28 Aralık 2012 Cuma

Saatler

    Saatlerle ilgili upuzun konuşa bileceğimi anladım, dün gece yatmadan önce yaşadığım olayla, kendi kendime şaştım kaldım. Cep telefonları çıktı çıkalı o caanım kol saatleri az kullanılır oldu. Prestij olarak takılan pahalı saatler azcık kullanılıyor.

   Ben yeleklere takılan cep saatlerini çok severim.Dedemden kaldı annemden kaldılara bayılırım. Kaynanamın uzun yıllar çalıştığı firmadan, armağan olan saatini bana evlenirken takmıştı, çok değerlidir benim için. Alın terinin heykeli gibidir, metali kolumu boyasa da.

    Gece uyuma seramonim şöyledir, dizi bile izlesem, uyumadan önce ninni niyetine mutlak bir film izlerim. Filmi izledim, azcık da kitap dergi okurum, onu da okudum.Tamamdır okuma lambamı kapatmadan önce saate bakarım. 
    Anaaaa saatim yok lan, minicik 17 yıllık masa saatim (hakkat ya çin malı saat amma dayanmış aferin ona) yerinde yok. "Temizlik yaparken düşürdüm mü acaba?" diye arandım yok arkadaş. Vayy kırize girmiş morfinman gibi oldum, uykum kaçtı. Heralde kızım aldı saatine bişi olduysa diye düşündüm.Ama gece gece kendimde keşfettiğim bağımlılığa hem şaşırdım, hem güldüm.

    Yahu salak napıcan saati, sanki şirket yönetiyom da, aman toplantıyı kaçırmıyım, sanki basın açıklaması yapacağım sabah haberlerin de. Nereye gidicen, napıcan Allaan emeklisi,dünya kıçında değilcisi, ev de keyfin gurusu diye kendimle amma dalga geçtim, gece  gece.


     Sabah gözümü açtım alışkanlıkla saate bakıyom, beynim aynı anda, "saat yok salak" derken, anaa saat yerinde ya lan oldum.Alan bırakmış sabah saati.

     Yaa saat önemli, hava da kapalıysa anlaşılmıyor günün neresinde olduğumuz, güneşe göre ayar olamıyosun. Öyle demeyin saat önemli. Kaç kere bakıyonuz saate siz, dededen kalma saatiniz var mı? Duvar saatiyse çok kıskanırım.Bak şimdi aklıma geldi, du onu da anlatayım duvar saati dedim de.
    Annem uzun yıllar başkalarının duvar saatlerine bayılmıştı, serde garibanlık var, almak için, sıra hiç ona gelemedi. Çalışmaya ilk başladığımda ona güzel bir duvar saati aldım hani şu sarkaçlılardan. Bayağı bi paraydı taksitle almıştım.

    Çok beğendi ağladı hatta, kızımın ilk maaş armağanı diye. Özel asıldı duvara, saat başı çalıyor dan dan dan, cık cık cık çalışıyor. Abilerim mahcup, ben kız başıma almışım saati.Her şey güzel, arada gülümsüyerek bakıyor annem duvara, ben de gururla mutluyum.
  
  Bir hafta sona hepimizin psikolojisi bozuldu. Önce  çalışma sesi çok yüksek geldi, gecenin on ikisinde, on iki kere kilise çanı gibi gürültüyle çalması perişan etti bizi. Geceleri sarkaç sökülüp durdurulmaya başlandı. Mekanik ses sürüyor, cık cık çalışıyor. 
   En sonun da geri verildi. Üste para verip fırın almıştım anneme. Ev de gece huzuruna kavuşmuştu :)

