6 Ocak 2013 Pazar

Amour

  Amour filmini ruh halim iyi olmadığından, iki kez izlemeye çalışıp bırakmıştım. Bu gece bitirdim ve uzun bir süre dondum kaldım.Boş boş ekrana baka kaldım. Bir dost faceden soruyor "nasılsın iyimisin?" diye. "Dellenmiş haldeyim" dedim.Oyunculuklar süper, yılın en iyi filimi seçilmiş, altın palmiye almış, çarpıcı insanı duvara çarpıyor resmen. 

  Ben ilk kez yurt dışına, kulak sorunuma çözüm aramak için çıkmıştım. İngiltere'ye gittik 30 yaşımdaydım, yaşlılıkla alakam yok annem de genç daha 63 e de genç diyorum he.Bana bişey olmaz yıllarım.(Sonrasında Ölüme naber len moduna geçtim. )

  İngiltere'de sokaklar yaşlı dolu, gençler ve çocuklar, işte okulda.Hangi yaşlıya adres sorsak, ki Şerif nefret eder sormamdan, bar bar bağırıyor sorma diye. O haritadan gider her yere, bana da daral geliyo dolanmaktan, soralım hızlı gidelim diye, tarzanca İngilizcem ile soruyorum. Sonra bağırıyorum "Şeriffff gel bak anlatıyooo". Şerif deliriyor, sorduğumuz yaşlılar makinalı tüfek gibi konuşuyorlar, bizi peşlerine takıp, duraklara götürüp, şöförlere ineceğimiz yeri tembihleyip, eller sallıyorlar. Layn hani bu İngilizlere tüm dünya soğuk millet derlerdi ya, diye şaşkınız.

  96 da ilk kez ölümle yüzleşip, 97 de can dostumun yanına İngiltere'ye, beş hafta kalmaya iki kızımla gidince, anladım o yaşlıların bize olan, şahane yakınlıklarının nedenini. O kadar yalnızlar ki, o kadar uzun süre kimseyle konuşmuyorlar ki, bizim adres sormamız, macera gibi geliyordu sanırım onlara.Manisa'da o kadar yüksek değildir yaşlı sayısı, bizimkiler bile, daha hızlı gittiler sanırım.İngiliz yaşlıların çoğu dinç dinamik hareketliydiler.

   İstanbul'da sekiz sene önce çok sık gidip geldim. Sınav zamanları kızımın yanında olurdum, o resim yapar, ben yanında otururdum. Dışarı çıkıp gezdiğimde de aile olmayan, çok sayıda yalnız yaşama, Cihangir tayfasına başka galaksi yurttaşları gibi bakar dururdum.Küçük yer insanıyım ben. Her yeri iki dakkada aileye çevirme alışkanlığım var. Bisiklette de anneyim, ablayım, anaç yanım mıdır, aileden başka bişi bilmediğimden midir? Bilmiyom valla.

  İzmir'de hayat biraz daha farklı sanki, buranın yalnız yaşayanları, hüzün değil de, "laynn siz de boşanın salakmısınız? Der gibi mutlu görünüyorlar, keyifle yaşıyorlar. Bu şehirde yaşlılar, dinç, hareketli, neşeli, ya da bana öyle geliyor ( bana mı öyle geliyor lan, biriniz açıklayın).

   Kızım dün döndü yurt dışından, havaalanından uzun uzun konuştu bizimle. Anladık ki ruhu çok üşümüş, önce arkadaşlarıyla yılbaşı geçirdiler. Sonra babaanne ve dede'yi görmeye Almanya'ya geçti.Yaşlılık, hastalık, yurt dışında aile olmanın, bizim buradaki gibi olmadığını anlamanın, getirdiği bir ruh üşümesidir, yaşadığı duygu.Öle anlarda bıcır bıcır anlatır durur. İçi ferahlayana kadar, bizim burada olduğumuzu bilmek, onu hep rahatlatır.

   Rahmetli gazeteci Gülçin Telci'yi, ( hiç tanımadığım halde taziye yazılarından dolayı, adı mıh gibi çakıldı anılarıma) arkadaşları hep şu cümlelerle andılar. Saat kaçta gidersen git, Gülçin'in hep bir çorbası vardır, açmısın der yanıta bakmadan bir tabak çorba koyardı.. Yoksa da hemen yapar, derdini dinler sorununu çözmeye çalışır. Seni aile sıcaklığıyla sarar sarmalar dı, diye andılar. Hiç unutmadım bu yazılanları.

   Bir tas çorbayla da, bir kediyle de, bir köpekle de, karşı komşunla da, bisikletçi dostlarınla da, aile olunur.

  Napıcakmışız çorbaaa , bakın yine beslenmeye geldik :) Bir de seveceğizzz , karşımıza çıkan sevgi dolu insanları fark edelim, kıymetlerini bilelim, yaşamın içinde sevgi üretmek kendi elimizde...
  

Hiç yorum yok: