21 Aralık 2013 Cumartesi

Kalabalık Yemekte Ruhları Isıtmak

   "Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" demiş şair. Bence kahvaltı bedenime, kalabalık akşam yemeği ise ruhuma ziyafet oluyor. İkisinin yerleri ve keyifleri başka başka.

    Bu şehre gelirken büyük yemek masasını Manisa'da bırakmıştım, geri döneceğim ya. Bi de burada kim bize yemeğe gelecek ki demiştim, kimseyi tanımıyoruz, sülalemde yok. İlk yemeğe gelecek arkadaşa at arabana getir bari demiştim. Mutfak kışın soğuk oluyor, salon daha sıcak diye orada yiyoruz bazen, aldı geldi sağolsun.

   Sonra yavaş yavaş iki tekerle hayatımıza doluşmaya başladılar.İlk olarak bir gezgin veledime hayranlığımdan yaklaşık on kişiye yemek verdim evde.Öykülerini dinleyelim diye ama hiç bişi anlatmamıştı. Her şeyi tek başıma yapmıştım benim aldığım hazzı kimse almadı ki, hiç biri tekrarını bende yapalım demedi, oysa ben bayılmıştım gecedeki neşeye :)

    Sonra akşam yemeği, konaklama, sabah kahvaltılı bir davet yapmıştık. Sanırım o da benim 50 yaşıma girdiğim seneydi, herkes çok eğlenmişti, biz de mutlu olmuştuk. Veletlerim süperler her türlü yardımı yaparlar siler süpürür kaldırırlar çok rahatlatıcıdırlar.

   Bir gece Yılmaz'ım topladı evinde zeytinyağlılar gecesi diye inanılmaz yemekler ikram etti, hepsini de kendisi yapmıştı. Dans bile etmiştik o gece çok eğlenmiştik. Bir kere de konaklamalı Filiz'in yazlığında toplanmıştık, sahilde açık hava da sabahlayıp, meteor yağmurlarını izlemiştik, hep beraber yaptık herşeyi, muhteşem bir hafta sonu yaşamıştık. 

   İki yıl üniversite sınavına giren kızımızdan dolayı kapatmıştık kendimizi. İlk kez geçende on üç kişi tamamı bizde yattı, uyku tulumu matlarıyla geldiler. Akşam yemeği, sabah kahvaltısı, komün hayatın tadını çıkardık. Espirilerin kahkahaların havada uçuştuğu bazen herkesin konuştuğu çok gürültülü anlar yaşadık. Ayrılırken herkes hüzünlendi. Yalnız yaşamlarımıza dönmek zor geldi.

   Bu kez tam on altı kişiyi ağırladık, bu sefer ruhu velet iki teker yaşdaşlarımla bizde toplaştık "siz de pişsin, biz de yiyelim gecesi". Bostanlı grubu toplaşması muhteşemdi masalara sıymadı herkesin yaptığı yemekler. Çok zor sığdık masanın köşelerine bile oturduk. Muhabbetin bol olduğu neşeli sohbetlerin yapıldığı biri konuşunca herkesin dinlediği çok güzel bir akşam oldu. (ufff çok konuştum ya çok kez beni dinlediler sabah aklım başıma geldi ama çok geç).

    Kocaman bir yemek masası, açılınca onsekiz kişilik olsun. Kocaman bol dolaplı mutfak, bir de temizliği yapacak neşeli canlı sigara içmeyen genç bir yardımcım olsun. Ben paso yemek yaparım, diledim bakarsın olur hayat bu. Bu şehre gelirken bu yaşadıklarımı hayal bile etmemiştim dedim ama, etmiştim be, bahçesinde dev ıhlamur ağacı olan evimde, ne yemek hayallerim var benim, bunlar antreman sayılsın :)

   Ruhun yeniden canlandığı, sulanıp yeni tohumlar ekildiği, çeri çöpü temizlendiği, bir bakım gibi gelir bana kalabalık neşeli sofralar.

   Tüm davetlerimizde en az 7 saat o rahatsız sandalyelerimizde oturuluyor, muhabbet o kadar keyif verici ki bel fıtıklılar, ağrısı sızısı olanlar bile, herşeyi unutuyor. Kafalar sıfırlanıyor, sadece anda kalıyoruz, başka hiç bir şeye takılmadan. Nasıl günlerce bir keyifle hazırlanılıyor, ön hazırlık faslı heyecanı hayatı renklendiriyor.  

    Şimdi kızlarımız uçtu yuvadan ama her gelişlerinde dört kişilik donatılmış sofralarda saatlerce sohbet ederiz birbirimizin yaşadıklarından özet yayın yapar çenemiz :) 

    Bu işten benim kadar keyif alan yok sanırım, kimse coşkuyla istemiyor bunu. Ama ben maystroluk yaparsam, bizim evde toplanalım dedim mi de, sayıyı mecburen sınırlı  tutuyoruz, sığdıramıyoruz o kadar da keyifle koşuyor herkes :) 

   Emekli tayfayla da salı sabah kahvaltılarımız başladı, onun da gırgırı da bambaşka oynak makamdan oluyor, çoğalalım inşallah ruhu veletlerimle de.

    Daha büyük rekor denemeleri yapalım, en sonunda bu evi almazsak, taşınırken apartmanı sallayıp gidelim. En çok kaç kişi konaklamalı kalırız denemesi yapalım :)

   Büyük evlerim olsun, herkes bize gelsin "sizde pişsin, bizde yensin" sağlıkla geviş getirelim :)) 

19 Aralık 2013 Perşembe

Hediye Ya Da Armağan

   Yazının başlığını düşünürken hediye mi desem, armağan mı desem, dedim seçenek sizin ne derseniz deyin :)

   Benim çocukluğum çok sessiz sanki kimsesiz geçti oysa anam babam üç abim vardı. Kimse için önemli olduğum armağanlara boğulduğumu anımsamıyorum. İki naylon bebek var geçmişimde toputopu, birini dedemin mezarını ziyarete gelen eski karısı İzmir'den getirmişti (Manisa'lıyım ben). 
Diğerini rahmetli büyük abim 18 yaşında İstanbul'a çalışmaya gitmişti oradan getirmişti. Biri bende, biri annemin evinde durur kıymetliydi onlar bana alınmış tek armağanlardı.

   Tüm çocukluğum tüm gençliğim hep başkaların eskilerini giymekle geçti. Bir tek bayramlarda almaya çalışırdı bişiler annem, çokça onları da yardım sever güzel insanlar alırlardı. Şimdiki gibi göze sokulmazdı yardımlar, mahçup utangaç tavırla, sessizce yapılırdı herşey. 

   İlk kez 18 yaşımda kendi beğendiğim bir kaban alındı upuzun yıllar giydim severek. Annem giyer olmuştu son yıllarında, küçük abim aldı onu annemden anı diye, omuzuna atıp sabah kahvesi içiyormuş hala .

   Muhteşem güzel insanlar doluşmaya başladı hayatıma 20 yaşımdan sonra. Hala E 5 karayoludur gönlümün gümrüğünden geçiş yapanlara ömrüm. Nasıl sesli sevilir, nasıl armağanlara boğulur oldum öyle böyle değil. Yağıyor, sevgiyle düşünerek aklına gelerek seçilerek ince ince ayrıntıyla donatılmış armağanlar. 

   Ve ben ezilir oldum, asla tam karşılığını veremiyorum, şuna şunu almalıyım, şu bu gerekli diye not ediyorum. Denk gelmiyor aradığımı bulamıyorum. Sözler verir oldum hep sanki alacağım şeylerle ilgili, çok zaman utanıyorum.

   Başucum da bir veledimin Barış Bıçakçı'nın "Aramızdaki en kısa mesafe" kitabı, boynum da birinin atkısı, elim de birinin eldivenleri. Güzelim bisikletli kolyelerim, kahve içtiğim fincanım, çayımı içtiğim bisikletli kupam, enfes el yapım yastklarım. Export rakılar, minicik uzolar, ying yang kolyem. Bisiklette fosforlu soğuk koruyucu dizliklerim, bir sürü minik  bisikletler, camdan mavi meleğim, gidilen yerlerden taşınan şaraplar ve kadehleri, özel çaylar. 

   En güzel yanı da hepsinin "aklıma sen geldin" diye alınmış olmaları.