27 Aralık 2012 Perşembe

Bisiklete Nasıl Başladım 2

 Taşındıktan sonra Şerif izinliydi iki hafta güzel geçti, iyice yerleştik sonra o işine, Ege okuluna başladı.Ben yalnız kaldım. Balıkçı barınağı evden üç km yürüyüp orada bir kahve içip eve dönüyordum. Ama o yalnızlık yavaş yavaş ayarlarımı bozdu. 
  Kendimi hayalet hissediyordum, kimse beni tanımıyor, kimse selam vermiyor, konuşmuyor.Bu şehir deki ilk benimle konuşan sohbet eden balıkçı barınağının servis elemanlarıydı hala yerleri özeldir bende.Daha sonra sokağın başındaki küçük cafede, çay kahve içmeye başladım.
 İlk arkadaşlarım onlar oldu emekli sanatçı mühendis Samim bey, fotoğrafçı Coşkun, mekanın sahibi genç Coşkun, arada başkaları katılıyordu sohbetlere.
  Geyikler dönmeye, sanat konuşulmaya başlandı, mutlu oluyordum ama hiç bir kadın oturmuyor masaya baktım adamların karıları bile oturmuyor soğuk selamlar veriliyor hop eve çekildim hoşlanmadım kafalardan.
 Haydi yine bana hüsran bana hasret o hiç sevmediğim Manisa'ya özlem başladı ve bir öfkede. Hiç bir dostum arkadaşım gelip gitmez oldu bir kere geldiler. Uzak geldi hepsine şuncacık yol. Bir tek Gülay gelir gider hala. Yıllarca gitmedim Manisa'ya hala gidesim yok, bunca yıl derin dostum dediklerim, meğer makara kakara dostuymuş.
  Şerif Manisa'dan arabaya bisikletini atar gelir derneğin turlarına katılırdı. Daha o zaman şikayet ederdi, kimse konuşmuyor, selam vermiyor, farkımda bile değiller diye. O duyguyu bildiğimden pab da bisiklet binmeye başlayınca hep yeni gelenleri selamlayın, gülümseyin derdim. Ege'yi de getirmişti bir kaç kez, İzmir'e bisiklet için Manisa'dan. 
  Onlar başladı bisiklet binmeye sahilde. Şerif benim alanım bisiklet, oraya bulaşmanı istemiyorum dedi. Sıla'da girme onun kendi olduğu yer deyince hiç bulaşmadım. Adam da haklı trekking yaptık iki yıl, her hafta sonu dağlarda dolaştık. Ben de çene çok herkesle dost olurum, o ise hoşlanmaz bunlardan, adamı hep Semra'nın kocası yaptım. Manisa benim şehrim olunca, ondan da kaynaklandı biraz bu durum.Aynı yerde çalıştık yıllarca o yönetici tabi poker surat dolanıyo, ben içimdekidokuz sekiz ritimli müzik eşliğinde, tüm fabrikaya Güzin ablayım, o yüzden adam yorulmuştu benden.
 İzmir'de Şerif'in karısı olmaya bıraktım kendimi. Herkes onu tanısın dedik, ben zaten evden de çıkmamaya başlamıştım.  On beş gün evden çıkmama rekorları kırmaya başlayınca, korkmaya başladı evdekiler.
  Arkası yarın, zaten sıkılmışınızdır okumaktan, hiç komikli bişi de yok diye mırıldandığınızı duyuyorum. Bak çimdiklerim heee, hayat böle bişi hüzünü daha çok sanki. 
 Hadi bu gün yeni tanıdığınız birine selam verin hoş sohbet edin. Belki o da bu şehirde yalnızdır. Kendini hayalet sanıyordur. 
 Tanıdığınız birine de "seni seviyorum" deyin, dostça laann genç danalarım, kıkırdaşmayın :))
  
  

24 Aralık 2012 Pazartesi

Bisiklete Nasıl Başladım 1

2007 senesinde lise giriş sınavların da Bornova Anadolu Lisesini kazandı kızımız. Tek şartla giderim "İzmir'de yaşamak istiyorum" dedi. Hayalini bir kaç soruyla kaçırdığından, çok üzgündü, mutlu olmasını istiyorduk. Madem taşınacağız denize yakın yer olsun dedik  Karşıyaka'ya karar verdik. Ağustosun deli sıcaklarında, dostum Gülay'ım tuttu ensemden beni sabah erkenden geldik.

Bir günde oturduğumuz şahane evi bulduk, kiraladık, emlakçı bizi başka sokaklardan getirdiğinden, denize bu kadar yakın olduğunun farkında değildim. Sonraları her gün mutlu oldum, 5.kat oluşu (asansörsüz) dışında her anlamda mutlu olduk bu evde.

Ben doğduğum semtte 47 yıl 1 kmlik alan dışına çıkmamıştım, anne evim ve evliliğimizin 4 evi de hep o 1 kmlik yerde geçti. Evimi kiraya bile vermem geri döneceğiz okul bitince dedim. Gidelim diye her şeye tamam dediler. Köklerimi söker gibi, kızlarla günlerce eşya ayıkladık. 18 yıl aynı evde yaşayınca evle bütünleşmişiz. Ne çok eşya biriktirmişiz anı deyip, kıyamadıklarımız ne çokmuş, yığınlarla dağıttık, 4 koli kitap bağışladık, geri döneceğiz diye ıvır zıvırlarımızı orada bıraktık.

Bir 30 ağustos günü göz yaşlarıyla arkamdan ağlayan üst kat komşum Filiz ve o güzelim kızı Elif'le çok ağlaştık. Alt kat komşumun kızı Ceyda, boynumda ağladı hüngür hüngür "ben ne zaman evimi düşünsem, hep üst katta sizin oluşunuzdan mutlu oluyordum. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, çocukluğum gidiyor sizinle" demişti, bak şimdi yine gözlerim doldu.Bornova'ya kadar ağladım. Attık kendimizi yeni evimize.

