduktan sonra tüm uykularınızı gasp eder.Hele bebekken allam allam annem gelse bebeği alsa ben devrilip derinnn uyusam dersin. Aslında sorun uyumak değil, o sorumluluğu devretmek, sorumsuzca uykuda kaybolmak.
    Emekliyim, birinci kızımızı kanatlandırdık kendi yaşamına. Gideceğim yerleri azaltma ustasıyım bilen bilir. Emekli olunca, Şerif'e kahvaltı hazırladım bir sabah, anaa adam dellendi, efendim  hatları karışıyormuş ben evin içinde dolaştıkça ,konuştukça, sinirlendiriyomuşum. Laynnn yürü git sana iyilik yapanda kabahat. Kızlar hep sabahları bir parça kek, kurabiye, süt cornflakes yerler. Onlarda sessizlik istiyorlar babaları gibi, sabahları kalkmayı bıraktım.
   Muhteşem sabahlara uyanmanın keyfini yaşamaya başladım, çok zaman bu kadar keyifle uyanmaktan, Şerif adına utanırım. O hala çalışıyor, bense keyifdeyim diye. Küçük kızımız tekrar gireceği için üniversite sınavlarına, hafta içi dersaneye gidiyor. Cumartesi, pazar, pazartesi evde oluyor, ona sağlam kahvaltı yaptırmanın yollarına, kafa patlatıyorum.Uykularım da o üç gün kodlanmış oluyor haliyle. 
   Uyku arasında sucuk pişireyim, yumurtayı tavada kakalıyayım, anaaa poğaça yapam len, tost yapam, tavada peynir eriteyim, uydurma pizzamdan yapayım diye hatlarımın kafayı yemişliği çok.Hatlarımın karıştığıda oluyo, uydurma pizzamın büyük kızım hastasıdır, küçük hiç sevmez. Uzun aralarla onu bile kakalamaya çalışmışım, "yahu ablam sever onu, öğren artık" dedi geçen gün :)
  Bu sabah yine ne yedirsem lan, diye uykumun arasında düşünürken, beynim "la salak salı bu gün" dedi. Mutlu mutlu sorumsuzca atladım uyku deryasına yeniden.Kendimin efendisi olarak uyandım, güneşte var şıkır şıkır. Şimdi bir filim seçerim, kendime klasik Ege kahvaltısı hazırlarım her sabah "kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" diyerek aynı şeyleri yemekten haz duyarım. Kahvaltı, yemek hazırlarken, power Türk dinlerim, arada dans da ederim. Ellerimde bıçaklar, kepçeler, mutfakta perfonmanslar benimdir.  
  Her sabah işe de böyle giderdim ben her gün güzel şeyler olabilir diye. Surat beş karış öğleye kadar hiç konuşmayan bir iş arkadaşım vardı, bir gün bana "nereden buluyorsun bu enerjiyi, sabah sabah gülecek ne var" demişti. Ben de "sen nereden buluyorsun, seni bu hale sokan olumsuz duyguları" demiştim. Hayatın her sabahı mucizedir, sahip olduğunuz koşulları olumluya çevirme gücü, içinizdeki SİMYACIdadır.
  Kendinizin efendisi olarak uyuduğunuz uykulardan, mutlu sabahlara uyanma ustası olun.Arada lastiğiniz patlarsa dostlarınız el uzatır, ben de uzatırım lastiği başkası tamir eder biz laflarken :P   

6 Ocak 2013 Pazar

Amour

  Amour filmini ruh halim iyi olmadığından, iki kez izlemeye çalışıp bırakmıştım. Bu gece bitirdim ve uzun bir süre dondum kaldım.Boş boş ekrana baka kaldım. Bir dost faceden soruyor "nasılsın iyimisin?" diye. "Dellenmiş haldeyim" dedim.Oyunculuklar süper, yılın en iyi filimi seçilmiş, altın palmiye almış, çarpıcı insanı duvara çarpıyor resmen. 