   Evde nereye baksam, kocaman gülümsüyorlar bana, sevgi dolu yüzleriyle ömrümü bahara çevirenler. Geçmişimin gri yıllarını, her gün rengarenk boyuyorlar, ruhlarından parçalar taşıyan armağanlarıyla. Ne zaman birine takılsa gözüm güneşler açıyor içimde. Üzerimde taşınacak bir şeyse benimle tüm gün gülümsüyorlar her yerde.

   İlk kızım babannesinin ilk torunuydu, hamileliğimden itibaren herşeyi Almanya'dan geldi kıç silme bezlerine kadar, kocaman körüklü bavulunu ayrı doldururdu babanne, yıllarca sevgiyle her şeyini taşıdı. 

   İkinci kızım şansızdı hem Almanya'da iki torun daha eklendi, hem emekli olunca babanne parası azaldı nafakası kesildi küçüğün. Ama onun şansı evrenden oldu her yerde bir armağan verildi herkes ona bişiler aldı. Almanya'da elti bile şaşmıştı "biz yıllardır buradayız dükkanlardan böyle armağan veren olmadı" demişti. Her girdiğimiz dükkan küçüğümü sevip minicik bir armağan verirdi.

   Bu gün gözümü açtığımda başucumdaki Barış Bıçak'çının kitabından aklıma doluşanlar bunlardı. Anlatmaya çalıştım sizden yağanları. Kendilerine birşeyler alarak gönlünü alamadığım, tüm dostlarım beni affedin size çok zaman tek verebileceğim sevgim ve hatalarınıza delirip mutsuz olacağınızdan korkup şiddetle saydırdığım atarlarım oluyor. 

   Varoluşlarınız sayesinde yaşlılıktan ölümden zerre korkmuyorum, yeter ki elinizi ömrümden çekmeyin...  

     


    

16 Aralık 2013 Pazartesi

Kendi Fotosunu Çekenler

Bisiklet festivallerinde tanık oldum ilk kez,  yüzlerce km. bisiklet binmişiz yüzlerce insanla hemde. Bir albüm yapmış arkadaş, onaaa laynn sanki tek başına gitmiş hiiiç kimseler yok. Valla senaryoyu yazıp, tek başına da oynamış takdir ve  nassıl bir ruh halidir o hayrette de ettim.

   Sonra fark ettim aynı turda, daha çok kadınlar ve bağzı naif abiler de börtü  böcük manzara çekmişler. Sanırsın ki inzivaya çekilmiş dağ başında. Onlardan tırsıyorum sana da yokmuşsun gibi bakıyorlar hee, delip içinden uzağa bakıyorlar hep. Başka alemdeler ama, bisiklet bineninden iyi saatteler gibiler :) 

   Bir de bunların şehir versiyonları var, takdir edilesi kadrajlarında sadece kendileri varlar, ucundan hasbelkader accık bişiler görünür. Neresi lan acaba burası diye bi güzel incelerken yakalarsın kendini bulmaca gibidir foto.

   Birde beş kantar suratlılar hep, tanıdığınsa tlf açıp sorasın gelir "iyimisin lan, evi çek senet mafyası basmış gibisin merak ettim" diye. Bunların patolojilerine kafa yoralım diyeyse bu çalışmalar valla ayakta alkışlıyorum çok başarılılar, sizi bilmem ama ben her fotolarında ruhlarını izliyorum ve derecelendiriyorum. "Var daha var", "yok sınıra gelmiş" "Allah sınırı geçmiş" "yakında çeker ipini" diye çeşitli sınıflandırmalar yapar oldum (bence de bende sınırdayım). 

   Az önce tanımadığım, kendine hayran narsist bir bisikletçi abinin fotolarına bakarken, hızla aklımdan geçti bunlar, size de aktarayım dedim.

   En güzel fotolar bir eylem anında poz vermeden habersiz çekilmiş fotolardan çıkar. Hele için de kahkaha atan insanlar, dibiniz de kedi köpek varsa açık havadaysanız o foto  şahanedir, tabiki bence böyle...    

14 Aralık 2013 Cumartesi

Bloğumun Doğum Günü

Bu gün bloğumun doğum günü, beni bir yıl boyunca mutlu etti. Okuyanların gözlerine sağlık, 17.472 kişi okumuş bir yılda. Herkes için bişi ifade etmeyebilir bu rakam, benim için çok şey ifade ediyor. Hala şaşırıyorum kim beni neden okur diye.

   Tam bir yıl önce 14 aralık günü sevdiğim bisikletçi veletlerimden, beynine donanımına hayran olduğum, o bana "sultanım" ben ona "şehzadem Mehmet'im"dediğim güzel insan geldi yazıların kaybolmasın topladım blog açtım "buyur burada yaz" dedi. Ay bir heyecan yaptım, elim ayağıma dolandı, en çok da korktum. Kimse okumaz beni dedim, yazılarım bir arada dursun hiç olmazsa dedim.

   Bildiğim gibi taslaksız düzeltmesiz dümdüz yazdım, çok nadir fotoğraf koydum. Zaman zaman eleştirdiler, foto koy videolar koy diye, bilmediğim şeyler onlar. Ben içimden geçeni olduğu gibi allamadan pullamadan yazıyorum, kelimelerim duygularımdan üretiliyor. Bazen romanlar yazmış egosuz bir yazar, yol gösterici arkadaşım olsa diyorum. Kimbilir belki bir gün o da olur.  

   Kendi dünyamdan, bireysel gözlemlerimden, Ege'li duruşumla yazdım, adını da "varoş edebiyatı" koydum yazdıklarımın. Edebi değeri yok, bir sürü imla hatam var, de'lerle da'larla uğraşamadım bile, saldım uğraşmıyorum artık, sıkılıp konuyu dağıtıyorum, ondan bıraktım.

   İyi ki doğdun bloğum, her içim dolduğunda sana döküyorum. Sonra da yazdıklarımı okurken tarlada hasadını izleyen çiftçi keyifleri yaşıyorum. Teşekkürler varlığına, seninle NİCE YILLARA... 

   Her okuyan bana mutluluk taşıdı, her içinde kendimden parçalar buluyorum diyen ailem oldu. Hepsi iyi ki varlar iyi ki hayatıma bir şekilde girdiler, teşekkürler okuyanuslarım sizlerle NİCE YAZILARA...

   Mehmet Yakın en çok sana teşekkürler (utanma, kızma, ben her yıl tşk edicem böyle sana alış) İYİKİ TANIDIM SENİ...

   Semra, hiç de fena yazmıyosun aferin sana, gel bi öpem yazan sağ elinin parmaklarından TEŞEKKÜRLER KENDİM... 

   

       

11 Aralık 2013 Çarşamba

Emar Çekimi Kafa Yapıyormuş

   Kalçamın bir problemine "emar çekilmeli" dedi. İçi geçmiş, hayattan nefret eden, "ne arıyom lan ben burada" duruşlu Ortopedici, boynumdaki ağrıya da "Nörolog görmeli" dedi. Sanki "yorma beni git başkası baksın" der gibi. Oraya da dostlarım aldı sıra numarası, tutup kolumdan da götürdüler bi de sağolsunlar. E ortaokulundan beri tanıdığım dostum Nörolog ya la bakar bana, emar lazımsa hepsini bi kerede çektiririm dedim.

   Sağolsun o kadar yoğunluğunun arasında "yarın 10 da kop gel" dedi. Atladım gittim vapur sessiz olaysız geçti, otobüs, şöför, yolcular standup gibiydi, bi ara anlat derseniz anlatırım canlı olarak el kol beden dili şart ondan :)

   Dostum toplantı da olcaktı, ben onun bölüme girdiğim anda, bi kapıdan çıktı "eşyalarını at benim odaya hemen çekecekler emarını" işim çok seni orada bırakacağım, dedi başladık koşmaya, ben hem koşuyom hem anlatıyom elimi ensesine attım (koşarken hayal edin bu hareketi yaptığımı)  "aha bak burası kasılıp ağrıyor" diyebildim ancak. "Tamam bişi çıkmıcak ama için rahat etmez senin, çekilsin emarın", dedi koşarken.Kılçık gibi spor yapmayan biridir arkadaşım, "nassı kilo almıyo" diyoduk. Kadın her gün koşuyo yahu resmen koşuyo hastanede. 

   "Yahu gerek yoksa neden çekilsin emar" diye tuturmadım ki, alacağım radyasyondan nefret halindeyim zaten, "doktor dedi" bile diyemedim. (O kadar yoğun ki işi kendi aylak emekliğimden çok utandım), koşuyoz, bi sürü kapıdan geçtik, jet hızıyla emara alındım, ona  takılarımı verdim, koşarak hastalarına uçtu gitti. Deli dana vakası varmış (gerçekten yav kendileri de deli dana gibidiler o ayrı) koşuşuyodu tüm bölümü.

   Giydirdiler bir önlük, abi kıçı açık onu bağlıcak biri lazım arkadan üç tane bağcık hemde, donum atletim duruyo bereket. Uğraşamam deyip kadınlar hamamında peştamallı gibi dolandım ortada. Neyse kalça çekimin de inançlıyım ben meditasyon gibi uçtum yaradanımın huzuruna o hızlı bitti, kafa açıkta olduğundan sarsmadı hem. 

   Kafayı soktu bu sefer kıçın açıkta "laynn tavandaki kaplaması dökülmüş aletin" aha kafada gitti yaradandan, "kul işi bu çökermi yav" oldum bi an. Sona yumdum gözümü, bu aralar bizim evde yapılıcak bir toplaşma var Bostanlı iki tekerli kafası güzellerle. Onlara pabuçlarla girin lan, yok yok girmeyin bi küçük kızımız da olucek bazılarınızı yere oturtucem, ben hepinize nassı terlik bulcam, benim veletler çorapla geziyolar, siz biraz daha kokoşsunuz sanki. Ohoo uğraşamam terliklerinizi getirin.

   Derkennn çekimi yapan kız "tamamdır giyinebilirsiniz" dedi. Sedyeden indiğim an da, ilk kez çekimi yapılacağı için dehşet içinde bakan Ege'min bir güzel köylüsü şalvarlı ablanın üzerine uçtum. Aklı iyice uçtu kadının, kucakladı beni, sarmaşmışız ikimiz dans ediyo gibiyiz, zorla toparlandım özür diledim.

   Sona aldım emarı gittim dostumun odasına, kafam bi dünya, dengem bozuk, kulaklarım tıkandı, resmen çok içmiş gibiyim. Tüm gün ve gece de öyleydim. Çaktırmadım da dostuma, kız zaten sürekli oradan oraya koşuyor, arada benden özür diliyor, o kadar da zariftir 34 yıldır tanırım tek argo cümlesi yoktur, anlayın o kadar nazik. Ne zor la bunun bir ödülü olmalı vermek lazım, ömrünce argo konuşmadının ödülü nah yapan bi heykel olmalı (hehe nah koleksiyonu yapan Enes'e sölemeli ) :)

   Kanlarımı da aldılar kolestrollerim kötü çıktı diyet yapmam için önerilerde bulunuyor arkadaş bir tek sabah kahvaltısında ki iki dilim ekmeğimi teke indir dedi. Ya ben otçul beslenmeseydim, azcık spor yapıom o da olmasaydı, ne olacaktı acaba? Hep bunlar Amerika'n oyunları eskiden kolestrol mü vardı lan.

   Emarları başka bi arkadaşına gösterdi odadaki diğer doktor "siz perşembe akşamı bisikletçisisiniz? demi dedi. Ankara pab'danmış, bir akşam burada beraber binmişiz, oradan tanıyomuş beni. Hemen Tansaş'la bisikletli pazarlara davet ettim. Bisiklet alemi şahane yav her yerden iki tekerli biri çıkar oldu. Sonuçlardan bişi çıkmadı, çok şükür tşkler ettik çıktık.

   "Ben biliyodum sonucun B.B.Y (sesli bibiye olarak sölüyolar) çıkıcanı da için rahat etsin" dedim diyerek. İki dakka da, şuramdan bir ağrı başlayıppp nahh şurama kadarr gidiyo diyen altın günü teyzesine bağladı ya la beni teşhisinde. Buna kızdım, bi de akşam Şerif'le tlfonlaşıp kıkırdaştılar he "laynnn ben doktor sevmem hastane sevmem nassıl böle bir muameleye maruz bırakırlar beni :( " de diyemiyom, iyice delimişim gibi bakıyorlar çünkü.

   Bu B.B.Y yi anlattı sona kahkalarımdan hastane çınladı. Aşırı çalışmaktan devreleri yanan bir doktor, bir hastanın raporuna yazmış B.B.Y. diye. Kadın da soruyor nedir bu bişi çıkmadı demek diyolar. Kadın bunları mahkemeye veriyo, benden hastalığım gizleniyor diye. Arkadaşım da elemanını savunmaya gidiyo mahkemeye (o kadar iş arasında mahkemelere de gidiyorlarmış doktorlar hastalar herkes birbirini mahkemeye veriyomuş) açıklaması Bir Bulgu Yok demek diyor dava kapanıyor. Gerçek açılımı ise, doktorlar arasın daki jargonda Bi Bok Yok demekmiş :))

   Neyse işte B.B.Y da kalçam hala neden sızlıyo (ağrı iyiye gidiyo, sızlamaya indi) diye soramam, kesin şak diye beni Psikiatriye yatırır bu dostum, tırstım. Şakşakçısı da evdeki koca he, düşmanı uzakta arama.

   Bir daha ki doktor hastane yazısı buluşmamız, çok uzun yıllar sona olsun sevgili okuyanlarım. Hepimize sağlıklı günler efenim :) 

   

10 Aralık 2013 Salı

Sanki Annem Geldi Öte Taraftan

   Arkadaşımdaydım kızı Yaso'mla sohbete dalınca, saati unutmuşum gözleri küçülen görümcesinden anladım saati hemen kalkıştım. Siz gidip yataydınız keşke dediğim de, o da bana "hepimizin gözleri çizgi oldu" dedi. Ahanda lafını koydu kadın yersen .

   Beni geçirme huyu vardır arkadaşımın kıkır kıkır güle güle Bravo pastanesinin köprüden önce, yurt dışına çıkıyo sarmaştık, vedalaştık ayrıldık. Bravo'yu az geçtim yüzüklere bakam dedim vitrine yanaştım. 

   Boğuk yaşlı bir kadın sesi "saat kaç" dedi. Sese zıpladım, o zaman ayıldım, cadde çok tenhalaşmış saat kaç lan? Bu kadın nerden çıktı? Bostanlı insanı profiline uymuyo hiç, yaşlılıktan ayaklarını sürüyerek ağır ağır  yürüyor. Kocaman yün hırka üzerine uzun bir örtüye bürünmüş, altında yün pijama, üstü uzun etek, ev terlikleriyle, evden mi kaçtı, hastaneden firar mı acaba? diye kalakaldım.  

    Hem tırstım arkasından birimi yanaşacak ben saate bakarken diye, hem de tlf içimdeki hırkanın cebinde çıkaramadım. Tekel bayiinden çıkan delikanlıya sordum saati  23.45 dedi. Ona tekrarladım (oha çok oturmuşum lan görümcenin gözünün çizgi olduğu kadar varmış).

    Başladık biz beraber yürümeye hem de konuşmaya. "Oğlum işten dönmedi, balıkçı da çalışıyo, bu kadar geç kalmazdı, kaza geçirmesin, arabalar çarpıp kaçıyor, ana yüreği dayanmıyor işte, ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar" dedi. "Ah çocuklar işte" dedim "36 yaşında çocuk değil artık, ama benim için hala çocuk, hiç düşünmüyo beni, bu kadın merak eder demiyo" diye derdini de yanarken, küçük adımlarla yürüdük beraber. 

   Aynı annem tipin de, aynı annem geç kalan evlada öfke ve şevkat modunda, hem giydiriyor hem seviyor. Hem isyan da, hem seviyor. Hem yorulmuş takipten, hem meraklanıyor. Ben de annemi anlattım, aynı bu şiddette küçük abimi beklerdi. Geç kaldıysa kesin içmiş olay çıkarmıştır diye, onu aramaya çıkardı meyhanelere, kahvelere. O anları anımsayıp öfkelendim teyzenin oğluna da, abime de. 

   "Şimdi ben de anne oldum, kızlarım eve girmeden uyuyamadığım da annemi daha iyi anladım" dedim. Kadın da bundan çok duygulandı, biz kol kola Balıkçı parkının oraya geldik, karşıya geçireyim dedim yanyan gidiyo giderken zaten. Oradan bir 36 lık ama içi çocuk "anneeee" diye koşa koşa geldi. Oğlun mu bu? He dedi teyzem, oğlu "geç kaldım biraz merak etmiştir" dedi. Teyzem sıkıca sarıldı, öptü beni yanaklarımdan, yürüyüp gittiler.

   Sanki annem çıktı geldi öte taraftan, eve dönmeyen abime isyanla, dertleşerek yürüdü benimle. Ve bana kocaman bir şeyi anımsattı gitti.

 EVLAT SOKAKTAN EVE GİRMEYİNCE UYUNMUYORMUŞ, ANNE OLUNCA ANLADIN DEMİ ANNEM dedi sanki. 
Alt üst oldum eve dönene kadar, arkadaş kısacık yolda bile macera değil mi bu şimdi :) 

9 Aralık 2013 Pazartesi

Teknolojinin Yarattığı Panik

  Eski telefonunun geçmişini temizledi, alladı pulladı "adres defterinin nakline paramı verilir ya" deyip de kendi nakletti. Tabi o arada benim eski tlfnumdan silindi adreslerin hepsi. 

   Bu sabah aklıma gelince bu, anca ayıldım işte, getti benimm adreslerimm ya ben şimdi geri de dönememm eski tlfonumaa diye yatakta kısa çaplı bir panik yaşadım, millet yatakta neler yapıyo bi de bana bak, yaşlılık anam işte :) Beni bu akıllı tlfona sıkıştırdılar uleynn diye  fırladım yataktan.

   Bi de bi arkadaşım mesaj atmış (faceden yav benim meskenim orası) bir tlf numarasına ihtiyacı var, numarayı verecek velede en hızlı watsupp menn diyen yerden ulaşılıyo. Tırsa tırsa alnım resmen terliyo uğraşa uğraşa yazdım mesajı gönderdim "oleyyyy beee dünya turuna çıkarım lan ben her şeyi öğrendim" haletiruhuyesine (anaa benim veletler bu kelimeyi bilir mi acaba bende yıllardır kullanmamıştım yahu)  sokuldum.

   Bir arkadaşı daha ekledim eklediğimi anlayamadığımdan gülücük gönderdim net oluyo o zaman. Vay velet anında çotang çotang yazmış. "laynnn o hızla yanıt veremem ki" sesli söle yerine bastım "harfleri bulamadığımdan gülücük gönderdim yorma beni" dedim. Sağolsun harflerin yerini tarif etti "camiden sola dönünce tam karşında" gibi oluyo yahu :) 
Sağolsun cesaretlendirdi kutladı.

   Beleşmiş ya bu "naber lan" diyen kurulum, beleşi sevmem, bu tlf patronlarına nasıl daha az para kaptırırım çakallığımdan dolayı kakıttılar arkamdan beni ya bu aklını almasıcalara. Ocak da paralı olcakmış diyolar, patronlar ellerini cebimize sokup her yerimizi elleyerek alırlar o parayı her zaman. Onlar bizden daha çakal, teknoloji manyağı ülkemin insanları kendimizi kandırıyoz biz :)

   Bitmez bu teknoloji ile uğraşmalar of off. Köyümüze geri dönmek istiyorum, gezen tavuklarım,oturan kedim zıplayan  köpeğim, bahçeli evim olsun istiyorum. Sadece bisikletim, kitaplarım filmlerim olsun, veletlerim uğrasın, Şerif çalışsın istiyorum (ay evde kalırsa çalışmazsa oradaki kedinin tavuğun köpeğin psikolojisini bozar diye, bana bişi olmaz onun iyiliğini düşündüğümden he) :)) 

   Benim eski tlfona naber len yüklenseydi ne güzel olurdu, bak şimdiden özledim kara şimşeğimi, masanın üzerin de öylece yatıyor ruhu gitmiş gibi. Çok hüzünlendim yıllardır beraberdik her şeyin sonu var ömrün sonuna giderken bir sürü son yaşıyoruz. Filmlerin de sonunu sevmem başlayışı güzeldir hayatın başlangıcı gibidir.

   Bir arkadaşımın hafif otistik yeğeni çok başarılı bir tedavi süreci yaşıyor. Bir anlarına tanık oldum bak şimdi şu anda anladım ben o çocuğu, hayatı çok erken çözmüş yahu, daha çok acı çekmesin inşallah. 