Gecesinde Ümit'in oğlunun ordu evinde sünnet düğünü vardı, yolda fener alayı, havai fişeklerle gittik . Biz tam düğün bahçesine  girerken meşaleler, havai fişekler  anaaam yahu İzmir bizi amma coşkuyla karşılıyor demiştim :) Taşınmanın gerginliği mekanın güzelliği çok sevdiğim insanların orada oluşu yedim içtim göbekler attım. Fazla göbek atmışım süslü tanımadığım bir hanım geldi kutladı beni ne kadar güzel oynuyorsunuz diye abovvv göbeği fazla mı kaçırdım leynnn :)

Eeeee bisiklet neredeeee ? Mi diyorsunuz acele etmek yok, yavaş yavaş anlatıcam, blog içi uzun hikaye olacak bu. Şimdi kızıma kahvaltı hazırlamaya gidiyorum, arkası yarın tiyatrosu olurdu radyo da, onun gibi olacak. Siz de besleyici şeyler yiyin hadi bakiim canlarım :))

22 Aralık 2012 Cumartesi

Beslenmenin Önemi

Çok fazla yaşlı insanın yaşadığı bir semte yaşıyoruz, İzmir Bostanlı'da. İlk taşındığımız zaman hoşgeldine gelen apartman sakinleri "Annen evde mi kızım ?" diye sorduklarında önce şaşırmış sonra kocaman bir kahkaha atmıştım. "Anne benim ayol" diye. :))

 Zamanla öğrendik ki, yaş ortalaması hayli yüksekmiş apartman sakinlerinin, biz onlara göre genç kalmışız. Bir yandan çok keyifli yahu, yeniden genç sanılmak. Manisa'da Semra teyzeydim, İzmir'de Semra abla oldum, bisiklete bindim Semra'cım, oradan Semra sultanlığa terfi ettim:) İzmir insanı gençleştiriyor, bisiklet çocuklaştırıyor.

Apartmandakilerin yaşlarını tahmin etmek imkansız, hepsi çok dinç ve sağlıklılar. Seksi Saadet'ciğimin 87 yaşında olduğunu, daha geçen gün kocası kaçırdı ağzından. Söylemezler he bi de öle ulu orta yaşlarını :)

Bu fit görünmenin sebepleri, beslenmenin ve hareket etmenin, pozitif düşünüp, neşeli olmanın, çok önemli olduğunu, canlı canlı  bedenlerinde gösteriyorlar net bir şekilde. Hepsi evlerinde yemek yapıyorlar. Manav, balıkçı sohbetlerinden anlaşılıyor, apartmanın içindeki yemek kokuları da göstergedir.Yaşlıları böyle deeeee...

Orta yaşlıları berbat beslenme diye bir şey yok. Şimdilik genetikten yiyorlar bence. Günü geçiştirecek şekilde tıkınıyorlar. Çoğu evinde yemek yapmıyor. Her şey külfet geliyor. Yalnızlığı neden olarak öne sürüyorlar. Kendi sorumluluğunu yüklenemediği için, hayvan almaya çekinip, evlat edinin dediğimde "kendime bakamıyorum" diyorlar.

Neden takıldım buna ? Şerif babasının rahatsızlığı artınca Almanya'ya yanlarına gitti ya, o anlattı. Beslenmeye hiç kafa yormayan anne babasını, yakından gözleyince, bir haftada anne babasına, kendi  bildikleri doğrultusunda beslenme destekleri atıp, sonucu hızlı görünce anlamış beslenmenin sağlığa etkilerini.

Bana yaradı "bir yemek yapıyorsun zaten" diye arada laf sokar, kaşınırdı. (doğrudur yemek yapma dışındaki ev işleri zor gelir bana hep) ben de sağlam kaşırım:) Yapılan her beslenme atraksiyonuna, tapınır hale geldi adam ayol. İltifatlar yağıyor bu ara, ne kadar gider bilmem de, şu ara durum bu :P

Gençlerim, orta yaşdaşlarım (kendimi de kattım heee ) beslenmenize kafa yorun , yormadığınız zaman. O size prostat, bağışıklık zayıflığı, şeker, tansiyon daha bir sürü şekilde dönüp, sağlam da giydirecektir. Valla etrafımda gördüklerimi anlattım, seçim sizin .

Mezarlıklarda "her canlı ölümü tadacaktır" yazar ya, hastanelerin girişinde de şöyle yazmalı: "Doğru beslenmeyen her beden, daha çok hastalığı, tadacaktır".

Hadi şimdi kalk yerinden, bir tane meyva ye, çikolata gofret cips demedim, meyvaaaa dedim annem:)) 

19 Aralık 2012 Çarşamba

Doktorluk Dahil Her İşi İyi Yapar Mı İnsan?


Hafta sonunu uzun yıllardır dostum olan, Yesim Beckmann'la geçirdim. Onunla izcilikten tanışırız, o orta sondaydı, ben liseyi yeni bitirmiştim.Çok akıllı, gelişmiş donanımlı bir kafası vardı, daha o yaşında hemde. Çok sevdik birbirimizi, bağımız arada kopsa da, dostluğumuz hiç bitmeden sürer uzun zamandır.

Noel baba gibi armağanlarla geldi. Bana yeni öğrendiği tığ işinden, ilk eseri olan iki tane, en sevdiğim motiften kare yastık,ustası olduğu örgüden de, saç örgülü uzun yastık yapmış. İlk eserin verilmesi zordur, anıdır denir kıyamazsın. Bana vermeye değer bulmasına çok, duygulandım hala bakınca gözlerim doluyor .

Bir yandan da ayarlarımı bozdu kadın yahu. Arkadaş, bir insan hem çok başarılı,dünya Nörologları arasında tanınan bir isim olacak kadar yayın sahibi olup,ki ekibiyle ödüller aldırlar bu konu da, hem şahane yemekler yapıp, ailesini adam gibi besleyip, evin de ki ısıtma sistemini her gün kendi soba yakar gibi yakacak,evi pırıl pırıl, zevkle kendi dekorlamış olup, çocuklarını deli gibi sevip, ikinci eşine aşık bir kadın olup ,eğlenmek için yabancı diller öğrenip, birdeeee üstüneee tığ işinden yastıklar yapmasınnn, vallahi moralimi bozdu.Nörologsun sen lan, bildiğin doktorlar bunları yapmaz, en azından çoğunu yapmaz , az bi tek dur.


Çok sevgili Yeşim; Bak başarılarından duyduğum gururdan mestim, ama az bi rahat dur, boş boş duvara bak, hiç bişi yapmadan ebleh ebleh otur. Hiç bir planın olmasın (2014'e Vietnam'da girecekmiş plan yapılmış) napcaz lan bu hafta sonu da de, bişiler yapmalı de, ama hiç bişi de yapma.

Diyorum ama, seni öyle hiç düşünemedim bile.Tığ işi yastıklar da yapan güzel toktorum, ben seni 14 yaşından beri seviyorum,hayatımda olmandan hep keyif aldım,ayrılırken dediğin gibi "YAŞANACAK ÇOK ŞEYİMİZ VAR DAHA"

15 Aralık 2012 Cumartesi

Nasıl Semra Sultan oldum ?


Her şey Mehmet Can'nın her yanımdan geçişinde "Tanrı Kraliçe'yi korusun" demesiyle başladı,önce olm iyi bişimi sölüyon diyodum, sonrasında Funda'mın "Kraliçemmm" diye sevmesiyle devam etti, bir şey kırk kere söylenirse insan inanır, ben de inandım :)
Önder,Barış,Aykut,Atakan beni pab dönüşlerinde, çok kez aralarına alıp, koruyarak Karşıyaka'ya getirdiler, "şovalyelerim" diye naralanır oldum. Çıkamadığım rampalar da şovalyelerim dediğim anda, biri itip çıkarır hala daha .Sonra yavaş yavaş Sultanım diye sevmeye başladılar. E insanın hoşuna gidiyor tabi ki, gençler tarafından sevilmek. Yoksa kendi halinde, yaşlı, emekli bir kadınım, az deliyim ama, kendimi sultan sanacak kadar da koğuşluk hasta değilim :)
Bana bu ünvanı, İzmir'li sevdiğim, gencecik bisikletçi veletlerim verdi, bu yaşımda beni, bahtiyar ediyorlar, sevgi dolu yürekleriyle. Hepsine tüm sevgimle "AŞK DOLU YAŞAYIN" diyorum...

14 Aralık 2012 Cuma

Sokakta Yaşamayı Severim

Sokağa nedensiz çıkmayı sevmediğimi bu yıla kadar bu kadar net bilmiyordum. Uzun yıllar çalışma, koşuşturma çocuk büyütme ,yorgunluktan ev sevdiğimi sanıyordum. Sokakta yaşamayı severim hani at bi sandalye otururum saatlerce. Rahmetli annem sokakta oturmaya devam eden kendi neslinin son neferiydi,gidene dek oturduğu kaldırımında, gitme yıldönümünde oturup çiğdem çitlemiş sevdiği genç dostları, ne güzel öyle anılmak, hoşuma gitti anlattıklarında. Neyse ben bir eylem içermiyosa aha da şöle bi dolaşam vitrinlere bakam kısmını sevmiyorum.
Bu şehir de rekorum 15 gün evden çıkmamaktı, kışın oluyor bu hep, baharla bisiklet kurtarıyor hayatımı, ömrümü uzatıyor, o güzel arkadaşım. Şimdi dondurucum dolu, bakliyat stoklu olunca her akşam yemek yapıyorum da, yoğurt ekmek arada can çeken tatlılar (tatlı yapma eylemcileri de stoklandı ), akşam eve gelecek Serif'e en cilveli (keyifliysem ama, yoksa en nemrut sesimle) söyleniyor du, adam 8 günlüğüne ailesine ışınlanınca, gitmeden önce savaş çıkacakmış gibi ince ince stok yaptık eve, ekmeğe kadar valla :) Hava da yağmurlu olunca, evde yaşamaktan mest, filimlerim gazetelerim kitaplarımla yaşıyordum.
Ama, dünkü Senem ile Engin'in nikahına gidişim benim için aksiyon filimi gibi oldu, heyecan dozu yüksekti ,anam saç boyam bitmiş hadi bin bisiklete git al (hemen stokla onu da ) saçı boya, süslen püslen, bir koşu karşıya geç, salonu bul (otobüste beni o durakta indirecek amcayla ne ara, yol 10 dk dı, nikahtan evlilikten konuştuk ayol, en sonunda kızımıza mutluluklar dilerim diye uğurladı beni) :) .Yuh bir saat önce gelmişim geç kalırım tırsmasından .İki tane nikah izledim bizimkinin öncesinde, biri doğuluydular zılgıt sesleriyle, tamamı kapalı kadınlar içim karardı, sonraki çağdaş İzmir'in düğün kokoşu kadınlarımız dı içim açıldı, lan onlarda abartmışlar sanki çekiştirilen eteklerle abartılı makyajla bu düğün makyajı özel bir iş bence .
İnsan sıkılınca gidip oturmalı o salona, koltuklar kocaman deri, içersi sıcacık oh gelene bak gidene bak, nikah sonası kokteyl varsa tıkın, not edin gidilir yer Eşrefpaşa nikah salonu :) Gitmişken Kobedaklı dostların fotoğraf sergisini de gezdik, o çok güzel oldu gitmeyi düşünüyordum, nasıl bulucam derdindeydim hoş Burçak olmasa yerinin orası olduğunu bilemezdim, sağolsun ayaklı sanat ajandasıdır :) Beni sokağa çıkarmaya zorluyacak aksiyonlar bekliyorum hepinizden :))

Aşure

   Aşure ayı Bostanlı'ya uğramıyor. Manisa'da arkadaşlarım hep en büyük kaplarında gönderirlerdi, burada hasret kaldık. Çocukken kaşığını alıp gelsin diye haber salınırdı komşulara,  büyük sinilere dökülürdü, yer sofraların da yumulurduk, çatlayana kadar yer, bir tencere de evlere getirirdik.

   Önce dağıtılan kaseler küçüldü, minnacık çorba kaselerinde dağıtılır oldu. Manisa'da birilerine söylenmiştim " lan bana böle gönderecekseniz göndermeyin adam gibi 2 kişi yesin tam yesin" demiştim,  bana bile yetmez çorba kasesi ayol.

    Karşı komşum yapmış bir tek o da sağolsun ama , çağır beni demi tencere başına, hem laflıyayım hem yardım edeyim, sıcakken yiyeyim demi? Girip çıkmıyoruz fazlaca, sağolsun yine de hakkımızı ayırmış Ankara'ya gitmiş, dün yapılmış eşi getirdi dua ettim yine de ondan başka getiren de yok zaten, (dedikodumu da yaptım valla :) ).

    Sıla'da geldi bu akşam İstanbul'dan, onun da canı istemiş yapacakmış, yav uzun iş o dedim ben, Serif "ben yaparım ya nolcak" dedi, "vayyy havaya bak, al sen malzemeleri ben yaparım" dedi bi de. Malzemeyi alınca ben de yaparım, tarhana yapmışım olm ben, cık cık, puan toplucak bi de kızlarından pehhh. Pis boğazlık işte iş açıyo başımıza, muhtemelen perşembe günü yaparım.

   Yarın Çarşamba pazarına çıkılır,Buğday görmüştüm bir yer de güzel di onu da alırım, Sıla ile tişörtlerde de eşeleniriz gün orada gider. Yapıyorum uleyn başladım diye anons ederim, kaşığını kapan gelsin. Bostanlı'lara sadece, (benim gibi hasrettir onlarda, burada pişiren yok anam ) muhtardan ikametgah şart başka semt sokulmasın.

   Bizim evde de pişti ,aha komşum gönderdi, diye yorum yapanlara, çemkiririm, fotosunu da koyanlara söverim, söylemedi demeyin :)))

Gevrekçiler

  Benim için kışın geldiği belli oldu. İki gündür güneş yok bir oğlak olarak enerji sıfır ön depresyon çalışmalarım başladı. Sürünerek güne koyuldum , gazeteleri okudum, film seçtim, kahvaltı hazırlamaya başladım, elleh EKMEK yok, işte kış o zaman başladı. 

   Güneş olsa enerjim olur, hoppa alır gelirim hızla, olmadı fırından çıtır gevreğimi alır  barınağa gider orada denize karşı mis gibi yerim, olmadı cafenin birinde yaparım kahvaltımı. 

  Ama kış işte, başladım semtimin yakışıksız gevrekçilerini beklemeye (valla yakışıklısı yok olsa saklamam sölerim ). Hayatımda en çok yollarını beklediğim erkekler, onlar oldu bu şehirde, ve gelmediler çok bekledim çok.Yok olmuşlar sanki hepsi epey bi bekledim. Baktım vakit geçiyor çözüm ürettim.

   Hızla  hamur tuttum pişi yaptım, lan ne manyak kadınım, in al demi 5 dklık iş, yok abi direk ayı modundayım, kış gelmiş inimden çıkasım yok. Amann o uydurduğum pişi de bir güzel olmuş, zıkımlandım güzelce. 

   Bir ara güneş çıkar gibi oldu,  azcık enerji şarjı oldum, hayde pazara. Ceviz ve peynir bitti yoksa çıkmazdım sokağa, dövseler bile . Cevizci oturmuş elma yiyor "afiyet olsun Aziz abi" dedim ses yok, beni de görmüyor ama, yan taraftayım, alla alla dedim. 4 yıldır ondan ceviz alırım, önüne geçtim hemen ayağa kalktı. Çok efendi bir adam insanların yüzüne bakamayanlardan . "Ya abi ben sana 4 yıldır Aziz diyorum ama, galiba yanlış söylüyorum adın ne? " dedim "Hasan" dedi öyle bir kahkaha atmışım ki, benim peynirciler de merak ettiler konuyu, "yahu 4 yıldır neden düzeltmedin" dedim "olsun abla ya, Aziz'de güzel isim" dedi.

  Aklıma geldikçe gülüyorum :)))) Yahu bir de Serif isim hafızama hayran olur, ismini hatırlayamadıklarıma kendim isim takıyorum ayol, itiraz eden de çıkmıyor baksanıza :))
 Kış geldi geldi ,ayı modundayım sessiz olun lütfen :)

Hayatıma bisikletle gelen her şey büyük keyif barındırıyor

   Cumartesi de bisikletin üzerindeydik, pazar da,  Kaklıç ve bizim ev arası 33 km, yani iki günde 66 km yol, onu geç şahane muhabbetler döndü. Kahvaltıları kızımızla yaptık Serif 58 km Kuş Cenneti , pazar da Seferihisar'a gitti mandalin festivaline, 68 km sanırım o da mutluydu.

  Pazar günü face duvarıma yazdım biz gidiyoz gelen Yasemin cafe önüne gelsin dedik . Balıkesir'den İzmir'e yerleşen Neşe ilk "geliom" ben dedi, Gülgün yakalarım ben sizi yolda dedi, bir saat sona çıkmasına rağmen yakaladı o hızlı değildi ki, biz çok yavaştık :P Yolun başında Soner çamaşır makinasını kapatıp koşup geldi yakaladı bizi kervan yolda düzüldü :)

    Yavaş yavaş vardık Kaklıç'a,  az sona büyük assolist süpriz isim, sahalarda kış jübilesi yapan, bahara kadar binmem gari diyen, (biz sürükleriz onu, o bilmiyo ) Süha geldi, kahkahalarımızın voltajını yükseltti. Az sona Hale ve Itır bitti dibimiz de, aaaaa diye kalktım sarıldım, Itır'da dizinden uf oldu. Uzun aradır tedavi nedeniyle uzak bisikletten, dağlarından, kökten çözdürecek sorununu inşallah.Uzun uzun sohbetler. 

   Gülgün Köpiş Behlüle mama verecekmiş vınladı kaçtı,Itırlar erken kalktı "bizi yakalarsınız" deyip. Yolda Soner'in lastiği patladı, patlak lastikler muhabbetinin üzerine komik videoya dönüşen bir tamir zorla yapıldı, çok vakit kaybedildi. Yolda Süha konuşmaktan sinek yuttu :)) 

   Geldik balıkçı barınağına Soner'le Neşe'e evde yemekle uğraşmak istemiyoz deyip, balık ekmek yediler yanlışlıkla fazladan gelmiş sipariş, onu da Süha yedi.Teknenin birinden nasıl güzel Orhan Gencebay çalıyor of of "Batarkennn ufuktaaa bir akşam güneşiii" ful konserdi, rakı balıklanayım istedim. 
   Eve dönüyoz balıkçıya bulaştım "mezata gelmeden alamıyoz mu yahu" dedim, "abla satılık balıklar" dedi, hemmen 1 kg barbun aldım, geldim eve temizlicem, yarın akşama yaparım diye düşündüm. Ege yap bu gece deyince, hoppaa giriştim, temizle, kızart balıkları çıtır çıtır , marul salata rokalar oy oy. O arada Şerif gitti izbancılara tekeriyle tek kişilik eyleme, vukuatsız döndü almışlar tekeri mutsuz oldu :) 
  Anam rakı bitmiş Safiye'min sakızdan getirdiği uzoyu açarsın, "rakı lan bu vay piçler adını değiştirmişler" diyerek, tüm sevdiklerimin sağlığına dedim.

   Ama günün bomba tespiti Neşe'den geldi hatun Kaklıç için " hayal kırıklığına uğradım o anlata anlata bitiremediğin köy bu mu? Bir genç kızın hayalleriyle oynadın Semra abla" dedi . O beş yıldızlı tatil köyümü sanıyo du acaba? 
   Layn bildiğiniz dandik köy ( bunu daha önce yazdım kaç kere ), hele şu aralar masadaki herşeye saldıran sinekleriyle, sıradan bir yer. Ben çok seviyorum, bisiklet yoluna aşığım, kahvesine baygınım, kahve insanlarının sıcaklığıyla içim ısınıyor. Hepsini katarsak ben de yarattığı duygu budur . Hayal kurarken bunları unutmayın rica edicimm. 

   Çok güzel hafta sonuydu, hayatıma bisikletle gelen her şey, büyük keyif barındırıyor, ya da ben öyle algılıyorum . Tşkler HAYAT :)

Memet Amcanın Gayri Meşru Kızıyım




   Sekiz sene önce arkadaşım yazlığına davet etti (normal de gitmem yazlıklara, hele kalmam çok zordur ,rahatsız ederim diye) çocuklarımız aynı sınıftaydı, Ruşen'le oradan arkadaş olmuştuk.  

   Çocukların baskısıyla gittik. Anacım zaten Almanya'dan izne gelen Türk ailesi gibi kalabalık kucaklarda kocaman çocuklarla, tıklım tıkış arabayla, kaybola kaybola gittik, bunlar birde üç kat evin temizliğin de de kullandılar beni.

   Anne Hidayet teyze muhteşem namazında niyazında bir kadın, baba Mehmet Tunca'm desen yakışıklı davudi sesli harika bir adam , beni de lösemiden kaybettiği kızına benzetti aynı yaştamışız rahmetliyle. 

  Sevdik birbirimizi, içmesine izin verilmiyormuş babanın yapmayın ya alıcam bir 35lik dedim. Akşam üstü köfte patates kızartıyor Ruhşen, ben salatayı yaptım (leğenle yapıyoz bi de he kalabalığız) Şenay'da tatlıyı yaptı tepsiler dolusu doymak bilmeyen çocuklara.

  Mehmet Tunca'm koyun bana yiyicem şurada ben dedi, rakıyı da koydu bir duble, Semra'ya da koyun bi kadeh dedi ,başladı inceden muhabbete.

 Ama ne anılar, hepsi Manisa'nın tanınmış insanlarının hikayeleri. Bağlar da oturak alemleri, Basmane pavyonlarında şarkılar, sahne teklifleri, mizah dolu anılar, kahkahalarla gülüyoruz. 

  Ben de annemi yeni kaybetmişim, ben onu anlatıyom o kızını arada ağlıyoruz, hopp bir şarkı söylemeye başlıyor makamını, bestecisini, güftecisini de önceden açıklıyarak hem de. Muhteşem bir müzik bilgisi vardı şaşırıp kalmıştım .

 Amannn Türk müziğinin en güzel parçalarını baba kız bir bir  geçiyorlar, rakı ,anılar mestim ben keyiften baygınım. Tüm anıların senesini de söylüyor, yahu hepsin de ben daha doğmamışım bile. 

  Artık nasıl bir mest olmuşsam ağzımdan çıkanın farkında değilim "Yahu Memet amca ben daha doğmadan sen dünyanın mına komuşsun" (vallahiii demişim sormayınnn normalde bu kadar argo konuşmam soft argo var inkar etmiyeyim:) ) 

  Derinnnn bir sessizlik oldu, noluyo diye baktım, arkadaşım patates soyuyo du, döndü kafama vurdu bi tane "Allah cezanı vermesin "dedi.

  Ben hala farkında değilim ağzımdan çıkan lafın, o kadar mest olmuşum anlayın. Ömrümün en güzel, en unutulmaz, en mesut akşam üstlerinden birini yaşattı bana, nurlar da yatsın. 

 Sonrasın da da beni gayri meşru kızım diye tanıttı Özbek'teki tüm yazlık komşularına :)))

Kızların Hayatlarında Babalar Önemlidir



   Az önce dizideki baba oğulun kişisel hesaplaşması göz yaşlarına boğdu beni:( Ben babamın kucağından 8-10 yaşlarında indim," yahu du bakam ben tırmanmayınca, o beni alacak mı kucağına" dedim. Oysa sevilmek için tırmanan benmişim, bir daha hiç dokunmadık birbirimize.

   17 yaşımdaydım boşandılar, bir daha hiç konuşmadık, görüşmedik, küçücük şehir de aynı semt de yaşamamıza rağmen hiç karşılaşmadık. Aramadı sormadı zorlamadı hiç bir şeyi yakınlaşmak için.

    Yıllar sonra başka bir kadınla evlendi , boşanmalarından 17 yıl sonra da tak diye göçtü. Yaşarken hesaplaşma fırsatımız olamadı. Ben sonra kafayı sıyırdım, varlığından hiç yarar sağlamadığım adamın gidişiyle, içimde büyürken açtığı uçurum yuttu beni. ilk depresyon tedavisini o zamanlar gördüm. 

    Günlerce onun için ağlayacağım bir anı aradım, bir vardı da artık gidişiyle biten duygu aradım. Bulamadığım için hiç ağlamadım öylece dondum kaldım. Başıma gelen olumsuzlukların sebebi görüp, küfür ederdim içimden sürekli ona.

    Küfür mercii gidince, oluşan boşluk bile onun hayatımdaki varlığıymış. Aylarca büyük hüzünler yaşadım. İçimdeki ağlayan kız çocuğunun sesini duyarım zaman zaman. Kaç yaşında olursak olalım, içimizdeki doyurulmamış şefkat açlığı hep duruyor oracıkta içimizdeki çocukta.

   Kızların hayatlarında babaları önemlidir ve ruh sağlıklarının en büyük temeli onlardır. Hala baba yapmaya çalışırım kendime. Kaklıç kahvecisinin babası KIZIM NASIL ? Diye sormuş Şerif'e beni, kızının adı da Semra imiş. KIZIM cümlesini bir ondan bir de, arkadaşımın babası rahmetli Mehmet Tunca'dan duydum. İçimdeki uçuruma gökyüzü oldular. Yeryüzü babalarımdır onlar.

   Arkadaşlarımın babalarını hep çok sevdim. Bu şehirde bunun eksikliğini de çekiyorum, annem, babam gelecek diye sevinen, onlardan keyif alan, annemler gelicek, gel sende diye paylaşan kimse yok. Yaşlılar katına atmışlar onları, yaşarken öldürmüşler sanki. Anne babasından büyük sevinçle bahseden kimse yok sanki buralar da.

   Kapadokya bisiklet festivalindeki tur da, köy kahvesindeki mola sırasında, ihtiyar heyetiyle şakalaştık, makara koptu. Şerif beni bırakıp gitti yolda diye, "boşucam olm seni" diye söleniyodum. "Gel yav vereyim sana bir oda, yerleş buralara hemen" dedi amcanın biri. Ağzında diş kalmamış, şişe dibi gözlükler, bastonlu tonton amcalardandı. Kapadokya'lılar açıkladılar sona "aman haaa bunlar çok tehlikelidirler, kadın düşkünüdür birçoğu" dediler. :) 
   Abovvvvv baba peşinden koşarken başıma neler gelecektiii :))

Kamyon Kamyon Domateslerrr



   Yazlık kışlık aktarıyorum (ne saçma cümle lan bu, başka da hiç bir yerde kullanılmaz he). Tek başıma  iş yapmaktan nefret ettiğim gibi, kayıp sendromunu yenememiş ruhumla, bu tişörtü vermeli, yok lan bi daha giyeriz, yok seneye karar verelim, dedikçe bunalıma giriyorum, iş uzuyor bitmek bilmiyor.

   Rahmetli annemi getirir yanıma oturturdum, o laflar dı ben iş yapardım, arada kahve içerdik,şunu falancaya verelim,  şunu fişmancaya verelim derdik, onunla hafif gelirdi iş.

   Onu kaybettikten sonra iki keyifli arkadaşım gelir oldu, şunu ben alayım, bunu benim kıza alayım diye paylaşırlar dı. Onlarla da makara kakara yapılırdı anlamazdım, hızla biterdi işler .

 Ama bu yapayalnızlığın derin  yaşandığı şehirde, derin dostluk yok , herkes nazik ve mesafeli. (Kendi yaşıtlarım ve komşulardan bahsediyom bisikletçilerim siz öle değilsiniz ). Yani Manisa boyut dost edinemedim, hoş o Manisa  boyuttakiler de dost değilmiş ben öyle sanıyormuşum sanırım, beş yıldır ne onlar beni, ne de ben onları arıyom.

  Yaşıtlarımı da sevmez oldum, o da var (arıza ben olabilirim). Ayrı gezegenden gibiyiz yaşıtlarımla, hepsi mutsuz neşesiz gibi gelir oldular bana .

  Çok yıllar önce bir ziyaret için Manisa Akıl hastanesine gitmiştim, hepsi mor eşofmanlıydı tek tip, hastane mor mor leylaklarrr gibiydiler. Hiç o kadar mor eşofmanı bir arada görmemiştim. Bahçeye zorla çıkarılmışlar odaları temizlenip havalandırılıyormuş. 

   Acaip bir devinim vardı ortamda, ritmik hareketlerle yürüyenler, hiç kıpırdamadan duranlar, kendi kendine konuşanlar, sürekli gülenler, normal bakanlar, sabit bakanlar. Apayrı bir gezegen gibiydi ve kesici rahatsız edici bir huzur vardı orada. Dünyanın kurallarına sittir çekmiş hepsi ondan sanırım o huzur ve beklentisizlik. 

   Arada kalkıp "KAMYON KAMYON DOMATESLER kamyon kamyon patatesler" diye bağırıp, sonra sessizleşen, bir hastaya takılıp kalmıştı gözlerim. Kısa saçlı 35 lerinde bir kadın, sessiz sessiz otururken ansızın ayağa kalkıp var gücüyle bağırıp, sonra sessizce oturmaya devam ediyordu. Çok etkilendim tek başına eylem yapıyordu sanki.  Ne zaman yazlık kışlık aktarma da bunalsam, hayattan sıkılsam ruhum daralsa,  aklıma gelir o   hasta ve mor eşofmanlar. 

  Manisa'da bir ara slogan edinmiştim, bu gün de tekrarlıyayım. "Yatacaksın akıl hastanesine, çekeceksin mor eşofmanları, ohhhh ne yazlık, ne kışlık, ne yemek, ne çamaşır, ne bulaşık, ne para ne pul, ne geçmiş ne gelecek,  süper hayat mis gibi." 


Arada kalkıp bağırıcam, hatta ŞİMDİ çıkıp balkondan bağırayım lan, KAMYON KAMYON DOMATESLERRR , KAMYON KAMYON PATATESLERRR !!!! :))    

Semra Çetindağ