  Ben ilk kez yurt dışına, kulak sorunuma çözüm aramak için çıkmıştım. İngiltere'ye gittik 30 yaşımdaydım, yaşlılıkla alakam yok annem de genç daha 63 e de genç diyorum he.Bana bişey olmaz yıllarım.(Sonrasında Ölüme naber len moduna geçtim. )

  İngiltere'de sokaklar yaşlı dolu, gençler ve çocuklar, işte okulda.Hangi yaşlıya adres sorsak, ki Şerif nefret eder sormamdan, bar bar bağırıyor sorma diye. O haritadan gider her yere, bana da daral geliyo dolanmaktan, soralım hızlı gidelim diye, tarzanca İngilizcem ile soruyorum. Sonra bağırıyorum "Şeriffff gel bak anlatıyooo". Şerif deliriyor, sorduğumuz yaşlılar makinalı tüfek gibi konuşuyorlar, bizi peşlerine takıp, duraklara götürüp, şöförlere ineceğimiz yeri tembihleyip, eller sallıyorlar. Layn hani bu İngilizlere tüm dünya soğuk millet derlerdi ya, diye şaşkınız.

  96 da ilk kez ölümle yüzleşip, 97 de can dostumun yanına İngiltere'ye, beş hafta kalmaya iki kızımla gidince, anladım o yaşlıların bize olan, şahane yakınlıklarının nedenini. O kadar yalnızlar ki, o kadar uzun süre kimseyle konuşmuyorlar ki, bizim adres sormamız, macera gibi geliyordu sanırım onlara.Manisa'da o kadar yüksek değildir yaşlı sayısı, bizimkiler bile, daha hızlı gittiler sanırım.İngiliz yaşlıların çoğu dinç dinamik hareketliydiler.

   İstanbul'da sekiz sene önce çok sık gidip geldim. Sınav zamanları kızımın yanında olurdum, o resim yapar, ben yanında otururdum. Dışarı çıkıp gezdiğimde de aile olmayan, çok sayıda yalnız yaşama, Cihangir tayfasına başka galaksi yurttaşları gibi bakar dururdum.Küçük yer insanıyım ben. Her yeri iki dakkada aileye çevirme alışkanlığım var. Bisiklette de anneyim, ablayım, anaç yanım mıdır, aileden başka bişi bilmediğimden midir? Bilmiyom valla.

  İzmir'de hayat biraz daha farklı sanki, buranın yalnız yaşayanları, hüzün değil de, "laynn siz de boşanın salakmısınız? Der gibi mutlu görünüyorlar, keyifle yaşıyorlar. Bu şehirde yaşlılar, dinç, hareketli, neşeli, ya da bana öyle geliyor ( bana mı öyle geliyor lan, biriniz açıklayın).

   Kızım dün döndü yurt dışından, havaalanından uzun uzun konuştu bizimle. Anladık ki ruhu çok üşümüş, önce arkadaşlarıyla yılbaşı geçirdiler. Sonra babaanne ve dede'yi görmeye Almanya'ya geçti.Yaşlılık, hastalık, yurt dışında aile olmanın, bizim buradaki gibi olmadığını anlamanın, getirdiği bir ruh üşümesidir, yaşadığı duygu.Öle anlarda bıcır bıcır anlatır durur. İçi ferahlayana kadar, bizim burada olduğumuzu bilmek, onu hep rahatlatır.

   Rahmetli gazeteci Gülçin Telci'yi, ( hiç tanımadığım halde taziye yazılarından dolayı, adı mıh gibi çakıldı anılarıma) arkadaşları hep şu cümlelerle andılar. Saat kaçta gidersen git, Gülçin'in hep bir çorbası vardır, açmısın der yanıta bakmadan bir tabak çorba koyardı.. Yoksa da hemen yapar, derdini dinler sorununu çözmeye çalışır. Seni aile sıcaklığıyla sarar sarmalar dı, diye andılar. Hiç unutmadım bu yazılanları.

   Bir tas çorbayla da, bir kediyle de, bir köpekle de, karşı komşunla da, bisikletçi dostlarınla da, aile olunur.

  Napıcakmışız çorbaaa , bakın yine beslenmeye geldik :) Bir de seveceğizzz , karşımıza çıkan sevgi dolu insanları fark edelim, kıymetlerini bilelim, yaşamın içinde sevgi üretmek kendi elimizde...
  

3 Ocak 2013 Perşembe

Ölümle Naber Len Kıvamına Gelmek

İlk ölümle karşı karşıya gelmek, en çok çarpıldığımız andır. Toparlanmayı bile beceremeyiz. Hiç bilmediğimiz bir mecradır, ezberimizi bozar. Ben ilk kez 95 yılında babam gittiğinde karşılaştım ölüm (67 yaşındamış babam) denen muhterem zatla. Annem babam 50 yaşlarında boşandıklarından, babayla hiç bir maddi manevi bağımız olmadığından, sadece şaşıp kalmıştım duyduğumda. 

Almanya'daydım ölünce gitmek istemem seramonisine, ama son görev yapılmalı diye düşünürdüm zaman zaman. İstediğim oldu uzaklardaydım, haber geldiğinde olay bitmişti. Ağlayamadım bile, çünkü bende o gidince eksik kalan hiç bir duygu yoktu. Başıma gelen kötü ve  incitildiğim anlarda ona söverdim. Sadece söveceğim merci istifa etmişti , o bile beni ilk depresyon basamağına oturtmuştu o zaman. 

Çok sevgili dostumuz 96 yılının ocak ayında,(40 yaşındaydı)   kendi isteği ile "hadi bana eyvallah" demeden hemen öncesinde, aradığı üç insandan biri olunca, ölümle kafa kafaya çarpışmayı ilk kez o zaman yaşadım. Büyük takla attı ruhum, hala izlerini taşırım. Kendi isteğiyle gidişler vurur beni, onların dağıtması daha serttir. 

2002 de Annem kanserle yallah dedi çekti gitti (74 yaşındaydı). 2005 de bizden önce  gitmez dediğim, hiç hastalanmayan, şahane beslenen, büyük abim kanserle sessizce, yürüdü gitti. (54 yaşındaydı)

Tüm bunlar beni önce tepe taklak getirdi. Sonra başka bir ben yarattı. Önce ilaçlı tedavi, sonrasında grup terapi, ki hayatıma rot balansı çakan o oldu. Düzelmiş halim bu, ne kadar düzeldiğim tartışmalı olsada, bir delilik kaldı :)

Ölümle yüz göz olup, kendi ayarlarını azcık düzeltince. Korkmaz oluyorsun karşındaki yok oluştan. Kaçış yok, zaman gelmişse gideceğiz modu rahatlatıyor ve daha anlamla huzurla yaşar oluyorsun. 

Dostumuzun gidişinde o kadar ağlamışım ki (babamda ağlamadım hiç) üst düzey yönetici olan amcası, beni sormuş "o kim?" diye.Öyle kendini şırka şırka feryat figan edenide sevmem. Sessizce ağlarım. Şaşırmıştım neden sordu diye. Kimler çok ağlayabilir lan acaba? Diye düşünmüştüm amcanın kafadan ne geçti acaba ?

Sonra annemde yıkıldım, harbiden günlerce çok ağladım. Bedenimden çıkan göz yaşına şaşmıştım. Buna çok dikkat eden, unutmayan bir yaşlı komşumuz, aylar sonra bir sünnet düğününün orta yerinde şöyle demişti. "Benim çocuğum olmadı bir evlatlık aldım, arkamdan ağlar mı bilmem, ben senin kadar annesine güzel ağlayanını görmedim. Benim arkamdan da bir kerecik böyle ağlarmısın?"  Dedi. Anaaaa laynn istek parça yaptı ya kadınnn. Hemde şakkada şakkada oynanan bir düğün atmosferinde, yas dilekçesi verdi banaaaa.

En şaşırdığım üçüncü bomba davranış da şöyle oldu. Mahalle büyüğümüz Kafadar (anneme aşık olduğunu düşündük sonadan) . Annemden sona, yalnız kalan abimle, çok ilgilendi. Oda çok kayıplar yaşadığından, baba oğul oldular birbirlerine. Bir kızı vardı hiç ilgilenmezdi kafadarla, (bilmeyiz ne yaşandı geçmişlerinde liseden tanıdığım soğuk nevale, suratsız bir kızdı kızı). Kafadar da 76 yaşında yeter gideyim artık dediğinde, uğurlamak için camiye gittim, oradan da mezarlığa. Uzaktan izliyorum seramoniyi, kızı da yanında bir arkadaşıyla beni konuşuyorlar, gözümün ucuyla gördüğüm hareketlerinden anlıyorum. Ben sessizce ağlıyorum, kadın dayanamayıp, gidip sorucam dedi, kafadarın kızına.

Yanıma sokuldu. "Başımız sağolsun " dedi. Kafamı salladım, bakmıyorum ama suratına.Eğer ağlıyorsam, yanıma sokulup, saçma saçma konuşanı tepeliyorum cenaze törenlerinde  öylede bir huyum var. "İyi insandı " dedi kadın, yine başımı salladım. "Neyi oluyordunuz?" diye sorduuu, benim şalter koptu. Kafamı ağır çekim döndürdüm, buzzz gibi baktım " Metresiyim" dedim. Önüme döndüm. Kadın tokat yemiş gibi oldu tırs tırs kaçtı gitti. Laynnn derin sevmeyi bilmeyen denyolar, çok ağlayınca bir bok mu arıyorsunuz altında. Gidenin çok sevilebileceği aklınıza gelmiyor mu hiç? Duygusuz duvarlar, ruhsuz ayarsızlar.

Bir inancınız olsun, ama Buda, ama Yoga, ama din, ama her şeyin üzerinde bir güç, ama reenkarnasyon, neye inanırsanız inanın işte bir şeye. O inanç sizi huzura taşıyorsa, sizi daha güzel bir insan yapıyorsa, doğru yoldasınız demektir.

İşte tam da o huzurda ölüme bile " naber lan" diyebiliyorsunuz. Benim gibi bi manyak buraya geldiyse eğer, imkansız değildir...

    

2 Ocak 2013 Çarşamba

İnternetin Tırstırıcı Gücü

  Ben teknoloji özürlüyümdür, telgrafta kalmış insanlardanım. Azcık kafamı yoram demiştim radyoya, ohooo düşünürken aklım çıkmıştı. Bizim kuşak her şeye tanık oldu, o anlamda son temsilcileriyiz sanırım. Gaz lambalı evleri, radyoyu, pikabı, teybi, televizyonu, cep telefonlarını, hepsini bir ömür de yaşadık, acaip çok acaip kuşağız biz .

  İnternetle zaten direk uzay yoluna fırlatıldık kaptan spok konuşuyo sanki, sık sık sosyal medya ağlarında. Ben bilgisayarlara uzak durdum ilgimi çekmedi hiç. Hiç unutmam 39 yaşımdayım (geç kalmışın mı diyosun çarparım haaaa) kızlarımdan biri bişi anlatıyo çok bilgili babaları "anlamaz annen anlatma boşuna" dediiii, ahaaaa biri bana bunu derse mehteranlarım muhabere ezgilerini çalmaya başlar. Bak şimdi aklıma bişi geldi onu da anlatam. 

  Seramik laborantlığı yaptım ben 14 yıl. Bir gün şef bizi çekti konuşma yaptı. Mühendislerin kullandığı, adında hayır olmayan, böyle isim mi olur lan "atomik absorbsiyon spektro fotometre" cihazını kullanmayı öğreteceğim. Kim başarılı olursa sorumluluğu onun olacak dedi. Aslında benim olmalı direk, çünkü benim labortuarımın cihazı. Ama karşımdaki de erkek ondan yana  tercihleri  bence, arızam dan korktuğundan yarışmaya çevirdi işi. Çok kızdım, oturdum çalıştım, kullanmayı ezberledim. Baktım arkadaşım çalışmıyo uğraşmıyo, gördü ben deki hırsı "ben böle bişi istemedim valla" dedi. . "Gel çirkin iş bu, yarışmayalım beraber yaparız" diyelim dedim. Kısadan hisse kızarsam atomik değil uçak kullanırım uleyn :)

  Kızlarım soktu beni nete, en çok sevdiğim yanı, istediğim tüm gazeteleri okumaya bayıldım. Msn yazışmalarını sevdim. İcq da dolanmaya şaştım. Sınırsız kotadan filmlere dalmaya bittim bittim. Bisikletle faceboktan odama dolanlara şıkır şıkır oynadım. 

   Facede 140 karakter kısıtlaması kalkınca, yazılarımın uzunluğu arttı yavaş yavaş. Abidik gubidik paylaşımların arasında, kendimi anlatışımı seven çok oldu. Bu gün bir veledim "senin gibi yazıyor bisikletçilerin bazıları farkında mısın? " dedi. Ne güzel, herkes kendi ruhunu anlatsın işte. Bir şehzadem açtı bana bu bloğu tüm face yazılarımı toplayıp. Blogları sıkıcı bulurum ben. Aha da gitmiş gezmiş yemiş sıçmış hepsini fotolamış. İçime fenalık gelir, yahu hani bize, bir güzel insan hikayesi taşı, anlat derin duygularını, o yaşadığının sana kattıklarını  demi. Bu yüzden blog okumam pek. 

  Benim de kim okur lan bloğumu diyordum. Valla birileri harbiden okuyo yahu. Öle bakmışlardır. Sıkılırlar, bi kaç yazı sona artık okumazlar diyorum, yok okuyorlar. Türkiye'den okuyanların hepsinin, tanıdığım insanlar olduğunu sanıyorum. İsviçre'den Safiye, Almanya'dan dost çok. Ama Amerika size şaştım da kaldım arada tırsıyorum "lan beni cia dan falan mı izliyorlar? Kim okur lan beni Amerika'dan diye şaşıp duruyorum her gün, Amerika saygılar :)) Yunanistan'dan Papatya. Avusturyaaaa, Ürdünnnn, Rusyaaa olm var yaa, siz de benim gibi bir manyağı okuyorsunuz yaaa 9/8 ritimde bir roman havası armağan ettim sizlere. Birleşik Krallık Sema ile İlker okuyodur. Fransa baktınız gördüm, devamsızsınız, Slovakya sizde bakıp kaçtınız :))

  Acaip bir mecra bu net alemi, gücü deli. İki sene de sokamadıkları bisikleti, metroya on beş günde soktuk, internet grubuyla organize eylemlerle, öyle bir gücü varmış, deneyimledik.

Nassı oluyo acaba lan tüm bu işler, telgrafta kalmış kafamı yorsam da, almıyor olmayan aklım. Telgrafın tellerineee kuşlar mı konarrrr :))

1 Ocak 2013 Salı

Nasıl Bisiklete Başladım 3

Evin altındaki küçük kafede laflarken fotoğrafçı Coşkun'la arkadaş olduk. İlk mahalle dostumdur Bostanlı'da, sohbet bisikletten de olurdu çok zaman. Ben o kadar güçlü değilim, yürürüm koşamam, yüzerim açılamam, trekking zor zahmet yapardım diye anlattıkça, o hep sen bu fizikle hepsini halledersin diye gaz verdi bana.
 Bir gün Coşkun bastırdı yine aldık bisikletleri Şerif o ben çıktık yola. Gittiğimiz yok üç km.lik yer alt tarafı ben anımsadığım kadarı ile 4-5 kez dinlenmişimdir. Şerif habire bağırıyor bana, şöle yap böle yap, o ve Ege  tay gibiler. Duramıyorlar yerlerinde tabii, iyi binene zulümdür acemiler.
  En sonunda bir çıkıştı Coşkun Şerif'e ya siz gidin biz zaten uzağa gitmiyeceğiz, ben de gidemem zaten dedi. Bastı gitti baba kız. Coşkun bana sürekli moral verdi, bak benim de nefesim daralıyor, bacağım ağrıyor diye. Yavaş yavaş bana altı km'yi  tamamlattı.
   İnanılmaz yorulmuştum, zorlanmıştım, bedenimin güçlü olmadığını fark edip, yaşlandım diye çok üzülmüştüm.Coşkun ise hepsini yok edecek bir sürü neden sıralamıştı. Ona hep minnettarım o olmasaydı ben asla başlıyamazdım bisiklete. Tşkler Coşkun.
 Sonraki hafta sonu gittiğimiz yere kadar diye yola çıktık. 17.5 km ötedeki Kaklıç köyüne defalarca molalar vererek gittik. Öldüm bittim, bir daha asla, delilik bu, diye söylene söylene vardık.Şerif'de çok sabırlı davrandı o gün, hakkını yemeyeyim . Köy kahvesine oturup, uzun uzun çaylar kahveler, sodalar içip, köye de  kahvesine de bayılıp, "vayyy laaan nassıl geldim beee" olunca keyfim tavan yaptı mutluluktan.
  O kısacık yolda öğrendiğim bana yeni ufuklar açtı. "Kendi bedeninle çalıştırdığın, bir araçla aldığın yolun hazzı". İşte tamda bu duyguyla, yüzlerce gezgin dünyanın her yerinde pedal basıyor. Yeni dünyalara kendi enerjileri ile gidip, bu hazzın keyfinde mest oluyorlar.
  Bisiklete böylesine tutulmamın, en gerçek nedeni budur. Sonrasında da hayatıma taşıdığı şahane insanlardır...
  Dip not: Fotodaki Fotoğrafçı Coşkun'dur ve foto bir Cem Yatman yapımıdır. Tşkler dost Cem :)

Yılbaşı Sofralarının Emekçi Kadınları

Yeni yıl sofralarını kıçına taktığı çift motorla, saatlerce uğraşıp hazırlayan emekçi ev kadınlarım, bu gün bir iş yapmayın uzatın ayaklarınızı, alın kırbacı elinize dün yiyip yiyp kuduranlara şaklatın arada bir, emirler yağdırın. Kahvem gelsinnnn uleynn. Camları açın çok açtınız kapayın, evi havalandırın, meyva soy,yemek için dün akşamdan kalanları ısıtın,bağırışmayın, kumandayı bana verin diye isteyin de isteyin, her türlü naz hakkınızdır.

Laynnn tüm fotolarda on numara sofralar gördüm , insanın kaç saatini alıyor onlar bir bilginiz var mı? Ömründe yumurta kırmamış, salata yapmaya bile üşenenler, hiç olmazsa sözcüklerle kolpadan tapınsaydınız o güzel insanlara.Ben bu emek kısmını bildiğimden, çok zaman güzel bir yemek yediğim mekanların mutfaklarına girer,aşçılarına , teşekkürümü bizzat ederim.
Bazı fotolardaki ince detaylara bakıyorum vayy be diyorum, sona da "lan sen de daha geçen seneye kadar sofranın tillahını kurardın" diyorum. Ama 2 yıldır enerjisizlikten tüm sofra kurma işleri, çok ama çok ağır gelir oldu.Yaşlanmak böyle bir şey mi ? Yoksa bir ruh soğuması başladımı lan bende Allam içim ölüyormu ki ?:((
Harcanan emeği bildiğim için, dana gibi tıkınmalarınızın karşılığı olarak, açın bir telefonda, dün sizi doyuranlara güzel sözler söyleyin danalarım. Diyeceksiniz ki bana "senin evdekiler ne yaptı?" hakkat lannn abim dışında, Şerif le velet Ege'den tık yok. Aha gelsin o Şerif bisiklet binmeden de, bir kırbaç şaklatayım. Ege'ye bişi yapamam yav ergen atarından tırsıyorum :))