   Çikolatalı gofrete bayılıyomuş velet, açıp verdiler bi tane eline, bulaşmasın çikolata diye kağıt yarıya kadar da inik. Gözleri zevkten baygın çok mistik bir meditasyon da gibi yerken gofretini, birden dudağını büktü büktü gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Gofret yarıya inince ağlıyormuş kağıdı sıyırsan da susmuyor, derhal yenisini açıyorlarmış. 

    Bence o hayatın başı gibi görüyor yeni gofreti, ne bilgelik yahu 2.5 yaşında hem de daha. Ben de yarım gofret gibi ağlıyasım var şu anda. 

   Daha çok teknoloji istemiyorum, ama siz neden zevkle sunuyorsunuz kendinizi teknoloji tanrısına. Sunmayanları da geri kalmış olarak görüyorsunuz. Tamam ben de yapıyorum face girmeleri şart sevdiklerimi görmem için ama ki :))  

   

2 Aralık 2013 Pazartesi

Cep Telefonumu Yenileyememe

   Uzun yıllardır kullandığım telefonumun pil ömrü tamamlanmış, pil için gittiğim bayi gülmüştü "artık üretilmiyor bunlardan" diye. O kadar eski demek epeydir direniyorum geçmemeye yeniden hoşlanmıyorum.Sık sık kapanmaya başladı kendi kendine, zorluyor beni artık değiştir diye. 

   Ayyy canımm yaa kıyamıyom ben onaaa, bunca yıllık yoldaşımm, olm yokmu lan sizde kullanılmayan buna uycek pil he karıştırın çekmeceleri hadi be.

   Önce gideyim şu sim kartımı değiştireyim dedim daha önce iki hattı tek tlfona taktırmıştım. Sona teke indirince şablon gibi bişiyin içindeki sim oynuyo zaman zaman. 16 tl istedi yenilemek için. Yenisi kaç para bunun dedim seksi sesiyle gülerek bir satıcı kadın "yeni hat bedava hemde 532 lisi" dedi. Ne saçma demi yav işte bunlar hep kapitalzm, kalsın idare etsin deyip çıktım. 

   Evde iki tane fazla telefon var biri dokununca her yanı oynayan şehvetli kevaşelerden, denemek için taktım simi,amann haspam bana pin kodu sordu öylece kaldım. Kaldırılmıştı benim tlfda sorgulama anımsamıyorum tahminle yazdım bişi, onaaam pun kodu soruyo o ne laaan oldum anında bıraktım yürü git len diyip. Döndüm eski tlfonuma.

   Bu sabah du bi de kızımın eski tlfonuna deniyem dedim. Ohooo o benim kartı "tanımıyom lan seni" diye tersledi durdu. Ondan da çıktım kendi eskime döndüm :(

   Ama beni asıl rahatsız eden iki tlfonda Şerif'in ve kızımın tüm numaraları eski mesajları hepsi duruyor olması. Ben iki tlfon kullandım ömrümce ilk nokya 3310numda negzeldii bee. Kızlar utanıyolardı zorla yeni bişiyle değiştirmişlerdi bu da o işte. Yani sıfır kullanmışım ya hep, başkasının özel hayatına dalmak gibi geldi çok rahatsız oldum :(

   Ben kızlarımın günlüklerini hiç okumadım onların özel hayatlarına hep saygılı oldum. Kimsenin tlflarını karıştırmam, karıştıranlardan nefret ederim. Bu saygının en büyüğüdür karşındakine.

   Yahu insanız içimizde bir şeytan var sonuçta kim lann bu kadınn ne halta bu mesajlarrr diye dalasın gelir. Kızıma bu ne laubali mesaj kim bu çocuk diye aklımdan geçer. Offf ben ruhumu temizlemeye ömrümü adamış insanım, kirlenmiyeyim diye emek harcıyorum o kadar, lan bi kıçı boklu tlfonla günahlara çağrılıyorum :)

   Napıcam bilmiyorum, her gün iki tlfon bana bakıyor, en çok da dokunma her yanım oynar bakıyo hee, ben benim siyah kuzgunuma bakıyorum. Sonuçlanacak bakam da nasıl, bildiririm size de :)

   Tanıştırayım sol baştan 3310'um, vedalaşamadığımız LG'im ve ortasında hazır kart yazan kısmı sim, dışı şablonumsu şeyli sim kartım ...